Sosyal Medya

Prof Tahsin Bakırtaş: Doların Yükselişinin Nedenleri, Yükselişin Türkiye’ye Maliyeti

2 Eylül 2022

Son aylarda, ABD’nin son kırk yılın en yüksek yıllık enflasyon oranını ve küresel mali krizden bu yana en kötü ticaret dengesini kaydetmesine rağmen, ABD doları, diğer gelişmiş ülke paralarına karşı aşırı değer kazanıyor.  Nitekim Euro /dolar paritesi 1 hatta 1’in altına gerilemiş, USD/JPY paritesi 107,5 düzeyinden 140 düzeyinin üzerine çıkmıştır. ABD Merkez Bankası’nın ticaret ağırlıklı geniş dolar endeksi, hesaplandığı 1998’den bu yana en yüksek değerine ulaşmıştır. Öyle ki COVID-19 Salgınının başlamasıyla tetiklenen paniğin ortasında Mart 2020’de ulaştığı zirveyi (122,55) geçerek 123,21 (1 Ağustos 2022 en son veri) düzeyine erişmiştir.

Bu yükselişin ardında hangi ekonomik gerçeklikler var ve bu ekonomik gerçekliklerin varlığının devam etmesi başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ülkeleri nasıl etkileyecektir? Sorusuna yanıt aradığımızda; bazı somut gerçeklikler ön plana çıkmaktadır. Bunların başında, ABD Merkez Bankası FED son dönemde hızlan enflasyonun geçici bir sorun olmadığını kavrayarak, kalıcılaşmaya meyleden enflasyonla parasal sıklaştırma ve faiz oranlarını agresif bir tutum alarak yükseltmeyi hedeflemesidir. Nitekim bu yılki Jackson Hole sempozyumunda ABD FED Başkanı Jerome Powell, Fed’in günümüzün yüksek enflasyonuyla nasıl mücadele etmeyi planladığı konusunda alışılmadık derecede güçlü bir mesajı dile getirerek, Mayıs 50, Haziran 75 ve Temmuz 75 baz puan artırılan faizlerin durmasının hatta azalmasının değil, aksine yakın gelecekte de “olağandışı büyük” oran artışlarının devam edeceğini söylemesidir.

ABD Merkez Bankası FED, enflasyonu önlemede parasal sıklaşma ve agresif faiz artışlarını gündeme aldığı bu günlerde, Avrupa Merkez Bankası (ECB), ABD’den daha yüksek bir enflasyon olasılığına karşı faiz artışında kafaların karışık olması ve daha temkinli adım atması, ABD dolarının Euro karşısında değer kazanmasının en önemli nedenidir. Son üç ayda FED 200 baz puan faiz artışı gerçekleştirirken, Avrupa Merkez Bankası (ECB) Temmuz’da 50 baz puan faiz artışı gerçekleştirdi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) faiz artışında, FED’e göre, hem geç kaldı hem de sınırlı faiz artışı gerçekleştirdi. Avrupa Merkez Bankası (ECB)’nin FED gibi agresif bir tutum almamasının bazı nedenleri olduğu görülmektedir. Bunların başında Euro Bölgesindeki ekonomik kırılganlık ve özellikle İtalya’nın yüksek borç düzeyidir. Bunun da ötesinde Banka Yönetimi’nin enflasyonun kalıcılığına hala inanmamasıdır. Banka Yönetimi’ne göre emtia fiyatlarında, özellikle enerji fiyatlarındaki artışların geçici olduğu ve kısa zaman içerisinde olağanlaşacağıdır. Avrupa’nın resesyona girme olasılığının giderek güçlenmesi de Euro/Dolar paritesinin dolar yönünde gelişmesini ortaya çıkarmaktadır.

Japonya’da enflasyon oranı her ne kadar %0,5 düzeyinden %2,6 düzeyine çıkmışsa da Avrupa ve ABD’nin oldukça gerisinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle Japonya Merkez Bankası’nın yakın zamanda politikayı sıkılaştırması pek olası görünmüyor. Böyle bir ortamda USD/JPY Paritesinin yüksek seyrinin devam etmesi de kaçınılmazdır. Çin ise ekonomik durgunluğu aşma adına Ağustos’ta faiz indirimine gitmesi de doların güçlenmesinde bir etkendir. Özellikle Çin ekonomisindeki büyümenin yavaşlaması hatta durması; sıfır COVID karantinaları, aşırı inşaat ekonomisine yüklenme, teknoloji sektörüne yönelik baskılar ve ekonomik gücün aşırı merkezileştirilmesi gibi temel nedenlerin sonucudur. Bu nedenle, Çin’in geçici sorunlar değil, kalıcı sorunlarla boğuşmasının piyasalarca algılanması da doları güçlendiren önemli etkenlerdendir.

Dolar lehine gelişen bu ortamdan da öte, doların uluslararası rezerv para olmada ve uluslararası ticarette önemli paya sahip olması, doların en kötü koşullarda bile değer kazanma potansiyelini ortaya koymaktadır. Bugün dünyadaki finansal piyasalardaki günlük işlem hacminin %200 üzerinden %88,6’sı dolar cinsinden yapılmakta, dünya mal ve hizmet ticaretinin hem ithalat hem de ihracat yönünden yaklaşık yarısı ABD doları üzerinden gerçekleşmektedir. Bu olgu, ABD dolarının en kötü koşullarda bile güçlenme olasılığını gündeme getirmenin yanında, güçlü bir doların ithalat yapan ülkelere enflasyon olarak yansıması sonucunu ortaya çıkarır. Güçlü bir dolar aynı zamanda dünya ticaretini de olumsuz yönde etkilemekte, dolarla ithalat yapan ABD dışı ülkelerde ithalatın azalma eğilimini ortaya çıkarmaktadır.

Gelişmekte olan ülkeler, çok büyük bir ağırlıkla rezerv para konumundaki dolar, Euro gibi rezerv paralarla ticaret yapmakta, dış finansman gereksinmelerinin çoğunu da bu tür rezerv paralarla borçlanarak sağlamaktadırlar. İktisat literatüründe bu olguya “ Original Sin” Olgusu adı verilir.

Gelişmekte olan ülkeler hem dış ticaretlerini hem borçlanmalarını çok büyük oranda dolar ağırlıklı yapar. Bu nedenle, güçlü bir dolar, gelişmekte olan piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler üzerinde özellikle acımasız bir etkiye sahip olma riskini taşıyor. Çünkü hem dış ticaretleri nedeniyle hem de borçlanmaları nedeniyle doların güçlenmesinden zarara uğramaktadırlar. Daha yüksek ABD faiz oranları, zayıf konumdaki borçlu gelişmekte olan ülkelerin faiz oranlarını orantısız bir şekilde artırma eğilimindedir. Aslında, birçok yükselen piyasa merkez bankası, ulusal para birimleri üzerindeki aşağı yönlü baskıyı durdurmak için proaktif olarak faiz oranlarını yükseltme yoluna gittiler. Gelişmekte olan ülkeler, Çin ve Türkiye dışında, faiz oranlarını artırmamış olsaydı, daha güçlü bir dolarla karşılaşmamız kaçınılmaz olurdu. Ancak bu tür bir sıkılaşma elbette iç ekonomileri üzerinde baskı oluşturmakta, büyüme üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır.

Türkiye Ocak-Temmuz döneminde yapmış olduğu ihracatın %49,1’i dolarla, %45,1’i Euro, %2,4’ü Sterlindir. TL ile yapmış olduğu ihracat, toplam ihracatın %2,7’sidir. Aynı dönemde ithalatın %71,3’ü dolar, %23,9’u Euro’dur. TL ile yapmış olduğu ithalat ise, toplam ithalatın %3,8’idir. Kısa vadeli dış borçların döviz pozisyonuna baktığımızda ise toplam borcun %46,2’si dolar, %25,5’i Euro ve %1,3’ü Sterlindir. TL cinsinden dış borç oranı %9,1 düzeyindedir. Bu verileri analiz ettiğimizde doların diğer rezerv paralar karşısında değer kazanması, Türkiye’nin hem dış ticaretinde hem de borçlanmasında sorunları ağırlaştıracak; TL üzerinde olumsuz baskıyı kaçınılmaz biçimde, içerdeki sorunlardan bağımsız olarak artıracaktır. Bugün Türkiye ekonomisi büyümeye devam ederken, güçlü dolarla oluşan kur ve buna bağlı dış ticaretin öncülük ettiği enflasyon olgusunu yaşamaktadır. Kuru baskılama politikaları eşitsizliği toplumun geniş kesimleri ( ücretliler vb.) aleyhine artırmaktadır. Bu gerçekliğe bir de içerdeki iktisadi politika yanlışlarını da eklediğimizde, gelecek ayların Türkiye için çok daha sıkıntılı geçeceğini göstermektedir.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları