Sosyal Medya

Kerim Rota: Boş Vere Boş Vere…

22 Şubat 2023

Ülkemiz 1999 Marmara depreminden 24 yıl sonra yine ağır depremler yaşadı. Yazılacak, söylenecek çok şey olsa da acılar çok taze. Bu afette hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Yaralılara şifa, sevdiklerini kaybedenlere de sabır diliyorum. 

Depremden bu yana aklımız ve vicdanımız başka bir konuyu konuşmayı veya gündelik hayata geri dönmeyi kaldırmıyor. Bunu deprem kurbanlarına ve mağdurlarına yapılmış bir saygısızlık olarak görüyoruz.

Ancak bir an önce yaşanan depremin ülke olarak muhasebesini yapıp, mağdurlara planlı ve sağlıklı destek sağlamak ve ülkemizin yaralarının nasıl sarılacağına da kafa yormak gerekiyor. Aksi takdirde geride kalanlara ikinci bir afet yaşatmış olacağız.

Bu nedenle 6 Şubat depremlerinin ülkemiz için ekonomik etkilerinin ne olacağını artık bilmemiz gerekiyor. Tabii ki henüz yıkımın boyutları netleşmemişken bunun sağlıklı bir şekilde hesaplanamayacağını söyleyenler de var.

Ancak 1999 depreminden bu yana teknolojinin ve iletişimin gelişimini göz önüne alınca bu hesaplamanın çeyrek yüzyıl öncesine göre daha hızlı ve sağlıklı yapılmasını beklemek de hakkımız olsa gerek.

8 Eylül 1999 DPT Raporu

17 Ağustos 1999 depreminden tam üç hafta sonra, 8 Eylül 1999’da Devlet Planlama Teşkilatı depremin ülkemize ekonomik etkilerini ortaya koyan 127 sayfalık bir ön rapor hazırlamış. 

Bu raporda DPT, depremin sermaye birikimi ve milli gelir üzerinde 9 ila 13 milyar dolar etkisinin olacağını hesaplamış. Kamu finansmanına gelecek yük ise 6,3 milyar dolar olarak hesaplanmış. Bu yükün 2,5 milyar dolarlık kısmının dış yardımlar yoluyla karşılanacağı belirtilmiş. Kalan 3,8 milyar doların finansmanı için de bazı tavsiyeler yapılmış. 

O günkü hükümet, depremin ardından önce acil yardımlar için 500 trilyon TL (1,2 milyar dolar) tutarında bir ek bütçe çıkardı. Kısa bir süre içinde de 4481 sayılı Kanun’u yasalaştırarak aşağıdaki önlemleri aldı. Bu önlemler;

  • Gelirler ve Kurumlar vergisine ilave yüzde 5 ek gelir vergisi,
  • Yüksek ücretlerden (yıllık 12 milyar TL’yi aşan) alınacak ilave yüzde 5 vergi,
  • Götürü usulde beyan verenlerden ek yüzde 5 vergi,
  • Tek seferlik ilave Motorlu Taşıtlar Vergisi
  • Birden fazla veya 200 m2’den büyük konutları olanlara ek emlak vergisi,
  • Özel İletişim Vergisi (sonraları kamuoyunda deprem vergisi olarak tanındı).

DPT depremin büyüme, enflasyon, ödemeler dengesi, dış ticaret üzerine olası yansımalarını analiz etmiş. Rapor sadece ekonomik etkileri incelemekle kalmamış, molozların kaldırılması esnasında oluşabilecek çevre dahil birçok faktörü ele almış.

Bu rapor yazıldıktan 2 ay sonra Düzce depremini yaşadık. DPT Düzce depremi sonrasında yaptığı hesaplamalarda bu iki depremin doğrudan ve dolaylı maliyetinin 15-19 milyar dolar arasında olacağını belirtmiş.

Söz konusu çalışmada tahmin aralıklarının üst sınırları toplandığında depremlerin ekonomik etkisinin milli gelire oranı yüzde 5,9’a ulaşıyordu. Bugünkü GSYH düzeyi ile bu etki yaklaşık 52 milyar dolara denk gelmektedir.

Aradan geçen yıllarda DPT’nin yaptığı bu ilk tahminlerin oldukça isabetli olduğu görüldü.

Dolayısıyla 1999 depremi sonrasındaki 2-3 haftada o günkü devlet kurumları ve aklı, en azından afetin ekonomik maliyetini tahmin etmiş ve hükümetin buna uygun kanunları çıkarması için yol göstermiş.

TCMB’den 30, Ziraat Bankası’ndan 20

6 Şubat sonrası geçen 2 haftada ise devlet kurumlarından depremin olası maliyetleri konusunda bir bilgi almadık. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde devletin tüm kapasitesinin tek adamın kapasitesine indirgenmiş olduğunun farkındaydık ancak deprem bunu net bir şekilde ortaya koydu. Bugün açıklanan vefat ve yaralı sayıları üzerinde bile ciddi bir şüphe oluşmuş durumda. 

Şu ana dek depremin ekonomik etkileriyle ilgili elimizdeki tek veri birkaç ekonomistin ve yabancı kuruluşun tahminlerinden ibaret. Burada da bahsedilen kayıp tutarları 20 ila 85 milyar dolar arasında büyük farklılık gösteriyor.

Hükümete yol göstermekle sorumlu birçok kamu kurumunu ise geçen hafta ortak TV yayınında bağış için rekor tutarlar açıklarken gördük.

Depremin enflasyona, kurlara, faizlere, bütçeye ve kredilere etkileri konusunda topluma bilgi ve güven vermesi beklenen TCMB başkanı canlı yayına bağlanıp 30 milyar TL bağış yaptı. Ertesi gün yaptığı açıklama ile 2023’te yaptığı bağışı Hazine’ye aktaracağı 2022 kârından mahsup edeceğini söyledi. Meğer canlı yayına bağlanıp bağışladığı miktar, Nisan ayında Hazine’ye zaten aktaracağı paramızın Şubat ayında AFAD’a gönderilmesinden ibaretmiş. Üstelik bu bağışı yapmasa Hazine’nin bunu farklı alanlarda kullanabileceğini, böylece paranın depremzedelere gitmesini garanti altına aldıklarını söyledi. TCMB Başkanı iki kamu kurumu arasında husumete varan çekişmeyi herhalde bundan daha açık ifade edemezdi. Bununla da bitmedi, eğer bu bağışı yapmasalar normal süreçte diğer ortaklara da kâr payı ödeyeceklerini, böylece bundan kurtulduklarını söyledi. Oysa TCMB, Hazine dışındaki diğer ortaklara her yıl maksimum 3.000 TL (yazı ile üç bin Türk lirası) ödüyor. Başkan muhtemelen bunun farkında bile değil.

2022 sonunda Hazine’den 60 milyar TL sermaye alan kamu bankaları TV şovunda 41 milyar TL bağışladılar. Aradan 48 saat geçmeden Hazine’ye sermaye artırımı için tekrar başvurdular. Aksi takdirde bağış yoluyla düşecek sermaye yeterlilik oranları nedeniyle mevcut kredilerini bile bilançolarında taşıyamaz hale geleceklerdi.

Kamu kurumlarının bu halini görünce arama-kurtarma ve acil yardımda oluşan aksaklıklara şaşırmamalı. Muhtemelen önümüzdeki günler ve haftalarda da afetin kamuya ve ülkemize ekonomik etkileri konusunda derli toplu bir paylaşım yapılmayacak. İhtiyaç çıktıkça günübirlik kararlar alınacak, hatta bazı lobilerden gelecek baskılar nedeniyle bu kararlardan geri dönüşler de olacak.

Ekonomik Etki Ne Düzeyde Olabilir?

1999 Marmara depreminin fiziksel olarak en çok etkilediği dört il olan Kocaeli, Sakarya, Yalova ve Düzce’nin toplam nüfusu o tarihte yaklaşık 2 milyon kişiydi. O günlerde 64 milyon olan nüfusumuzun yaklaşık yüzde 3’ü bu dört ilde yaşamaktaydı.

6 Şubat depremlerinden en çok etkilenen beş ilimiz olan Adıyaman, Hatay, Malatya, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te yaşayan nüfusumuz ise 6,5 milyonun üstünde. Bu illerin bugün nüfus içerisindeki payı yüzde 7,6. Dolayısıyla 6 Şubat depremlerinin yıkıcı şekilde etkilediği vatandaşlarımızın sayısı 1999 depremine göre çok daha fazla.

Milli gelir içindeki oran ile karşılaştırılınca 1999 depreminin en çok etkilediği dört ilin milli gelir içindeki payı o tarihte yüzde 5,8 civarındaydı. 6 Şubat depremlerinin en çok etkilediği beş ilimizin milli gelir içerisindeki payı ise yüzde 5,1 

Son felaketin yapı stoku kaybında Marmara depremine göre çok daha büyük etkide bulunması olası görünürken, üretim kaybının daha sınırlı kalabileceği söylenebilir.

6 Şubat depremlerinde sabit varlıklardaki en önemli kayıp yapı ve bina stokundaki kayıplar olacaktır. Marmara depreminde 28 bin yapı ağır hasarlı/yıkık, 28 bin yapı orta hasarlı ve 31 bin yapı hafif hasarlı olarak kayıtlara geçmiş. Sonrasındaki güncellemelerle yaklaşık 300 bin yeni bağımsız bölüm ihtiyacının ortaya çıktığı belirtilmiş.

6 Şubat depremlerinde hasar gören yapı stoku ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın açıklamalarına göre aşağıdaki gibidir (19 Şubat verileri):

– 20.662 binada 71.052 bağımsız bölüm yıkılmış durumda,

– 105.794 binada 384.545 bağımsız bölüm acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı,

– 407.786 binada 1.409.654 bağımsız bölüm orta hasarlı, 

– 205.086 binada 1.091.720 bağımsız bölüm az hasarlı, 

– 87.653 binada 254.111 bağımsız bölüme ise girilememiş durumda.

Bakanlık’ın bu verilerine bakınca maalesef 6 Şubat depremlerinde yapı ve bina stokundaki kaybın Marmara depreminin üç katına ulaşabileceği görülüyor. 

Eldeki öncü verilerle bile baştan yapılmak zorunda olan bağımsız bölüm sayısı 800 binin üzerinde olacak görünüyor.

Barınaksız kalacak ve kamu desteği ile yaşamını sürdürmek zorunda olacak vatandaşlarımızın sayısının da bölgenin ekonomik şartları nedeniyle 1999’un üç katını bile aşması muhtemel.

Dolayısıyla toplam maliyetin 1999 Marmara depremi faturasının bugünkü değeri olan 52 milyar doların çok üzerine çıkması olası.

Sorunları 3 Ay Görmezden Gelsek Ne Olur Ki?

Bu öncü veriler ortadayken hükümet, bu afetin ekonomik faturasının kamu kurumları ve vatandaşlardan gelecek bağışlarla ve mevcut bütçeyle ödenebileceğini sanıyorsa çok yanılıyor.

Karşılaştığımız afet 1999’da olduğu gibi çok acil yeni bir bütçe yapılmasını gerektiriyor. Yeni vergilerle ve borçlanmalarla, hatta belki de TCMB aracılığıyla yapılacak parasal genişlemeyle kamu harcama kapasitesinin artırılması gerekiyor. Bunların sonucunda da enflasyon, cari denge, borç stoku, döviz rezervi verilerimizde kötüleşme olacak.

1999 depremi öncesindeki iki çeyrekte ekonomimiz Rusya krizinin etkisiyle yüzde 8,5 ve yüzde 6,1 küçülmüştü. Şirketler, çalışanlar, esnaf, zaten daralan ekonominin olumsuzluklarını yaşıyorlardı. Bu olağanüstü dönem, olağanüstü tedbirler gerektirmişti.

Bugün de buna benzer tedbirler gerekiyor. Ancak 2022 paylaşım açısından 1999’dan çok farklı oldu. 2022’de uygulanan negatif faiz ve oluşan yüksek enflasyonun kazananları bankalar, şirketler ve kamu oldu. Banka ve şirket kârları “süper kârlar” olarak tanımlanacak hale geldiler. Vahşi servet transferinin kaybedenleri ise ücretli çalışanlar, işsizler, emekliler, sabit gelirliler ve gençler oldu. Dolayısıyla geçen seneki kârının yüzde 1’ini bağışlayıp hayatına eskisi gibi devam edeceğini sanan banka ve şirketlerin üstlenmesi gereken yüklü bir fatura olması gerekiyor. Envanterinde onlarca uçak ve 100 binin üzerinde otomobil olan kamunun, çoklu maaş ve huzur hakkı alan kamu çalışanlarının ne fedakârlık yapacağının görülmesi gerekiyor.

Eğer karşılaşacağımız faturanın tutarı ve üstlenicileri şeffaf bir şekilde toplumla paylaşılmaz ise korkarım birkaç hafta içinde afetin ekonomik etkilerini ciddiye almaktan uzaklaşacağız. 

Yardım ve bağışların miktarı ve nereye harcandığı şeffaf ve hesap verilebilir şekilde paylaşılmazsa hükümetin artan itibar açığı nedeniyle ilk günlerde oluşan dayanışma ruhunun azalması da olası. Maalesef böyle bir durumda deprem mağdurları devletin kısıtlı mali ve yönetim kapasitesiyle baş başa kalabilirler.

Bugünkü Aklım Olsaydı, Harcar Mıydım Günlerimi?

Seçimlere çok az kaldığı için hükümet muhtemelen faturanın açıklanmasını ve ödenmesini seçim sonrasına ertelemek niyetinde. Oysa sandığa gidecek vatandaşların oy isteyenlerden faturayı kimin, nasıl ödeyeceğini öğrenmek istemesi en doğal hakkı.

Cenk Yaltırak hocanın deprem için defalarca dile getirdiği gibi, kovayı taşıran son damla değil içindeki sudur. Seçime kadar kalan 3-4 ayda sorunlarla yüzleşilmezse kovanın hükümetin beklediğinden daha önce taşması mümkün. 

Bugün karşılaştığımız faturayı görünce sormadan edemiyoruz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kabinesinin kurulduğu Temmuz 2018’den bu yana;

  • 200 milyar dolardan fazla döviz rezervimiz neden bir ego tatmini uğruna satıldı?
  • Enflasyonumuz nasıl yüzde 80’lere kadar yükseldi? 
  • Borç stokumuz neden dört katına çıktı?
  • Kamu faiz ödemelerimiz 2017’den 2023’e neden 10 katına çıktı?
  • Henüz ödenmemiş iç borç faizlerimiz neden yedi katına çıktı?
  • Konut fiyatlarının altıya katlanmasında akıl dışı para politikasının rolü neydi?
  • 10 milyar doları aşan kamu kaynağı KKM ile birkaç 100 bin mevduat sahibine neden aktarıldı? 

Bu kaynaklara ve mali alana bugün ne çok ihtiyacımız olduğu ortada değil mi?

Boş Vere Boş Vere Ne Hale Geldik

Bu deprem bizi yönetenlerin mega yatırımlar, Kanal İstanbul ve ücretli yollarla övünürken yaşam hakkına yatırımı nasıl da ihmal etmiş olduklarını gösterdi.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati depremden dört gün önce, 2 Şubat’ta “Türkiye Yüzyılı Zirvesi ve Para Sohbetleri” programında yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Gücümüz var. Dayanışmamız kuvvetli, altyapı yatırımlarını tamamlayan bir ülkenin vatandaşı mıyız? Vatandaşıyız.”

Dört ilimizde nüfusun yarısının deprem mağduru haline düşmesinden birkaç gün önce Hazine ve Maliye Bakanımız ülkenin altyapısının tamamlanmış olduğuna inanıyordu. Yeni yatırım ihtiyacımız kalmamıştı. Artık faizleri düşürebilir, kuru tutmak için kamu kaynaklarından büyük mevduat sahiplerine para aktarabilirdik.

Buna inanan bir Bakanımız ve onu bu göreve layık görüp atayan Cumhurbaşkanımız varken mali alanımızın ve kaynaklarımızın insanlarımızın yaşam hakkı yerine finans piyasalarının terbiyesine ve inşaat rantına kullanılmasına neden şaşırıyoruz ki?

Perspektif

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları