Sosyal Medya

SEÇİMLER ÜLKE İÇİN HAYIRLI OLSUN AMA…

13 Mayıs 2023

Not: Bu yazı seçim yasakları başladığında son bir yorum olarak yazıldığından, bazı şeyler o yasaklar nedeniyle yazılamadı. Buna mukabil seçim yasaklarına girmeyen akademik bir analiz çerçevesinde söylemek istediklerimizin çoğunu söyleyebildik.

 

Ülkede muhalefet açısından büyük bir umut yükselişiyle seçime gidiliyor. İktidar kanadı da seçimi kazanacağına emin bir görünüm vermeye çalışıyor. Bu arada devletin bütün olanaklarını kullanıyor; kimi zaman da muhalif seçmeni tehdit olarak algılanabilecek mesajlar vermekten de çekinmiyor.

Yurt içinde ve yurtdışında ne yazık ki, seçimi muhalefet kazanırsa iktidarın koltuklarını kurallara uygun biçimde terk edip etmeyeceği, yani seçim sonucunu kabul edip etmeyeceği tartışılıyor.

Ülke için ne kadar kötü bir durum!

Yine bir kısım çevrelerde seçim günü ve gecesi büyük olaylar çıkıp çıkmayacağı konuşuluyor. Çıkacağını sanmam diye iyi dilekte bulunanım. İyi dileyelim iyi olsun.

Ama bunların şûyuu vukuundan beter olmasa bile ona yakın derecede kötüdür.

İşin tuhafı iktidar cephesinden bu tür şayialara karşı, “Elbette ki seçim sonuçlarına saygılı olunacaktır. Kim kazanırsa kazansın iktidarı, demokratik usullerle bundan önce hep olduğu gibi devir alacaktır” yollu kesin bir açıklama da gelmiyor.

Yazık.

Seçim yasakları gelip çattığından anketler ve doğrudan seçim tahminlerimi vermiyorum.

Yalnız muhalefetin biraz fazla kendine güvenli ya da iyimser olduğunu düşünüyorum.

İlk kez yurtdışı ve yurtiçinde de genel kanaat bu yöne evrildi. Bazı bahis sitelerinde artık Kılıçdaroğlu tarafı için bahis bile kabul edilmiyor. Yani bahisçilere bakılırsa Kılıçdaroğlu daha şanslı. Siz yine de bahisçilere çok güvenmeyin derim. Ne de olsa bahislerde bahis oynayanlardan çok “kasa” kazanır.

OTORİTER BİR REJİM SANDIKLA DEĞİŞECEK (Mİ?)

Bu seçim sadece Türkiye için değil dünya için de önemli; zira 2000’li yıllardan itibaren Avrupa’da bile hızla beliren otoriter rejimlerden hiçbiri henüz seçimle yerin daha demokratik bir rejime devretmedi. Belki tek istisnası Avrupa ile bağları kuvvetli bir Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus’ta Arap Baharı’nın demokratik bir dönüşüme doğru evrilmesiydi. Fakat son günlerdeki gelişmeler onun da pek sağlam bir temele sahip olmadığını gösterdi.

Açıkça Erdoğan’ı örnek aldığını beyan etmiş olan Macaristan’ın Orban’ı karşısındaki muhalif koalisyonu anketlerin gösterdiğinin tersine yenilgiye uğratalı daha fazla da bir zaman geçmedi.

Otoriter rejimler liberal demokrat koalisyonlara karşı göründüğünden daha sağlam durabiliyorlar.

Eğer Türkiye’de tersi gerçekleşirse bunun dünyada önemli bir demokratik dönüşümü tetiklemesi muhtemel.

Fakat Batı liberal demokrasileri bunu gerçekten umursuyor mu?

Tıpkı 1930’larda otoriter-totaliter rejimler siyasi karar aşamasındaki kırılgan ülkelerde kendi taraftarı partileri olanca güçleriyle desteklerken, Avrupa’nın “liberal demokrasi”leri aldırmazca olan biteni seyretmiş, bazıları da otoriter rejimlere tavizler vermekle vakit geçirmişlerdi.

Bugün de Türkiye’de olan budur. Batı Erdoğan’ı sevmiyor ama mülteci meselesi üzerinden onu destekler bir pozisyonda. Diğer yandan Putin otoriter rejimi,  Erdoğan’a her tür desteği sonuna kadar veriyor.

Bunların elbette sonucu oldu ve olacak.

“EKONOMİK KRİZ” İKTİDARA SEÇİM KAYBETTİRİR Mİ?

İçeride de iktidarın elini güçlendiren kimi unsurlar var.

Birincisi muhalefetin ekonomik sıkıntılara yönelik yanlış teşhisi.

Muhalefet ülkede bir ekonomik kriz olduğunu, hâttâ krizden de öte, ağır bir ekonomik “buhran” olduğunu söylüyor. (Bu arada, geçerken söyleyelim, buhran, krizin Osmanlıcasıdır)

Halbuki durum böyle değil. İktidar dış destekler yanında içeride yakın gelecekte gerçekten çok büyük bir ekonomik krizin tohumlarını atma pahasına böyle bir ekonomik krizi ötelemeyi başardı.

Dahası geleceğe yönelik büyük riskleri göze alarak vatandaşlara adeta para dağıttı. Bunu hem maaş artışlarıyla hem de kendi oy tabanı için önemli gördüğü KOBİ’lere kredi musluklarını ardına kadar açarak yaptı. Bu enflasyonist ortamda yeterli mi, değil ama iktidara bir oy tabanı sağlıyor mu? Bence evet.

Ben mesela anketlerden çok TÜİK’in Tüketici Güven Endeksi’ne güvenirdim eski yıllarda. O güven endeksi ne kadar düşerse iktidarın seçimde işi o kadar zor olurdu. Son aylarda Tüketici Güven Endeksi yükseliyor. Diğer sektörel yani iş dünyasını ilgilendiren güven endekslerinin ortalaması da uzun zamandır ilk kez 100’ü ( kötümserlik-iyimserlik arasındaki eşik not) geçti.

Büyük kentlerde enflasyon halkı şiddetle ezse de daha küçük yerlerde bu baskı (bilhassa kiralar nedeniyle) henüz daha az hissediliyor.

Ayrıca savunma sanayideki atılımlar sağda solda olmayan muazzam gaz ve petrol rezervlerinin bulunma haberleri de etkili oluyor. Seçmenin bir kısmında (ve belki az çok hepimizde) olan bir dünyaya yönelik aşağılık kompleksi ve çalışmadan kazanma piyangoculuğuna yönelik önemli hamleler.

SOSYOLOJİ VE POLİTİK PSİKOLOJİ ETKENLERİ

Bu propagandanın etkisi kuvvetli çünkü muhalefet buradaki –hadi yalan demeyelim- yanlış ve eksikleri ortaya dökmekten milliyetçi seçmeni küstürmemek adına kaçınıyor. Kemal Bey’in tek söylediği “Tank Palet fabrikasını geri alacağız, SİHA’lara dokunmayacağız” ki bu oldukça yetersiz bir cevaptı kanımca.

Bir diğer sorun Türkiye’de 20 yılda epey birikmiş milyonların üzerinde bir menfaat çarkının en zenginden en fakire kadar yaygınlaşmış olmasıdır ki bu seçmenlerin AKP’den veya MHP’den kolayca vazgeçmesi zordur. Liyakatı umursamayan mülakatlarla “hamili kart partimizin yakinidir” kartvizitleriyle bürokrasi makinesine, çaycısından genel müdürüne kadar yüzbinlerce insan işe alındı nihayetinde.

Ayrıca üstten konuşan döverim ha” bakışlı pederşahi lider ile dürüst ama affedici, yumuşak bir lider karşı karşıya geldiğinde, özellikle orta yaşlı veya yaşlı seçmende bu otoriter baba figürüne karşı Doğulu ülkelerde büyük bir yatkınlık olduğunu unutmayalım.

 

YORGUN İKTİDAR CENAHI CAN HAVLİYLE MÜCADELEDE

Bütün bunlara karşı Erdoğan rejimi hiç olmadığı kadar zayıf; vaatleri fazla umut vermiyor halka…

Rejimin kendisi bir istibdat rejimi ve bu rejimin niteliği “uzun bir ara rejim” olarak içten içe çürümüş oluşu.

Normal şartlarda yukarıdaki avantajlarına rağmen kaybetmesi pek az kimseyi şaşırtır.

Peki kaybeder mi?

Eğer karşısında genç, dinamik ve iyi bir hitabet yeteneğine sahip bir rakip olsaydı çok rahat kaybederdi.

Ama Erdoğan zaten gayet hesaplı oynadı. Böyle iki figürü yani Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş’ı birini kısmen, diğerini neredeyse tamamen oyun dışına attı. Bunu da iktidara bağımlı bir yargının operasyonu ile yaptı.

AKP’nin parlamentoda sandalye çoğunluğunu kaybedeceği neredeyse kesindi. Orada da seçim kanununu değiştirip ittifakların gücünü azaltarak engellemeye çalıştı. Tümüyle başardığı söylenemez ama kendi durumunu kısmen iyileştirdi.

SEÇİM SATH-I MAİLİ: SAHA ÇAMURLU HAKEM TARAFLI MI?

İktidarın bir başka uygulaması seçimi en azından 10 yıl önceki seçimlerden farklı kılacak şekilde tamamıyla taraflı yöneticilerle seçime giriyor oluşu.

Bu seçimin demokratik niteliğini baştan sona zedeliyor elbette. Düşünün ki eski seçimlerin tersine İçişleri ve Adalet bakanları artık koltuklarını terk etmek zorunda değil ve en militan bu iki bakan seçimin güvenliğinden sorumlu. Yüksek Seçim Kurulu için ise bir şey söylemeye gerek yok. Herkes biliyor zarların hileli olduğunu” diye bir şarkı sözü yazmıştı Leonard Cohen. Zarların hileli olup olmadığını bilmesek de hakemin taraflı olduğuna inanan büyük bir kesim mevcut seçmen tabanında.

Özetle adeta deplasmanda, tribünlerin ev sahibi takım fanatikleriyle (bazı güvenlik bürokrasisi mensupları mesela) ile dolu, hakemin de taraflı olduğu bir maça çıkıyor muhalefet.

Yani tek golle galip gelmesi imkânsız. Ancak fark atarsa…

Mümkün mü, mümkün; muhtemel mi, evet! Ama nispeten az muhtemel.

Muhalefet ıslak imzalara ve sandık sonuçlarına İstanbul ve Ankara yerel seçimlerindeki gibi sahip çıkacağına teminat veriyor seçmene. 2018’de çıkamamıştı.

Seçim konusunda yine aynı kişi sorumlu. Musibetten ders çıkarmış olmalı diye düşünelim. Ana muhalefetin YSK temsilcisi de 2018 dâhil eski seçimlerde muhalif partili değil tipik bir YSK üyesi gibi davranmıştı. Belki bu kez farklı davranır göreceğiz.

Güneydoğuda en örgütlü parti olan Yeşil Sol Parti sandık kurullarına temsilci atama yetkisine sahip değil.

Bütün Türkiye’de sandıklara sahip çıkmak da büyük şehirlerde sahip çıkmak kadar kolay değil.

Fakat imkânsız da değil!

Yine de seçim güvenliği de sadece ıslak imzalara sahip çıkmaktan ibaret değil.

Öncelikle Türkiye’de seçmen sayısı, dahası nüfus sayımı ne kadar güvenilir o tartışılabilir. Örneğin TÜİK’in Nüfus Artış Hızı İstatistikleri’ne göre 2015’te yıllık nüfus artışı binde 13,4 iken 2020’de binde sadece 5,5 ve bir sene sonra 2021’de bu kez yeniden binde 12,7! Bir ülkede nüfus artışı böyle hızlı azalıp çoğalmaz.

Seçmen sayıları bazen bu nüfus artışı ile bile ilgisiz olabiliyor.

Örneğin Fethullah Gülen 2010 yılındaki kritik referandumda ne demişti hatırlayalım “İmkân olsa mezardakiler bile referandumda evet oy vermeleri için kaldırılmalı!”

Mezardakiler elbette kalkıp oy atamaz ama pek çok otoriter ülkede ölmüş seçmenlerin oy attığı görülmüştür.

Mesela 21 Ekim 2007 referandumunda seçmen sayısı 42 milyon 665 bindi. Çok değil üç sene sonra 2010 referandumunda bu sayı 52 milyonu aşmıştı. Acaba bu 10 milyonluk seçmen 3 yılda hangi nüfus artışıyla zuhur etmiş olabilirdi? Mezardakilerin bu konuda bir dahli olabilir miydi dersiniz?

Bütün bu garabetlere rağmen ülke 2015 Haziran seçimlerinde iktidarı parlamentoda azınlığa itmeyi başardı. Sonrasında olan faciaları da biliyoruz. PKK ve -belki de iktidara yakın olan- “derin güçler” el ele iktidara sonucu tersine çevirecek her fırsatı sağladı.

İKİ TARAF İÇİN DE YENİ BİR DÖNEM BAŞLAYACAK

Sonunda seçim günü geldi çattı. Son derece adaletsiz bir ülkede adaletsiz bir seçim ortamına giriyoruz. Ülkede genel bir bıkkınlık ve “yeter artık” duygusu –bilhassa genç nüfusta- yaygın.

İktidar bu seçimde ne sonuç alırsa alsın önümüzdeki yıllarda yıpranmışlıktan kurtulması kolay olmayacak.

Kazanırsa belki de bir Pirus Zaferi kazanmış olacak. Şiddete ve ekonomik baskıya çok daha fazla başvurmak zorunda kalacak.

Muhalefetin işi de kolay değil. Kazanırsa gerçekten de bir ekonomik enkaz devralmış olacak. Ve o enkazın gerçek büyüklüğünü hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz.

Yurtdışından gelecek yabancı sermayeye en azından ilk aylar için epey umut bağlamış gözüküyorlar. AKP de ilk yıllarını biraz böyle finanse etmişti. Ne var ki muhalefetin iyimser beklentilerinin tersine ilk aylar yabancı sermaye tam bir “bekle gör” tavrı sergileyecektir. Yani paranın gelmesi için aylarca beklemesi daha olası.

Sonuçta kim kazanırsa kazansın, yılın kalanı kazanan için de çok zor geçecek; ama bizler Türkiye ahalisi için durumun neredeyse kâbusa dönmesi de az bir ihtimal değil.

Her şeye rağmen Türkiye büyük bir dönüşümün eşiğinde… Bu dönüşümün ne yönde olacağına ilişkin ilk önemli işaret yarın (14 Mayıs Pazar) belli olmaya başlayacak.

Bu seçimin çok çok önemli olduğuna şüphe yok; fakat öyle veya böyle hiçbir şekilde her şeyin sonu değil. Türkiye’de demokrasi ve ilerleme mücadelesinin 150 yıllık bir geçmişi var. Ülke o yüz elli yılda ne badireler atlattı ama bu halk her zaman ayakları üzerinde doğrulmayı bildi.

Yine öyle olacaktır.

Ben 50 yıla yakın sürdürdüğüm demokrasi mücadelesinin bir etabı olarak yarın ilk iş oyumu kullanacağım ve ardından bir basın mensubu olarak da seçim sürecini mesleki olarak takip edeceğim.

14 Mayıs seçimi ülkemiz ve dünya için hayırlı olsun.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları