Dünya Ekonomisi
ABD Karayiplerde Ne Yapmaya Çalışıyor? Uyuşturucuyla Savaş mı, Güç Gösterisi mi?
Amerika Birleşik Devletleri’nin Karayipler bölgesinde son dönemde artan askeri faaliyetleri, dünya kamuoyunda dikkat çekiyor. Resmî açıklamalarda bu operasyonların “uyuşturucuyla mücadele”…
Amerika Birleşik Devletleri’nin Karayipler bölgesinde son dönemde artan askeri faaliyetleri, dünya kamuoyunda dikkat çekiyor. Resmî açıklamalarda bu operasyonların “uyuşturucuyla mücadele” kapsamında yürütüldüğü belirtiliyor. Ancak askeri yığınağın boyutu ve hedefteki ülkelerin siyasi yapıları düşünüldüğünde, Washington yönetiminin perde arkasında çok daha geniş bir strateji izlediği yönündeki yorumlar giderek güçleniyor. Özellikle Venezuela çevresinde yoğunlaşan hareketlilik, ABD’nin bölgedeki uzun vadeli hedefleriyle ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Porto Riko’da Geri Dönüş: 20 Yıl Sonra Yeniden Açılan Üs
Karayipler’in stratejik noktalarından biri olan Porto Riko’daki Roosevelt Roads deniz üssü, 2004 yılında kapatılmıştı. Yaklaşık yirmi yıl boyunca atıl durumda kalan üs, şimdi Amerikan ordusunun en gelişmiş savaş uçakları, saldırı dronları ve nakliye uçaklarıyla yeniden faaliyete geçti. Bu dönüşüm, Washington’un bölgeye yönelik yeni bir güvenlik konsepti geliştirdiğini gösteriyor.
ABD yalnızca Porto Riko’da değil, çevredeki ada ülkelerinde ve uluslararası sularda da askeri varlığını belirgin biçimde artırıyor. Karayip Denizi’nde savaş gemileri, nükleer denizaltılar ve radar sistemleri devreye sokulmuş durumda. Bu dev yığınak, resmi açıklamalarda uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele olarak sunulsa da, bölgedeki birçok gözlemci bunun Venezuela’ya karşı bir güç gösterisi olduğunu düşünüyor.
Uyuşturucuyla Mücadele Görünümü Altında Siyasi Hedefler
Washington yönetimi, bazı Latin Amerika kartellerini terör örgütü ilan ederek askeri operasyonlara hukuki zemin hazırladı. Bu örgütlerden biri olan Tren de Aragua, ABD’ye göre Venezuela lideri Nicolas Maduro tarafından destekleniyor. Bu gerekçeyle, Venezuela açıklarında “uyuşturucu tekneleri” olduğu iddia edilen hedeflere hava saldırıları düzenleniyor. Ancak bu operasyonlar, önceki dönemlerdeki sahil güvenlik uygulamalarından oldukça farklı.
Normalde ABD Sahil Güvenliği şüpheli tekneleri durdurur, mürettebatı gözaltına alır ve yasal süreç başlatırdı. Fakat son dönemdeki uygulamada tekneler doğrudan havadan vuruluyor. Bu da operasyonların yargısız infaz niteliği taşıdığı yönünde eleştiriler doğuruyor. Birleşmiş Milletler insan hakları uzmanları da bu tür saldırıların uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtiyor.
Trump yönetimi, uyuşturucu ile mücadeleyi öncelikli hedeflerinden biri olarak göstermişti. Ancak operasyonların ölçeği, amacın sadece uyuşturucuyu durdurmak olmadığını düşündürüyor. Özellikle Venezuela lideri Maduro’nun “olağanüstü hal ilan ederim” açıklaması, iki ülke arasında gerilimin askeri bir krize dönüşebileceğine işaret ediyor.
Maduro, Petrol ve Yoksulluk Üçgeni
Venezuela, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden biri. Ancak yıllar süren kötü yönetim, yolsuzluk ve uluslararası yaptırımlar nedeniyle bu potansiyel tam anlamıyla değerlendirilemiyor. Ekonomik çöküş, milyonlarca Venezuelalının ülkeyi terk etmesine yol açtı.
ABD ile Venezuela arasındaki gerilim aslında yeni değil. Hugo Chavez döneminde başlayan ve 2005’ten itibaren ekonomik yaptırımlarla derinleşen süreç, Maduro döneminde daha da sertleşti. Washington yönetimi, 2018 seçimlerini gayrimeşru ilan etmiş, Maduro’yu devlet başkanı olarak tanımamıştı. Muhalefet liderleri ya sürgüne gitmiş ya da sessizliğe gömülmüştü.
Bu koşullar altında ABD’nin “uyuşturucuya karşı savaş” adı altında yürüttüğü operasyonların, Maduro rejimini zayıflatmaya yönelik olduğu düşünülüyor. Zira tarihte benzer bir örnek mevcut: 1989’da Panama lideri Noriega, “uyuşturucu kaçakçılığı” suçlamasıyla ABD’nin askeri müdahalesi sonucu devrilmişti. Şimdi benzer bir senaryo Karayipler’de yeniden sahneye konuyor olabilir.
Yeni Monroe Doktrini: ABD’nin Batı Yarımküre Planı
Trump yönetiminin Karayipler ve Güney Amerika’daki politikaları, 19. yüzyılda ilan edilen Monroe Doktrini’ni hatırlatıyor. Bu doktrine göre, Amerika kıtasının kaderi yalnızca Amerikalılara aittir ve Avrupalı güçlerin bu bölgeye müdahalesi kabul edilemez. Bugün bu anlayış farklı bir biçimde yeniden gündeme geliyor.
ABD, bölgedeki varlığını artırırken, Çin ve Rusya gibi küresel aktörlerin Venezuela üzerindeki etkisini sınırlamaya çalışıyor. Özellikle petrol zengini Guyana ile yapılan ortak askeri tatbikatlar, Washington’un bölgedeki nüfuzunu genişletme çabasını açıkça gösteriyor. Guyana ile Venezuela arasında yıllardır süren sınır anlaşmazlığı, hem kara hem de denizdeki zengin petrol rezervleri nedeniyle stratejik önem taşıyor. ABD’li enerji şirketlerinin bu bölgeye olan ilgisi de bu politikayı güçlendiriyor.
Trump döneminde Panama Kanalı’nın geri alınabileceği yönündeki açıklamalar, Kanada ve Grönland gibi ülkelerle ilgili ironik ama dikkat çekici ifadeler, ABD’nin kendi kıtasında “etki alanını yeniden tanımlama” niyetini gösteriyor. Bu politikaların tamamı, askeri güçle desteklenen yeni bir bölgesel doktrinin işaretleri olarak değerlendiriliyor.
Karayiplerde Yeni Dönem: Uyuşturucudan Öte Bir Mesaj
Tüm bu gelişmelerin ortak noktası, ABD’nin Karayiplerdeki askeri varlığını yalnızca bir güvenlik önlemi olarak değil, aynı zamanda küresel güç dengesinde yeniden konumlanma aracı olarak kullanmasıdır. Uyuşturucu ticareti, elbette bölge ülkeleri için ciddi bir sorundur. Ancak hava saldırıları, nükleer denizaltı devriyeleri ve savaş gemisi sevkiyatları gibi hamleler, klasik bir “uyuşturucu operasyonu”ndan çok daha ötesine işaret ediyor.
