Sosyal Medya

Kerim Rota: “Aşırı kredi genişlemesi, bankalara tahsili gecikmiş alacak olarak yansıyacak”

21 Eylül 2020

Eski hazineci, bankacı ve Gelecek Partisi Hazine ve Maliye Politikaları İzleme Kurulu Başkan Yardımcısı Kerim Rota, Cumhuriyet Gazetesi’nde bugün yayınlanan röportajında Hazine’nin döviz cinsinden iç borcunun iki yılda sıfırdan 38 milyar dolara yükseldiğini buna literatürde ilk günah denildiğini vurgulayarak “Bunu yapmanız için ya gerçekten çok çaresiz ya da çok bilgisiz olmanız gerekiyor” dedi.

Rota, Türkiye’nin Kredi Garanti Fonu (KGF) gibi önemli bir silahı ihtiyacı olmayan 2017 yılında heba ettiğini vurgulayarak batık krediler konusunda ise “Özellikle tüketici ve esnaf kredilerinde ana para ödemeleri ekim ayında başlayacak. Cirolarda ciddi bir artış göremedik, bunların ödemelerinde ciddi sıkıntı olacağı kesin. Bu kadar fütursuz bir kredi genişlemesinin bankalara veya kamuya tahsili gecikmiş alacak olarak yansıması kaçınılmaz” uyarısını yaptı. “Kurlardaki yüksek oynaklık, yüksek enflasyon yüksek faizler, yüksek işsizlik iki yıldır hızlanarak devam ediyor. Bunun ne kadar sürdürülebileceği sorusunun cevabında “milletin fakirleşmeye ne kadar dayanacağıyla ilgili olduğuna bağlı” diyen Kerim Rota ile ekonomideki son gelişmelere ilişkin yapılan röportaj söyle;

Kerim Rota, ekonomideki son gelişmelerle ilgili Şehriban Kıraç’ın sorularını yanıtladı.

ESKİ NESİL DAHA ŞANSLI

– Geçenlerde Barış ile Sinem’in orta direk olma hayali ile ilgili bir makale yazdınız gelirlerinin yıllar içinde ne kadar düştüğünü gördük, eski kuşaklar daha mı şanslıymış?

1960-1970’li nesil ile 1980-1990’lı nesil arasında sürekli bir tartışma vardı, 80-90’lı nesil bizim şanslı olduğumuzu biz de onların tüm imkanlara sahip olduklarını söyler dururuz. 20 yıl önce 30 yıl önce işe giren biri kaç lira alıyordu bugünkü karşılığı ne? Türkiye yaşadığı yüksek enflasyonlar ve parasından atılan sıfırlar nedeniyle “finansal hafıza”sını yitirmiş bir ülke. Eski dönemlerle karşılaştırma yapmak çok zor. Gördüm ki 2002- 2008’de 30’lu yaşlarda kariyerlerine başlayanların ev, araba sahibi olmaları şimdiki kuşağa göre daha mümkünmüş. O dönemde kariyerinin 5. yılındaki Sinem, 10-11 aylık maaşıyla sıfır araba alma imkanına sahip iken,şimdi 5 yıllık kariyeri olan Sinem’in aynı araba için 4 yıl çalışması gerekiyor.

– Alım gücümüz ciddi anlamda düştü yani, kişi başı gelirimiz de 9 bin doların altına düşmüş, neye varır bu?

Kişi başı gelirimizin nereye düştüğünden daha önemlisi, bize benzeyen Güney Afrika, Brezilya, Rusya Meksika, Polonya ile karşılaştırdığımızda nasıl bir değişim yaşadığımıza bakmak lazım. Bütün dünyada servet ve gelir eşitsizliği artıyor. Dünyada 2013’ten sonra kişi başı milli gelirlerde anlamlı bir artış yok. Ama Türkiye’de bize benzeyen ülkelere göre bile dramatik düşüş var. Türkiye kişi başı gelir 12 bin 500 dolarlardan bu yıl sonunda 8 bin 300 dolara düşmüş olacak. Yani milli gelirimizin yüzde 35’ini kaybetmiş durumdayız. Çok kan kaybetmiş durumdayız.

KGF SİLAHI BOŞUNA KULLANILDI

– Pandemi ile bazı sorunlar daha görünür hale geldi. Bu noktaya nasıl geldik, hangi hatalar yapıldı?

Türkiye’nin hataları saymakla bitmez. 2016’dan bu yana yapılanları sayayım: Darbe girişiminden sonra Türkiye’deki büyüme dinamiklerinde bir yavaşlama oldu. 2016 sonunda büyümenin yüzde 3’lere düşmesi ve 2017’de referandum olması nedeniyle KGF vasıtasıyla ciddi bir kredi balonu şişirildi. KGF gibi çok önemli bir silah, ekonomik olarak çok da ihtiyacımız olmayan bir dönemde kullanıldı.. Bugüne baktığımızda pandemide çok etkili olacak bir silah o yıllarda kullanıldı. 2017’deki yüksek büyüme sonrası ise 2018’de Rahip Brunson kriziyle Türkiye hem kur hem enflasyon şokuyla karşılaştı. 2019 başında yükselen TCMB faizlerine karşın mevduat faizleri suni şekilde baskılandı. TCMB kaynaklarına el atıldı. İhtiyat akçesi bütçeye alındı. Bu süreç içerisinde kamu ise hiçbir tasarrufta bulunmadı. TCMB rezervlerini kamu bankaları üzerinde kullanarak kurun baskılanabileceği zannedildi. Faizler enflasyonun altına indirilip negatif faiz ortamı yaratıldı. Yurtiçi tasarruf sahibi adeta döviz ve altın almaya teşvik edildi. Yabancılar da “TCMB’nin döviz rezervleri sınırlı, gün gelir biz buradan çıkamayız” düşüncesiyle Türk varlıklarından hızlıca çıktılar. Swap yasakları ve sürekli olarak “dış güçler” söylemi zamanında Türkiye’ye güvenmiş olan yabancıları ülkeden kaçırttı.

“Türkiye’de kriz olur mu?” sorusu sıkça sorulmakta. geldiğimiz nokta şu; Merkez Bankası swap sonrası döviz rezervleri son 1.5 yılda satılan 105 milyar dolar sonrası eksi 30 milyar doların altına düşmüş. Program tanımlı bütçe açığı neredeyse yüzde 6’ya ulaşmış. Asgari ücret Avrupa’nın neredeyse en düşüğü haline gelmiş. Enflasyon hala çift hanede. 2020 sonu enflasyonu büyük olasılıkla yüzde 11-12 olacak. İşsizlikte tarihi zirvedeyiz.5.5 milyon 15-29 yaş arası “ev gencimiz” var. Bu aslında adına kriz dense de, denmese de çok büyük bir sosyal sorunun olduğunu göstermekte. Ekonomide gelinen nokta içler acısı ve hak ettiğimizden çok aşağıda.

– Bahsettiğiniz hatalardan ders alınmamış ama…

Hedeflenmesi gereken şuydu. Sürdürülebilir düşük enflasyon, sürdürülebilir düşük faiz ve sürdürülebilir büyüme. Bunların başından “sürdürülebilir” kelimesini atarsanız düşük faiz, düşük enflasyon ve büyümeyi 3 aylığına başarırsınız. Ancak dördüncü ayda hem faizler, hem enflasyon yükselmeye başlar büyümeniz de kalıcı olarak düşer. Sürdürülebilirliği hedeflemediğiniz her şey günü kurtarıcı olur. Bu da eşitsizliklere ve adaletsizliklere hizmet eder. Daha birkaç ay önce aylık %0.64’ten konut kredisi kullandırıldı. O dönem o krediyi kullananlar ve müteahhitler kazandı. Kaybeden ise ileride kamu bankalarının ve bu kredilerden ortaya çıkacak zararını karşılayacak olan halk olacak.

– Yani bizim cebimizden Hazine’den karşılanacak bu paralar?

Bunların hepsi kamunun borçluluğunu artıran adımlar. Bu da ileride bizim vergilerimizle finanse edileceğini gösteriyor. İki yıl öncesine kadar döviz cinsi iç borçlanma Türkiye’de sıfıra inmişti. Şimdi 38 milyar dolara çıktı. Bunu şimdi vergi mükellefi olan veya tüketim yapan herkes ödeyecek.

İLK GÜNAH İŞLENDİ

– Hazine’nin yurt içinden döviz borçlanması ne tür risk getiriyor?

Devletlerin yurt içinde kendi yatırımcısından yabancı para cinsinden borçlanmasına literatürde ‘İlk Günah’ deniliyor. Özellikle gelişen ülkelere “mümkünse yurtdışından kendi paranızla borç bulun” deniyor. Bunu yapamayan ülkeler mecburen yurtdışından döviz cinsi borç alıyor. Ama hiç tavsiye edilmeyen ise “ülke içinden kendi paranızın dışında borç almayın.” Alırsanız ilk günahı işlersiniz. Bunu yapmanız için gerçekten ya çok çaresiz ya da çok bilgisiz olmanız gerekiyor. Türkiye’de 1990’larda bu yapıldı. Ama 2002’den sonra durduruldu ve 2012 yılında sıfırlandı. 2018’e kadar kimse bu ilk günahı işlemedi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle agresif şekilde döviz ve altın iç borçlanmasıyla bu miktar neredeyse sıfırdan 38 milyar dolara geldi. Kamunun döviz açığını ve döviz riskini arttıran bu durum Türk Lirasının her yeni değer kaybında çok ciddi bir vergi yükü oluşacağı anlamına geliyor.

KİŞİ BAŞINA 2 BİN DOLARLIK TAAHHÜT

– Hazine garantili projelerde yaklaşık 150 milyar dolarlık taahhüt söz konusu, bu yükün altından kalkılabilir mi?

Birçok KOİ ihalesi ve fizibiliteleri Türkiye’nin kişi başı milli gelirinin 2023’de 25,000 $’a ulaşacağı varsayımı ile yapıldı. Bugün ise bir “B planı” olmadığı ortaya çıktı. Açıkçası çok hesapsız kitapsız projeler yapıldı. Burada kimse gerçek yükümlülükleri bilmiyor. Kişi başına 2 bin dolarlık, vergi mükellefi başına da 12-13 bin dolarlık bir taahhüt söz konusu. Devlet benim adıma 2 bin dolarlık taahhüt vermiş ama kime hangi şartlarda verdiğini benden saklıyor..Bunların ihalelerinin gerçek bir rekabet ortamında yapılıp yapılmadığına ve revizyonların içeriğine bağlı olarak fiyatlarının ve şartlarının kesinlikle revize edilmesi gerekiyor. Yoksa altından kalkılmayacak bir yük olabilir.

KREDİ GERİ ÖDEMELERİNDE SIKINTI

– Eski bankacısınız, hem yurttaş hem işletmelerin ciddi kredi borcu var, bu kredilerin geri ödenmesinde sıkıntı olacak mı?

Mutlaka olacaktır. Özellikle tüketici ve esnaf kredilerinde ana para ödemeleri ekim ayında başlayacak. Cirolarda ciddi bir artış göremedik bunların ödemelerinde ciddi sıkıntı olacağı kesin. Bu kadar hesapsız ve saman alevi gibi sönen bir kredi genişlemesinin bankalara tahsili gecikmiş alacak olarak yansıması muhtemel.

– Net kadarlık batık olabilir?

Orada maalesef bir şeffaflık yok. Anlayabilmek için bankacılıkta gerçek anlamda tahsili gecikmiş alacakların şeffaf bir şekilde ortaya dökülmesi gerekir. Bankaların sağlıklı olduğunu o bagajlardan kurtulduktan sonra daha net anlamak mümkün. Ama maalesef sürekli “onu erteleyin, bunu da halının altında bırakın” talimatı gelince ortada kocaman bir soru işareti kalıyor.

YÜZLEŞME ŞART

– 2008 krizinde Türk bankaları ayakta kaldı, şimdi de güçlü mü?

Güçlü diyebiliriz. Tabi 2008’deki krizde daha az kredi bakiyesi söz konusuydu. Bu dönemde gelişen ülkelere çok para da gelmiyor. Türkiye’ye hiç gelmiyor. O yüzden buradan çıkmak çok kolay değil. Ben bankacılık rasyolarının sağlam olduğunu düşünüyorum, ancak sorunlarla yüzleşilemediği sürece önlerine bakmaları ve reel sektöre yeni destekler vermeleri de zor.

– O yüzleşmeyi kim yapacak?

Yüzleşmeyi kredi verenler, kredi alanlar ve devlet yapmalı. Bu üçünün aynı masada akılcı rasyonel bir yöntemle işi çözmesi gerekiyor. Şu anda üç tarafta da böyle bir irade görmüyorum. Kredi alanlarda mümkün olduğu kadar sorunu erteleme isteği var, devlet zaten sorunları ertelemeyi artık bir yönetim modeli haline getirmiş durumda, bankalar da buna uyum sağlıyorlar.

– Döviz kurunun belli bir seviyede tutulması için atılan adımlar da var, kur nereye varır?

TL son 3 yılda gelişen ülke para birimleri arasında Arjantin’den sonra en çok değer kaybeden para birimi oldu. Hem de bunu 105 milyar dolarlık TCMB rezervini satarak yapmayı başardılar. Kurun buraya gelebilmiş olması bile ne kadar büyük hatalar yapıldığının göstergesi. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi başladığı günden bu yana birikimli olarak enflasyon yüzde 30 artarken, TL yüzde 60 değer kaybetti. Olması gereken kurdaki artışın da bu düzeyde kalmasıydı.

– Yüksek kur, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, düşük büyüme bunlarla yaşamaya mı alışacağız?

Kurlardaki yüksek oynaklık, yüksek enflasyon yüksek faizler, yüksek işsizlik iki yıldır hızlanarak devam ediyor. Bu da fakirleşmek demek. Bunun ne kadar sürdürülebileceği sorusunun cevabı milletin bu fakirleşmeye ne kadar süre dayanacağıyla ilgili. Milletin fakirleşmeye ne kadar razı olup olmadığı da seçim sandığında cevabını bulacak.

DÖVİZLE OYNAMAKTAN VAZGEÇİN

– Çıkış reçetesi ne olur?

Kısa vadede yapılması gerekenler öncelikle krizden çıkış için kısa vadede “mahçup” faiz artışlarından vazgeçilmeli. Yerli yabancı yatırımcılara faizim şu diye açıkça iletişiminin kurulması, ona uygun bankaların fonlanması gerekiyor. İkincisi dövizle oynamak, kurda seviye belirleme işinden acil olarak vazgeçilmeli. Bununda iletişimi piyasayla iyi yapılmalı. Dövizi dövizle tutma hevesinden vazgeçmeli. Üçüncüsü bankacılık sistemine ve özerk kurumlara müdahaleden vazgeçilmesi ve buralara liyakatli kişilerin atanması gerekiyor. Dördüncü olarak gerçekçi bir bütçe revizyonu yapılmalı. Orta Vadeli Plan hala ortaya konmuş değil. Hala Türkiye’nin bu yılki büyüme hedefi resmi olarak yüzde 5. Son olarak devletin nerede ne kadar tasarruf edeceğinin ortaya konulması gerekiyor. Tabi Türkiye’nin gerçek bir demokrasisi ve bağımsız yargısı olmadıkça bu söylediklerimiz sadece kısa vadeli kazanımlar sağlayacaktır ve geçici pansuman olacaktır.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları