Sosyal Medya

Kerim Rota: Ne İstediniz de Vermedik?

10 Ağustos 2022

Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu’nun iki hafta önce İstanbul Sanayi Odası (İSO) toplantısındaki sözleri ekonominin gündemini oluşturdu.

Önce Kavcıoğlu’nun toplantıdaki bazı sözlerini alıntılayalım.

“Kavcıoğlu, 24 Şubat’tan bugüne şirketlerin ucuz kredi çekip 55 milyar dolarlık döviz aldıklarını tespit ettiklerini söyledi.

Kamu bankaları ortalama %15,8 faizle 500 milyar TL kredi verdi. Bu kredilerle gidip döviz aldınız, hepsinin listesi var, listede İSO üyeleri de var. Hem ucuz kredi alayım hem döviz alayım olmaz.”

Bir sanayicinin “Banka kredi için %36 faiz istiyor” demesi üzerine Kavcıoğlu “Alma abi alma” dedi ve “Özel bankalardan %22’nin üzerinde faizle kredi kullanmayın” ifadelerini kullandı.”

Altta Kalanın Canı Çıksın

TCMB’nin yasayla belirlenen görevi fiyat istikrarını sağlamak. Bunu başarmak için de araç bağımsızlığına sahip. Yasasından gelen bu güçle de tüm faizlerin belirleyicisi konumunda.

Görevi fiyat istikrarını sağlamak olan ve faizleri buna göre belirlemesi gereken TCMB Başkanı, şirketleri ucuz kredi kullanıp sonra döviz almakla suçluyor.

Başkan, toplantıda malını maliyetinin çok altında satan esnaf gibi yakınmış. Yaptığı ticaretten bu kadar zarar ederken müşterilerinin hâlâ şikâyetçi olması ağrına gitmiş. Tabii aslında zarar eden ne kendisi ne de hükümet. Bu sürdürülemez dengenin asıl zarar edenleri “ucuz” krediye ulaşımı olmayan ve dünyanın altıncı en yüksek enflasyonu altında ezilen milyonlarca vatandaş.

Onların kaybettiklerini şimdilik kazanan iki kesim var. İlki TCMB’den %14 faizle 1 trilyon TL borçlanma yapan bankalar. Bankaların portföylerindeki enflasyona endeksli tahvillerin getirisi yıllık %80’e ulaşırken %14 ile borçlanma imkânı kârlılıklarını sekiz katına çıkardı.

Kazanan ikinci kesim ise Kavcıoğlu’nun “Kamu bankaları ortalama %15,8 ile 500 milyar TL kredi verdi” diyerek yakındığı iş dünyası. Gerçekten de bu yılın ilk yedi ayında Türk lirası cinsi ticari krediler 1,85 trilyon TL’den 2,75 trilyon TL’ye yükseldi.

Tutar olarak 900 milyar TL’yi, oransal olarak %50’yi bulan bu artış, yılın ilk yedi ayında çok büyük bir parasal genişleme olduğunu gösteriyor. Genişleyen TL kredi tutarı olan 900 milyar TL ise ortalama kur ile yaklaşık 55 milyar dolar etmekte. Bu da TCMB Başkanı’nın sanayicilerin satın aldığını iddia ettiği döviz miktarı ile örtüşüyor.

Yılın sadece ilk yedi ayında oluşan üretici enflasyonu %70, tüketici enflasyonu ise %45 oldu. İş dünyası da ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını bu oranda artırdı. Bunların yanında kamu bankalarınca sağlanan yıllık %15,8 maliyetli kaynak neredeyse bedava kalıyor.

Bu verilere bakınca TCMB Başkanı’nın toplantıda söylediği gibi iş dünyasına vatandaşların kesesinden çok büyük bir kaynak transferi yapıldığı görülüyor. Başkan “Ne istediniz de vermedik?” diye sorsaydı hakkıydı.

Peki iş dünyası enflasyonun çok altında krediye ulaşıp kârlılığını artırırken, bankalar %14 ile borçlandığı parayı %80’lik tahvile yatırıp kârlarını katlarken, TCMB Başkanı da bu tatlı düzenin farkında olduğunu açıkça söylerken, tartışma neden çıktı?

Sorun sadece 55 milyar dolar döviz talebiyle sınırlı olsaydı birkaç yatıştırıcı söz ile uzlaşma sağlanır, gündeme de bu kadar düşmezdi.

Her Şey Bitmiştir Artık, Yolumuz Ayrılıyor

Oysa artık iki taraf için de sorun bambaşka.

İş dünyası ve bankalar açısından sorun, kârlılıklarını katlayan bu tatlı düzenin Mayıs ayından itibaren tatsızlaşmaya başlaması. Son yapılan BDDK ve TCMB düzenlemeleriyle kredi faizleri yükseliyor.

TCMB Başkanı da bunu toplantıda net bir şekilde söyledi. Gelen bir soruya cevap verirken “Onun için kredileri durdurduk” dedi. Aşağıda TCMB faizi ile ticari kredi faizleri arasındaki son dönemlerdeki farklılaşmayı görebilirsiniz.

Bankalar da yeni düzenlemelerle artık %14 ile TCMB’den borçlandıkları parayı enflasyona endeksli tahvillere yatıramaz hale geldiler. Onlar da artık almaya hiç de gönülleri olmayan 5 ve 10 yıllık tahvilleri almak zorundalar.

İş dünyası son bir yılda %15’lerden %100’lere gelen enflasyona rağmen düşük kredi faizleri ile kârlılığını hızla artırdı. Enflasyonun yükselmesi nedeniyle erkene çekilen iç talep nedeniyle de ciroları arttı.

Bu dönemde hiçbir meslek örgütü açıkça enflasyonu patlatan bu politikalara karşı net bir duruş göstermedi. Gündemde hep kredi faizlerini ve döviz kurunu tuttular. Şimdi hesabı geri ödeme zamanının geldiğini anladılar. Hem kredi faizleri yükseliyor hem de iç talep düşüyor. %140’a varan üretici enflasyonu nedeniyle değer kaybeden TL’ye rağmen ihracattaki rekabetçilikleri de azalıyor. Enflasyonun kısa vadeli kazananları oldular ancak uzun vadeli kaybedenleri olacaklarını da anladılar. Toplantıda tansiyonun yükselmesinin bir nedeni bu.

Kredi Faizlerini Saray’a İlk Kim Şikâyet Edecek?

TCMB açısından sorun ise ihracatçıların dövizinin %40’ını TCMB’ye bozdurma zorunluluğuna rağmen hâlâ rezerv kaybetmesi. TCMB politika faizini enflasyonun %65 altında tutmakta ısrar ediyor. Bu politikalar nedeniyle Türk lirası kredi kullanmak için muhteşem, tasarruf etmek içinse felaket bir para haline geldi. Tasarruflarını hâlâ Türk lirasında değerlendirenler varlıklarını iş dünyasına armağan ediyorlar denebilir.

İlk yedi ayda kasasına gelen her dövizi satmaktan başı dönen TCMB Başkanı, KKM artık doygunluğa geldiğinden faizler yükselmezse çok daha fazla rezerv kaybedeceğini gayet iyi biliyor. Emir kulu olduğu için bu döngünün yaratıcılarına bir şey söyleyemediğinden hırsını döviz alan sanayiciden çıkartmaya çalışıyor.

Kredi faizlerinin, kendinin de içinde bulunduğu kurumlarca yapılan düzenlemelerle yükseldiğini gayet iyi bilmesine rağmen, eninde sonunda iş dünyasının yüksek faiz şikâyetinin Cumhurbaşkanı’na ulaşacağını biliyor. Bu nedenle %22’nin üzerinde faizle kredi kullanmayın” tavsiyesi veriyor. %22 kredi faizini Cumhurbaşkanı’na bir şekilde açıklayabilir ancak %40-%50’yi asla anlatamaz. Bu dengenin sürdürülemez olduğunu herkes gibi o da biliyor, ancak önemli olan seçimlere kadar büyük bir kaza yapmadan mevcut pozisyonlarını koruyabilmek. Toplantının tansiyonunun yükselmesinin önemli bir nedeni de bu.

55 Milyar Dolar Nereye Gitti?

İş dünyası gerçekten aldığı kredi ile döviz satın aldı mı? Bunu anlamak için şirketlerin bankalardaki döviz hesaplarının gelişimine bakmak yeterli.

tüzel kişi yp mevduatları

Şirketlerin döviz hesapları yılbaşında 80 milyar dolar iken bugün 73 milyar dolar. Şirketlerin döviz varlıkları, bırakın artmayı azalmış bile. Peki bu döviz almadıklarını, yani TCMB Başkanı’nın verileri bilmediğini mi gösterir? Bu sorunun cevabı hayır. Şirketler aldıkları döviz ile dış borçlarını ve ithalat bedellerini ödediler. TCMB Başkanı’nın sanayicileri stokçulukla suçlaması da bundan. Şirketlerin stoklarını olağanın dışında artırarak döviz rezervini harcadıklarından şikâyet ediyor. Ancak stokların gerçekten artıp artmadığını konusu da tartışmalı. Haluk Bürümcekçi’nin Gazete Oksijen’deki yazısı konuya ışık tutuyor.

Bilinenler ve Bilinmeyenler

TCMB Başkanı sattığı döviz miktarını gayet iyi biliyor. Bankaların yılın ilk yarısında dağıttıkları kredilerin iş dünyasına neredeyse hibeye dönüştüğünün de farkında.

Ancak şirketlerin, tüketicilerin ve tasarruf sahiplerinin %65 negatif faiz ortamında kendilerini korumak için nasıl davranacakları konusunda hiçbir şey bilmediği veya bilmiyor gibi görünmeyi tercih ettiği kesin.

Hiçbir iş insanı %15 ile kullandığı krediyi hükümetin beceriksiz politikaları nedeniyle bir yılda %100 artacağını bildiği hammadde yerine TL mevduata yatırmaz. Hiçbir tasarruf sahibi alın teriyle elde ettiği birikimini kredi kullanana hibe etmek için Türk lirasında tutmak istemez. Bunları bilmek için TCMB başkanı olmaya gerek yok. Ev bütçesini idare eden herhangi biri, hızla artan fiyatlara karşı tüm harcamalarını maaşını alır almaz yapmayı bilir. Sabit gelirli bir çalışan, ihtiyacı olmasa bile kredi kartına aylık %1,80 den borçlanıp kalanını maaşına enflasyon farkını alınca ödemeyi bilir.

Toplantının manşeti bir sanayicinin “Banka kredi için %36 faiz istiyor” demesi üzerine Kavcıoğlu nun “Alma abi alma” cevabıydı. Bunu söyleyen TCMB Başkanı, kendi kurumunun kendi imzasıyla Eylül 2021’de yayınladığı “Sektör Bilançoları” raporunun muhtemelen kapağını bile açmamış. 2009 yılından bu yana yayınlanan rapora göz gezdirmiş olsaydı, Türkiye’de operasyonel işletme sermayesi ihtiyacının satışların %15’ine, toplam borçların ise %56’sına ulaştığını görürdü. Üstelik son rapor 2020 yılına ait. Bu kadar enflasyonist bir ortamda bu oranların çok daha yukarı çıkmış olması çok muhtemel.

“Alma abi alma” dediği sanayicinin işletme sermayesi ihtiyacı her gün artarken, bankalardaki limiti artık artmıyor. Sanayici bulup buluşturup şirketine özkaynak koysa, bu enflasyonist ortamda koyacağı sermayeyi devletin vergi olarak üç senede elinden alacağını biliyor. Dolayısıyla iş dünyası için kredi almamak aslında üretmemek demek.

Oyuncuları Tebrik Ederim, Çok Güzel Oynamışlar

Masanın her iki tarafında da kısa vadeli kazanımlarını kaybetmemek adına oturanlar sonuçta enflasyon dışında her şeyi konuştular.

Oysa enflasyonun kazananı olmaz. Kısa vadede kazandığını zannedenler o kazanımlarını misliyle geri öderler. Kimi parasıyla geri öder, kimi koltuğu ve varsa itibarıyla.

Perspektif

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları