Sosyal Medya

Dr Cüneyt Akman yazdı:  Kılıçdaroğlu niçin haklı?

13 Ağustos 2022

Dün bir sosyal medya kullanıcısı bana şöyle bir tvit atmış: “Bide ekonomist olacaksınız bize indirim değil refah lazım”

Konu şu tvitimle ilgili:

 

Benzer tepkilerin daha nazik üsluba sahip olanların bazıları da iktisatçılardan geldi.

Belki beni yeterince takip etmemiş olan bir kısmı bunu Kılıçdaroğlu’na koşulsuz bir destek veya bir cins “yağcılık” olarak görmüş olabilir ama sanırım asıl mesele bu tür bir “desteği” iktisatçılığa, bilim insanlığına yakıştıramamış olmaları…

Halbuki ben özellikle dar ve orta gelir gruplarının tüketim sepetlerine yönelik ağır dolaylı vergileri eskiden beri hem medyada hem sosyal medyada defalarca eleştirdim; bu kesime yönelik vergilerin indirilmesini savundum.

Evvelden beri arabalar üzerindeki ağır vergileri de şiddetle eleştirdim. Toplu taşıma ile mütevazı bir araba sahipliğini; demiryolu ile karayolunu birbirine alternatif gibi koymanın yanlışlığını ise makale konusu yapalı en az bir 20 yıl oluyor.

Yani beni takip edenler bu fikirlerimi daha önce de eleştirebilirlerdi. Hiç rastlamadım.

Bu “sen ne biçim iktisatçısın?” benzeri tepkiler ilk kez başıma gelmiyor. Daha yeni bu sitede yazdığım “asgari ücret yazısı nedeniyle üstelik bir kısmı da sol/ sosyal demokrat eğilimli iktisatçılardan eleştiri aldım.

(O yazıyı okumak için Bkz: https://tele1.com.tr/asgari-ucret-enflasyon-yaratir-safsatasi-652530/ )

Bu tür halk yararına tezleri olan yazılara acaba niçin bu kadar çabuk tepki alıyoruz?

Bunun birkaç sebebi var. Kanımca en önemlisi iktisat eğitiminde daha birinci sınıftan itibaren verilen “endoktrinizasyon.”

İktisat derslerini ilk kez vermeğe başladığımda fark ettiğim bir husus şuydu: En anlamlı sorular iktisada giriş dersi öğrencilerinden geliyordu. Üçüncü, dördüncü sınıflarda, sunulan teorik önkabulleri sorgulayan, itiraz içeriği taşıyan sorular artık neredeyse yok denecek kadar azalıyordu.

Bir kez “formatlandığınızda” iktisatta bilgi seviyenizin, akademide rütbenizin artması bu kusurunuzu azaltmıyor hâttâ kötüleştiriyordu.

“HEPSİ HALKA KARŞIDIR!”

Cem Karaca’nın oldukça radikal bir şarkısı vardı: Hepsi Halka Karşıdır! ya da asıl ismiyle “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini”

Müziği pek güzel, sözleri de çarpıcıdır; bir kuplesini verelim şurada:

“Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları
Hepsi halka karşıdır
Kanunları, yönetmelikleri, bütün kararları
Hepsi halka karşıdır
**
Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları
Hepsi halka karşıdır
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak
Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini”

1970’lerde bu şarkı popüler olduğunda bazıları haklı olarak itiraz etmişti: Yargıçların da, savcıların da, polislerin de, basının da halkın yanında olanları var. En azında o sıralar bu birçokları için doğruydu da…

Fakat ya iktisatçılar?

Elbette iktisatçılarda da halktan yana tutum alanlar vardı hâlâ da var. Fakat kabul edelim mesleğimizdeki, bilhassa akademide çalışanlar arasında, bütün yukardaki mesleklere taş çıkaracak derecede “halk karşıtı” düşünceler zihinlerde egemenliğini sürdürüyor.

Ne zaman halktan yana bir öneri gelse iktisatçıların önemli bir kesiminin tepkisi cepte hazır:

Bu öneriniz enflasyonu azdırır; sonuçta halka faydadan çok zarar verir!”

“Bu tedbir işsizliğe sebep olur. İşsiz kalmanız sanki daha mı iyi?”

“Bu iddianız ‘bilimsel’ değil!” (Niye değil, bir türlü izah edilmez: İktisatçıların Büyük Sırrı)

“Bu teklifiniz popülizmdir!” (Popülizm”i kasıtlı olarak yanlış tanımlamak…)

DOĞUŞTAN GELEN HASTALIK

Bu iktisadın (economics) biraz doğuştan gelen bir hastalığı sanki…

İktisat daha baştan kendisini “kötümser” (dismal) ve “ahlakdışı” (amoral veya immoral) ilan etmiş bir “bilim.”

(İktisadın “immoral” olduğu ve bunun da iyi olduğunu savunan bir İngilizce makale ve kitap için Bkz. https://www.econlib.org/library/Columns/y2020/McCulloughimmoral.html )

Sorunun bir kısmı “pozitif bilim” kavramından ve iktisadın “pozitif” ve normatif” diye suni olarak ikiye ayrılmasından geliyor. İktisadın veya diğer sosyal bilimlerin zorla fizik, kimya gibi bilimlerin kılığına sokulmaya çalışılmasından kaynaklı…

Siz hiç, protonlara karşı elektronların tarafını tutan bir fizikçiye rastladınız mı?

Ama sosyal bilimlerde elinize aldığınız her konu; analizinizin sonuçları ve önerdiğiniz her çözüm ister istemez bazı toplumsal sınıflar, kimlik grupları ve kişilerin toplum içindeki maddi ve manevi konumlanışını değiştirir.

O nedenle, ideoloji, taraf tutma sosyal bilimlerde daha incelemenin konusunu seçerken dahi kendisini gösterir.

İktisadın daha doğuşunda mevcuttur bu durum. Ricardo’nun “rant” incelemesini o dönem İngiltere’sindeki buğday fiyatları sanayici/tüccar ile toprak sahibi aristokrasi arasındaki ekonomik, politik mücadeleden ayrı düşünmek mümkün müdür?

İktisadın kendisini “kötümser” ve “ahlakdışı”, yani toplumsal çıkarlar ve adalet duygusu, toplumsal normlar, büyüme ve adil dağıtım gibi ahlakla ilgili konulardan bağımsız, fizik bilimi gibi bir pozitif bilim olarak konumlandırması daha baştan imkansızı denemekti. Daha doğuşta adı “siyasi iktisat” (political economy) olan bilimi güya bilimselleştirme adına
siyasetten soyutlayarak “sade” iktisat (economics) haline getirmeye çalışmak, insanı Dr. Jekyll Mr Hyde gibi ikiye ayırmaya benziyordu ve bu ancak romanlarda olurdu.

İKTİSAT VAR İKTİSAT VAR / İKTİSATÇI VAR İKTİSATÇI VAR

Eğer iktisat ya da son model “sade suya iktisat” içinde kalırsanız, meseleye “pozitif iktisat” penceresinden bakarsanız halka karşı ne kadar iyicil ve samimi hislerle dolu olursanız olun farkında olmadan o iktisadın özenle hazırlanmış paradigmasına hapsolursunuz. İktisatçıların bir kısmı zengin sınıflara hizmetten mutludur. O zaman akademik kadrolar size daha kolay açılır; daha kolay fon alırsınız “özel sektör” destekli “sivil toplum kuruluşları”ndan… Her darbe sonrası girişilen akademisyen kıyımından daha kolay paçayı sıyırırsınız.

Fakat böyle olmayan iktisatçılar da vardır. Halkın daha iyi durumda olmasını samimiyetle isterler. Bazıları üstelik “ana akım” denilen hakim “economics” paradigmasına mesafelidir de…

Ne var ki yine de belki de o paradigmanın çekim alanından kurtulamadıklarından ilk refleksleri nedense yukarıda söylediğim “Ama bu söylediğiniz…” tepkilerine yakın şeyler olur.

Biraz önce paylaştığım linkte yazdığım asgari ücret yazısındaki tezlere ne ampirik ne de teorik olarak anlamlı bir cevap gelmedi. “Asgari ücret artarsa enflasyon olur, bu da işçileri daha kötü hale sokar”mış! Hadi canım! Bunun bilimsellikle zerre miskal alakası olmadığını en azından bir kısmı içten içe biliyor zaten…

Benzer tepkileri öğrencilerin KYK borçlarına uygulanan aşırı yüksek faizin (ona enflasyon farkı deyince durum değişmiyor Sayın Cumhurbaşkanı) silinmesi söz konusu oluğunda da yaşadık mesela…

Ya da şu son mesele: Dar/orta gelirlilerin satın alacakları arabalardaki fahiş vergi inerse cari açık sanki bozuk yoldaki araba lastiği gibi “patlar”mış!

Rahmetli İsmet Paşa gibi “Hadi canım sen de!” demek geliyor içimden.

 

 

Yazarın izniyle  Tele1’den yeniden yayınlandı. Makalenin ikinci bölümünü okumak için tıklayın

 

 

Çetin Ünsalan: Talimatla mı arttı?

 

FÖŞ  yazdı:  Dünyada konut krizi, Türkiye’de konut balonu

 

Veysi Dündar: DİN EKONOMİSTLERİ

 

 

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları