Sosyal Medya

TÜRKİYE TARİHİNİN EN BÜYÜK MANİPÜLASYONUNUN KISA HİKAYESİ

21 Eylül 2022

TÜRKİYE TARİHİNİN EN BÜYÜK MANİPÜLASYONUNUN KISA HİKAYESİ

Bloomberg’in uluslararası sitesinde 15 Eylül’de Tuğçe Özsoy’un yaptığı haberin başlığı şöyleydi: “Türk Banka Hisselerindeki Canlanma (Boom) 5,1 Milyar Dolarlık Bir Bozgunla Son Buldu.”
**
Haberin yapıldığı tarihten sonra da borsa endeksinde, bilhassa da borsanın ana endeksi olan BİST-100 endeksini asıl sürükleyen alt endeks olan Bankacılık Endeksindeki (XBank) kayıp devam etti ve bu hesapla yatırımcıların kaybı yukarıda zikredilen 5,1 milyar doların da üzerine çıktı.
Bu haliyle yaşanan çöküş ve ona yol açan manipülasyon nicel olarak Türkiye tarihinin belki de en büyük manipülasyonu… Nitel olarak ise şüphesiz en büyük manipülasyonu…
Zira Türkiye tarihinde bir araya gelen bazı manipülatörlerin bir şirketin hisselerini suni olarak yukarı çıkarttığı ve astronomik rakamlara yükselttiği, evet vakidir. Bazen bu manipülasyonun bir yayılma ile benzer bazı şirketleri de yukarıya taşıdığı da görülmemiş değildir. Ancak bankacılık hisseleri gibi devasa piyasa değerindeki hisselerin tamamının aynı anda yukarı taşındığı bir manipülasyon ilk kez görülüyor.
Bu çapta bir manipülasyon büyük sermaye konularak yapılabilirdi ve birkaç spekülatörün normal şartlarda bunu başarması mümkün değildi.
Peki nasıl oldu da, oldu?

HADİ BİR SENARYO YAZALIM

Önce şunu söyleyelim bu aşağıda yazacağımız senaryoda deliller yeterince yoktur; olsa zaten senaryo olmazdı adı… Ama karineler boldur.
Hadi öyleyse başlayalım yazmaya…
Bir ülkede bir saray varmış. O ülkedeki sarayın sahibinin bir damadı varmış. O damat Amerikalarda üniversiteler okumuş. Finans minans, piyasa miyasa, türev mürev öğrenmiş, etmiş ezber.
O ülkenin ekonomisi yıllarca süren yanlış politikalar sonucu artık normal yollarla yönetilemeyecek derecede çıkmaza girince, tık nefes olup oturduğu yere çökünce; atılmış ortaya, demiş “çekilin ben doktorum!”
“Nası yapcan” demişler “Türev, mürev” demiş… Siz bilmezsiniz ben gördü kurs aldı eğitim demiş… “Vadeli piyasaları kullanacam, şapkadan tavşan çıkaracam.” demiş.
“E, peki yap” demişler… Yapmış!
Fakat türevden ziyade hızlı eğitimden olsa gerek türevler mürev işine dönmüş, piyasa da miyasaya dönmüş…
Arkasından ikide bir açıkladığı “yeni” ekonomi programları 2018’de karaya oturunca, “bir sürçen atın başı kesilmez” misali affolunmuş. Londra TL swap piyasasını sıkıştırmakla başlayan vadeli piyasadan tavşan çıkarma operasyonları, bankalarla TCMB arasında yine bir çeşit swapla yani Con Ahmet’in Devri Daim Makinesi yöntemiyle TCMB rezervlerini bir yandan satarken diğer yandan geri kiralama operasyonlarıyla devam etmişti.
Evliya Çelebi ağzıyla yazacak olsak “Bir zamanlar, gavur borsasında meşhur Buffet nam kefere şöyle dememiş mi idü?”:
Türev piyasaları finans dünyasının kitle imha silahlarıdır! deyu…
Çoluk çocuğun eline atom bombası verirsen ne olur? İşte o oldu Türkiye’de de…
Skandallar arş-ı âlâya çıkıp, ekonomi de bütün tavşanlara rağmen ikide bir kalp sektesi geçirmeye başlayınca bir bakıldı ki ortalıkta “at izi it izine karışmış!”
Yerine gelen ekip ekonomiyi bildiği gibi düzeltmeye kalktı. İlk sonuçlar başarılıydı. Ne var ki rayından çıkmış ekonomiyi raya sokmak o kadar kolay değildi.
Damadın ekibi de toptan tasfiye edilememişti. “Çalışıyorlardı” doğrusu… Ekonominin yeni vezirlerinin kavukları da bu çalışmalar sonucu bir gün aniden devriliverdi.
Damat Paşa sadarete gelemedi ama ona yakın ekipler geldi.
Sonra yeniden “a la damat” tavşan çıkarma operasyonları başladı. Kendisi değilse de fikirleri iktidardaydı!
Ekonomi yürümüyor muydu; kolayı var. “Bas bas paraları piyasaya” yürür her nasıl olsa!
İsterse o paralar karşılıksız olsun… İsterse büyüme zorla verdirilen iç kredilerle imal edilen bir hormonlu büyüme olsun.
Yok bu tür büyüme cari açığı mı patlatıyor? O zaman gelsin bir zamanların Reza Zarrab usulü yeni “cari açık kapatma” formülleri.
Maksat seçime kadar her formüle, her yola başvurmak… Yeter ki seçime kadar döviz kuru bir kez daha patlamasın.
Ne var ki şapkadan çıkan tavşanların çektiği büyüme katarı ikide bir yolda kalıyordu; sebebi de patlamış enflasyon ile beraberce gelen şiddetli iç-dış döviz talebiydi.
İç döviz talebi için katara bir tavşan daha eklendi; adına Kur Korumalı Mevduat dendi. İşin aslı bir cins devlet garantili “çıplak opsiyon”dan ibaretti. Riskin sınırı gökyüzü kadardı.
KKM’nin nefesi dövizi tutmaya bir yere kadar yetiyordu.
Putin’in paraları devreye girdi ama yine yeni tavşan lazımdı.
Saray çevresinde borsayı ve türevleri mürevleri bilen, bilmekle kalmayıp seven başka damatlar da vardı. Padişahın damatları değil belki ama onlar da birilerinin bir zamanlar damadıydı, yakışıklıydı, şimdi ama biraz kiloluydu; olsundu.
Neyse efendim uzatmayalım… Elbirliğiyle, kafa kafaya verip son ve en yeni tavşanı bu kez borsadan çıkarmaya karar verdiler.
Öyle ya, KKM’nin git gide tutamayacağı, tutsa da çok maliyetli olacağı paraların tam seçim öncesi dövize kaymasını ne önlerdi?
Bildiniz: Borsa!

“BURASI BORSA…” MI?

Fakat bunun için ama borsada sıkı bir “ralli”nin başladığının gösterilmesi gerekirdi. Böylece para dövize gitmeyecek, borsada TL’de kalacaktı.
Hem bir taşla iki kuş vurulacaktı. Bu seferki tavşan ikiz doğuran tavşandı.
Bakın ekonomi ne kadar iyi; hiç iyi olmasa borsa böyle gider mi denecekti.
Borsaya son 2 yılda yeni gelen 1,5 milyon civarındaki “yatırımcı”nın da eli bir süre beleşten para görecek, bunlar seçimde iktidar partisinin elini rahatlatacaktı.
Formül “Beyefendi”ye de pazarlanmıştı. Hem o hem de son Hazine Kethüdası ileride hem de pek şanssız bir zamanda borsadaki yükselişe kamuoyu önünde açıkça kefil bile olacaklardı.
Fakat bir sorun vardı.
Daha önce bu metot “Halka Arz Seferberliği” adı altında denenmiş, bir sürü borsaya açılma ehliyeti olmayan “hamili kart yakînimdir” şirketi borsaya açtırılarak “halk” -affınıza sığınarak, hicap eyleyerek söylüyorum- biraz şey edilmişti.
Ne de olsa meşhur Borsa argo deyişiyle “Burası Borsa…” idi “Kim kime…” idi! Olacak idi artık o kadar.
Ne var ki okşanırken biraz ürkmüş o ördekler bir daha aynı kümese nasıl sokulacaktı ki?
Devletlerin bazen pis işleri yaptırırken, haydutlarla, hırsızlarla, eşkıya ile çalıştıkları vaki değil miydi?
Borsanın da bu çeşitten sayılabilecek biraz “avantür” insanları vardı; adlarına güzel söylemek gerektiğinde “spekülatör”, kötü söylemek gerektiğinde “manipülatör” denirdi.
İktidar partisine yakın, ördek yolmakta ustalaşmış, yıllardır kümese dadanmış bu tilkilere nedense kimse dokunamıyordu.
Eh o zaman onlara gidilmeliydi.
Peki ama bu borsa operasyonu madem siyasi sonuçlar doğurmalıydı; o zaman o çapta büyük bir operasyon olmalıydı.
Hiç olmadığı, hiç görülmediği kadar büyük!

 

BANKA HİSSELERİNİN SİHİRİ

Borsanın ana endeksini uzun süreli kaldırmak gerekliydi; ama nasıl? Evvelce küçük şirketlerle denenmiş, savunma sanayi başta sanayi şirketleriyle denenmiş olmamıştı. Endeksi yukarı kaldırmak için uzun etkili bir “iktidar hapı” gerekiyordu. İktidar işin arkasındaydı, hap ise bankacılık hisselerinde bulundu.
Dört avantajı vardı banka hisselerinin: 1. Banka hisseleri yukarı kalkarsa endeks te başka hiçbir grup hissenin kaldıramadığı kadar yukarı kalkardı. Bankaların ana endeksteki ağırlığı bunu sağlıyordu. 2. Bankaların piyasa değerindeki bir yükseliş istenilen çapta büyük bir operasyonu mümkün kılacaktı. Başka hiçbir grup hisse o büyüklüğü sağlayamazdı. 3. Banka hisseleri uzun süreden beri özellikle iktidarın baskıları yüzünden üvey evlat muamelesi görmüş, çok ucuz kalmışlardı. İşe başlamak için o ucuzluk kullanılabilirdi. Dahası şimdiki güya “faiz lobisine karşı” YEM’leme nedeniyle “faiz lobisi” hiç olmadığı kadar semirmiş, kârları rekor kırmaktaydı. Yani o hisseler bir spekülasyon için idealdi. 4. İşin başını çekecek kamu banka hisseleriydi ve bunların halka açıklık ve takas durumu zaten iktidarın elindeydi. Yani, hiç değilse işin başında, manipülasyona taş koyacak hariçten gazelciler el yükseltemezdi.
Ha, işler ya ters giderse? Öyle ya uzun soluklu büyük bir operasyonda işlerin ters gitme ihtimali de git gide büyürdü.
Demek önlem almak gerekiyordu. Önce hızlı olmalıydılar ve çabuk sonuç alınmalıydı. Bu ise yüksek kredili çalışmayı gerektiriyordu. Borsa deyimiyle yüksek kaldıraçlı…
Fakat iktidarın bir planı vardı belki ama kiralık manipülatörlerin de vardı bir planı, üstelik onların peşine takılan daha küçük maceracıların da bir planı… Ve bu planların birbirine uyması doğrusu hiç de gerekmiyordu.
Yine de iktidar kanadı hepten tedbirsiz değildi. Borsanın kalabalıklaşmaya başladığı daha 2020 yılından kimi kamu bankası bu tür operasyonlarda işlerin ters gitme ihtimali karşısında devasa boyutta hisse geri alma kararlarını yönetim kurullarından geçirmiş, hîn-i hacette kullanmak üzere raflarına koymuşlardı.
Düğmeye basıldı…
Temmuz ortasından itibaren ama daha çok ağustostan bu yana bütün bir bankacılık hisseleri neredeyse 1 ay içinde % 150 şişirildi. Aynı dönemde Borsa İstanbul’un ana endeksi sadece % 50 civarı artmıştı ve bunun bile bir kısmı bankacılık hisselerindeki artışın katkısıydı.
Dediğimiz kiralık manipülatörler, söylentilere göre başlıca 2 gruptu.

Bunlardan biri “mütedeyyin paraların spekülatörü” olarak bilinen kimi “Mübarek”lerdi.
Bunların on yıllardır borsada kırmadığı ceviz kalmamış olmasına karşın sanki birileri tarafından korunuyorlarmış gibi daima piyasada kalmayı başarmışlardı.

Yek diğeri belki de ilk kez borsa tarihinde görüldüğü üzere, işler sarpa sarınca bizzat çalıştığı aracı kurum tarafından ismi afişe edilen bir spekülatördü; ne de olsa borsanın “dere”lerin artık yukarı aktığı zamanlardı ve o afişe ekibin afişe edilmeyen kişisinin parası da bu gidişle “yel” olup uçacaktı.
Ama hadi gelin biz şimdilik o ilk güzel günlere geri dönelim.
Hareketin ivmesi şöyle olacaktı: Katar’dan, Birleşik Arap Emirlikleri şeyhinden, hem de Putin Hazretleri’nden oluk gibi para gelecekti güya…
Bu paralar biraz sanayiye, biraz gayrimenkule gitse de hiç mi borsaya girmeyecekti canım!
Önce minik spekülatörlere, sonra halka söylenecek şey şuydu: Elinizi çabuk tutun, yoksa havanızı alır bu fırsatı kaçırırsınız.
İlk ikna edici hareket güya yabancı parası olarak borsaya giren bazı paralardı. “İşte başladı; hadi, hadi çabuk” deniyordu.
Sonra işler yavaş yavaş karışmaya başladı. Borsa, morsa; türev mürev meselelerinde doğası gereği ifrata kaçma eğilimi kendini gösterdi. İşlemler hem Vadeli borsada (VİOP) hem spot borsada geleneksel BİST pay senetleri piyasasında eş zamanlı yürütülüyordu.

KALDIRAÇLA DÜNYAYI YERİNDEN OYNATABİLİRSİN AMA…

Daha aylar öncesinde borsa operasyonları kolay yürüsün diye bir “offset”leme kararı çıkarılmıştı. Spot hisse senetleri büyük oranda teminat gösterilebiliyordu artık vadeli kontratlarda. İşler kolaylaşmış, kredi ilmikleri daha kolay örülür hale gelmişti.
Ötesi vadeli piyasalarda kredi kullanmak çok kolaydı. Zira kontratların kendisinde bizzat bir “içsel kaldıraç” mevcuttu. Böylece mesela 100 liralık kendi paranızla vadeli borsada 700 liraya varan bir “mal” almak mümkündü.
Fakat bu da spekülasyon hırsına kafi gelmedi. (Hiç gelmez!) Hisse ve kontrat fiyatları yükseldikçe bu değer artışı teminat gösterilerek yeni hisseler alındı ve bu da hisselerin hem spot hem vadelide fiyatlarını yükseltti.
Fakat böyle böyle piyasadaki bu birkaç hissedeki kaldıraç oranı yani kredili alım miktarı bazı durumlarda 1’e 20’ye kadar çıktı. Yani 100 liranızla 2 bin liralık hisse alabiliyordunuz. Bunun bir kısmı vadelide gözüken bu “piramitleme” yöntemiyle yapılırken aracı kurumlar spotta da doğrudan geleneksel metotlarla kredilendiriyorlardı manipülatörleri…
Piyasada risk büyüyor, git gide yükselen fiyatları desteklemek için git gide daha fazla yeni para ihtiyacı hâsıl oluyordu.
Halkı buraya daha fazla sokmak gerekiyordu; onun için Sarayı ve Kethuda’yı ikna edip doğrudan borsanın reklamı yaptırıldı ve halkın oraya yatırım yapması en yetkili ağızlardan talep edildi.
Bir siyasetçi ve bakan için manipülasyona alet olmak ne büyük talihsizlik!
Nitekim Hazine Kethüdası’nın çağrısından hemen sonra borsada çöküş başlayacak ve ona inanıp borsaya girenler birkaç gün içinde paralarının üçte birinin buharlaştığına şahit olacaklardı.
İşte o günler yaklaşırken henüz her şey daha iyi iken emme basma tulumba işliyordu.
Alımlar hızlandıkça, kredili işlemlerin payı arttıkça o piyasada faizler de yükseliyordu. Arbitraj fonları, ya da arbitraj masaları denen profesyoneller için bu ortam muhteşem bir ortamdı. Malum hisseleri VİOP’ta açığa satıp kendilerini “hedge” etmek için aynı anda spotta satın almaya başladılar.
Böylece spotta hisse fiyatları olduğundan da hızlı artmaya başladı. Arbitrajcılar da yıllık %80-100 arası tatlı faiz kârı ile memnundu.
Bütün bu işler hem birkaç yıldan beri çok daha kolaydı. Tüm dünyada borsa işlemlerinin büyük kısmı yazılım “robotları” tarafından yapılıyordu. Kimin “yazılımı daha hızlı ve daha akıllıysa o kraldı.
Bizim borsa da geri kalacak değil ya!
Profesyoneller, robotlar vasıtasıyla BİST 30 endeksinde aynı anda hem spotta hem vadeli de saliseler içinde eş zamanlı işlem yaparak piyasa tabiriyle “basket atmaya” başladılar.
Kârlar, kredili işlemler ve yukarda verdiğim teknikler sayesinde astronomik düzeylerdeydi. 100 TL sermayeniz ile 2 bin lira mal alırsanız, piyasa bir tavanla %10 artsa günlük kazancınız kredisiz bir işlemde 10 lira yani %10 olacak iken kredili işlemde neredeyse 200 lira yani %200 olabiliyordu.
ÖZETLE… Her şey gerçek olmak için fazla iyiydi!

 

ERİME BAŞLIYOR

Kiralık manipülatörler işlerini görürken elbette “piyasanın polisleri”nin gözelerini başka tarafa çevirmesi gerekliydi. Bir hisse 2-3 tavan yapsa müdahale eden “brüt takas uygulaması”nı spekülatörün burnuna dayayıveren SPK 10-11 tavan yapan hisselere gözünü kapattı ve zerre müdahale etmedi.
Piyasadaki usulsüzlükler işte böyle kartopu gibi beslendi. SPK bu ihmaliyle bir nevi manipülatör koalisyonunun gizli ortağı gibi oldu.
Bir denetim kuruluşu bu kadar aşikar bir “ihmal”i neden yapar?
Sedat Peker’in kimi iddialarını ve benim Youtube kanalımda anlattığım eski bazı yolsuzlukları göz önüne alacak olursak, bazı SPK yetkilileri maddi çıkar karşılığı bu manipülasyonlara göz yumabilir; hatta buna ortak olabilirdi. Geçmişte benzerleri görülmüştü. Fakat bu çapta büyük bir ihmalin asıl sebebi bu olamazdı. Zira böyle bir durumda SPK’nın hâttâ en üst yetkilisinin bile, farz edelim ki işin içinde olsun, buna gücü yetmezdi. Çünkü başka denetim kurumları da vardır devletin ve bizzat siyaset kurumu normalde olaya el atabilirdi. Hiç birisi farkına varmasa Borsa İstanbul yetkililerinin bu manipülasyonu fark etmemesi mümkün değildi.
Demek ki hepsini susturacak, engelleyecek daha büyük bir güç vardı ortada!

 

BORSANIN “MURPHY KURALI” DEVREDE

Gene de bu borsa işlerinde işi nereden bağlarsanız bağlayın yine de ters gidecek bir şeyler vardır.
Büyük iki manipülatör grubumuz işi sürdürmek için başka daha ufak spekülatörlerin parasına muhtaçtı. Onlar da iyi kârlar için memnuniyetle para soktular bu oyuna…
Ne var ki fiyatlar aşırı şiştikçe, piyasanın likiditesi o şişkin fiyatları desteklemek için daha fazla yeni paraya ve krediye ihtiyaç duydukça, bunların bazıları böyle durumlarda hep olduğu gibi anlaşmayı bozmaya başladı. Bu kadar kâr bana yeter deyip, el altından hisseleri satmaya gidip yat, kat filan almaya başladılar. Ne de olsa Brecht’in deyimiyle: “Eldeki bir kuş daha kuştur; daldaki iki baykuştan!”
Aşırı şişmiş hisselerde marjinal para çıkışları bile satışları tetikleyebilir. Hele bir de bazı büyük ortakların bu çok karlı fiyatlardan yeni hisse satışı yapacakları dedikoduları yükselirse…
Kamu bankaları, tamam elde garantiydi. İktidar desteği orayı sağlam saymaya yetiyordu ama ya hisseleri şişmiş özel bankalar?
Ya mesela Koç Grubu “Yahu bu fiyat çok iyi deyip bir miktar YKB hissesini borsaya açma kararı verse, ya da Sabancı Grubu Akbank’ta aynı şeyi yapsa?..
Derken korkulan oldu. Akbank emekli sandığının 150 milyon liralık Akbank hissesi satışı paniği tetikledi. Arkası gelebilirdi. Bu fiyatları şimdi kim tutacaktı. Satışlar birbirini takip etti ve bütün banka hisselerine yayıldı.
Manipülatör grubu karşı alımlarla pozisyonlarını güçlendirmek ve satışları dengelemek istedi ama bu onların daha da zarara girmelerinden başka işe yaramadı.

 

KAHROLASI FEDERALLER!

İlk öldürücü darbeyi 13 Eylül Çarşamba günü ABD enflasyonunun beklenenden yüksek çıkması vurdu. Demek ki ABD Merkez Bankası “Federal Reserve”, çok değil bir hafta sonra sert faiz artırımına gidebilirdi. Bizim gibi ülkelerin borsaları için kötü haberdi. Satışlar daha da hızlandı.
Perşembe günü banka endeksi ve bunun etkisiyle de BİST-100 endeksi çöktü.
Günün sonu “Kahrolası Federal Reserve” idi!

 

KİMİN KIÇI ÇIPLAK, SULAR ÇEKİLDİĞİNDE…

Bütün bunlar olunca zararlar teminat açığına, o da teminat çağrılarına yol açtı. Zaten elde para kalmamıştı (“mal” vardı ama para yoktu; bütün para “mal”da yani hisselerdeydi) şimdi bir de teminat tamamlama için ekstra paraya ihtiyaç vardı. Birçoğu ödeyemediler.
Ödenemeyen teminatlar bu kez aracı kurumları zora sokuyordu.
Meşhur bir laf vardır: Kimin kıçında mayo olmadığı sular çekilince anlaşılır diye.
Fiyatlar düşünce aracı kurumların zararları ortaya çıktı. Manipülatörler temerrüde düşüyor bu da onlarla çok yoğun işlem yapmış aracı kurumları zor duruma sokuyordu. Piyasada altı aracı kurumun ismi geçiyordu ve bahsedilen nakit açıkları milyarlarca lira boyutundaydı.
Finansçı tabiriyle “sistemik risk” oluşmaya başlamıştı. SPK yetkilisi uluslararası basına konuştu: “Korkmayın sistemik risk yok. Müdahaleye de gerek yok!” diye.
Gerçekte ise “müdahale” için düğmeye basılmıştı bile.

 

BORSADA PANİK HAYAT KURTARIR BORSAYI DA BATIRIR

Ama önce birkaç gün geriye gidelim. O çöküş gününden sonraki gün manipülatörle bir miktar para ile günü idare etmeye çalışsalar bile ilk re’sen yani zoraki hisse satışlarının başladığı da konuşuluyordu. Bu sonraki hafta başı da devam etti. Re’sen hisse satışı, manipülatör teminatını veya ödemesini tamamlayamazsa onun hisselerinin aracı kurum tarafından ona sormadan satılmasıdır. Bu tür hisse satışları genellikle “ilk satan kurtulur” mantığıyla yapıldığından alım satım (trading) kurallarına uyularak yapılmaz tabana kadar verilir. Bu durumda da panik hızla yayılır.

 

TOPLANTI ÜSTÜNE TOPLANTI

İlk müdahale toplantısı manipülatörlerin kendi arasında geçtiğimiz cumartesi yapıldı. Bir “çıkış planı” yaptılar. . Buna göre bu pazartesi son bir çıkış hareketiyle bankaları yükseltecek ve o arada yeni gelenlere kendileri satıp çıkmaya çalışacaktı ya da aracı kurumlarca geçen cuma re’sen satılmaya başlanan kendi hisseleri daha uygun fiyattan satılacaktı.
Bütün bunlar olurken Borsa İstanbul da “devre kesiciler” ve açığa satışta “yukarı adım kuralı” gibi kısıtlamalarla düşüşün hızını kesmeye çalışıyordu. Daha sonra yasal teminat oranları da düşürüldü. Böylece teminat borçları da bir miktar azalıyordu. Ne var ki bu tür adımlar genel çöküşü durdurmak için çok yetersizdi. Fazlası, çok daha fazlası gerekiyordu.
Pazartesi günü seans açılışında tam bu plan yürürlüğe konmuştu ki İş Bankası’nın ABD Hazine Bakanlığı’nın uyarısı yüzünden daha önce girmeyi kabul ettiği Rus ödeme sistemi MİR’den çıktığı haberi planı bozdu. İş Bankası’nın kararını Deniz Bank takip etti. Fakat kamu bankaları geri adım atmadı ve bu da olası bir yaptırım riski nedeniyle bankacılık endeksi üzerine ekstra bir yük bindirdi.
Bunu üzerine ikinci bir toplantı yapıldı. Bu kez toplantı SPK binasında ve devlet yetkilileri ile zor durumdaki aracı kurumlar arasında yapıldı.
Rivayet muhtelif… Bir önerinin VİOP kontratlarında vadeyi erkene çekip erken uzlaşma yapılması olduğu söylentisi çıktı. Buna göre şu formül de uygulanabilecekti: “Aracı kurumların elindeki uzun pozisyon karşısında arbitraj fonların elinde spot hisse senetleri var. Sen bu kontratları kapat, aracı kurumu kurtar, senin elindeki spot malı da kendi hisselerini geri satın alım (buy-back) yolu ile bankalar alsın.
İlk etapta bu ve benzeri önerilerin devlet kurumları tarafından reddedildiği söylendi.
Söylenen o ki “biz bunu piyasaya anlatamayız iltimas derler” demişler.

 

KİMİN PARASIYLA KİMİ KURTARIYORSUNUZ?

Fakat ertesi gün olan şeyler işin tam da öyle olmadığını gösteriyordu. Oraya gelmeden önce olası bir çözümün de -yine söylenti şeklinde- ortada şöyle dolaştığını anlatalım: Zararda olan hisseleri banka ve aracı kurum yatırım fonları alsın ve zararı oralara park edelim, satış dalgası böyle karşılansın; olan da mesela o fonları bünyesine almış BES sistemine, yani bu manipülasyona hiç dahli olmayan sıradan bireysel emeklilere olsun.
Her neyse, hangi yöntemlerin manipülatör kurtarma sevdası uğruna kullanıldığı önümüzdeki günlerde daha iyi ortaya çıkacak.
Ama daha şimdiden dün (20 Eylül Salı) itibarıyla ortaya çıktı. Halk Bankası kendi hisselerini 8.06-8.58’den 8.850.000 adet hisse geri alımı yaptı. Yukarıda belirttiğim gibi zaten minarenin kılıfı ta 2020’de hazırlanmıştı ve daha neredeyse bunun 10 katı geri alış kararı cepteydi.
Gece aynı geri alımın özel bankalara da yaptırılması için baskı yapıldığı iddiaları ortada dolaştı.
Ertesi gün yani çarşamba bu kez İş Bankası ile ilgili bir geri alım haberi düştü Kamu Aydınlatma Platformu’na (KAP): “İş Bankası Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı 20 Eylül tarihinde 8,00-8,19 TL fiyat aralığından 5 milyon lotluk hisse alımı yapmıştır.”
Görüldüğü üzere söylentilerin bir kısmı çok çabuk doğrulandı; geri kalanının da gerçekliğini bir süre sonra göreceğiz.

 

BU HİKAYEDEN ÇIKAN DERS NE OLMALI?

Şimdi gelelim senaryomuzun ana fikrine…
Kötü bir ekonomi yönetiminin yarattığı riskler, seçim kaybettirme noktasına yaklaşınca eldeki her araçla ekonominin aslında iyi gittiği propagandasına girişilmişti.
Birileri bu yolda borsayı da kullanma fikrini Saray’a sattı. Olağan Şüpheliler üzerine “spekülasyon” yapabiliriz tabi ama ille aklımıza gelen o olağan şüphelinin bildiğimiz Kayser Söze çıkması şart değil elbet. Orası bir senaryo…
Fakat sonrası senaryo değil alabildiğine gerçek bir belgesel!
Belgeselin sonu, bu borsa operasyonu ile birilerinin çok zengin olması, “papazın” ise son anda bizzat devlet yönetimin ağzıyla borsaya davet edilen halkın eline bırakılması ile bitiyor gibi gözüküyor.
Son kurtarma operasyonu ise bazı manipülatörlerin ve/veya tedbirsiz bazı finans kuruluşlarının kamu bankalarının zararı ile yani halkın parası ile kurtarılması anlamına geliyor.
Bunun kendisi ayrı bir soruşturma konusu olmalı. Tabi önce eğer Türkiye tarihinin bu en büyük manipülasyonunun soruşturulmasına başlanabilirse…
Yok başlanamazsa, burasının borsa değil, hâttâ borsaya sıklıkla yakıştırıldığı gibi bir kumarhane bir casino bile değil, ruletlerin mıknatıslı, kağıtların işaretli olduğu bir merdiven altı batakhanesi haline geldiği anlaşılacak. On yıllardır birbirini kovalayan bu borsa yolsuzlukları ve hırsızlıklarının, sistemin sahipleri için bile kötü yanı ne biliyor musunuz?
Birilerinin 300-500 milyon TL kazanması için ülkenin sermaye piyasası her başını kaldırdığında yere çarpılıyor ve ülkenin bundan kaybı 300-500 milyar dolar mertebesinde oluyor….
Uzun vadeli sermaye ihtiyacının karşılanacağı umuduyla adı sermaye piyasası olan bu yer; asla bu görevini yapamıyor. Sermaye piyasası düzgün çalışmayan bir kapitalist ekonominin kapitalist metotlarla kalkınması mümkün olmadığı için ülke ekonomisi de on yıllardır olduğu yerde patinaj çekiyor.
Bir avuç borsa çakalı yüzünden ülkenin sanayisi ticareti bir adım ileri gidemiyor.

 

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları