Sosyal Medya

Prof. Tahsin BAKIRTAŞ: Faiz artırımları-Batı’nın resesyonu ve Türk Lirası’nın geleceği

27 Eylül 2022

Fed’in 21 Eylül’de 75 baz puan faiz artışına gitmesi, ABD’de açıklanan son enflasyon verisinin beklenenin üzerinde gelmesi sonucunda kesinleşmiş gibi idi ve bu olasılığı piyasalar güçlü biçimde içselleştirdiler. Beklenenin olması ile birlikte, dolar diğer rezerv paralar karşısında değer kazanmaya devam etti.

Fed’in agresif faiz artırımı ve bu faiz artırımı karşısında diğer gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz artırımları sonucu dünya çapındaki parasal sıkılaştırmadan gelen yıkıcı sinerji ortaya çıkmakta ve bunun da dünyayı şiddetli bir resesyona itme olasılığı giderek artmaktadır.  Fed’i ve Başkanı Powell’ı  ve diğer merkez bankalarını bu noktaya taşıyan olgu, başlarda enflasyonu dikkate almayan, enflasyon olgusuna tedarik zincirlerindeki geçici kırılmalar olarak gören bir anlayıştır. Bu nedenle hem merkez bankalarının bilanço küçültme hem de faiz artışlarına geç başlamaları, başta Fed olmak üzere enflasyonun geçici olmayıp kalıcı olma olasılığının yüksekliğine karşı yüksek faiz artışlarına gitme ve bu süreci de devam ettirme zorunda kaldılar. Çünkü, başta Fed olmak üzere birçok merkez bankası temel hedeflerinin fiyat istikrarını sağlamak ve dolayısıyla enflasyon konusunda güvenilirliğini kanıtlamak zorundadır. Bu bağlamda, Fed bakış açısına göre, toplumdaki bastırılmış enflasyon beklentileri, Fed’in nispeten yumuşak bir iniş gerçekleştirebileceği inancıdır. Ancak bu inanç giderek bozulmaktadır. Nitekim Fed Başkanı Powell’ın açıklamalarının özü, ABD’deki firmaların, hane halklarının acı çekmeden enflasyonun düşürülemeyeceğinin ifadesidir. Bu nedenle, ekonomik yavaşlamanın olacağı hatta bunun bir resesyonla sonuçlanacağını işaret etmektedir. Bu sürecin, 1970’lerin enflasyonunu sona erdirmek için gereken aşırı yüksek işsizliğin devam ettiği türden bir sürekli dönem olup olmayacağı ise tartışmalıdır. Bu süreç AB ekonomisini ve İngiltere’ye sıçrayarak Batı’nın büyük resesyonuna dönüşme eğilimi giderek güçlenmektedir.

Fed’in agresif faiz artırımları güçlü dolar sonucunu ortaya çıkarması, gelişmiş ülkelerin paraları üzerinde olumsuz bir baskı oluşturmaktadır. Bu baskı yanlış ekonomi politikaları ile bütünleştiğinde de yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Birkaç gündür Birleşik Krallık ve parası Sterlin ’in başına gelenleri de bu bağlamda düşünmek gerekir. Yeni Birleşik Krallık Hazine Şansölyesi Kwasi Kwarteng’in vergileri düşürmesi ve ekonomik büyümeyi canlandırmak ve ülkenin enerji krizine müdahalesini finanse etmek için borçlanmayı artırmasının ardından dolar karşısında, Sterlin büyük bir değer kaybetti. Teorik bağlamda da ikiz açığı olan bir ülkenin ulusal parasının değer kaybetmesi kaçınılmazdır. Bu politikaların iç açığı daha da artıracağı endişesi Sterlin’in dolar karşısında birkaç gün içinde aşırı değer yitirmesini ortaya çıkardı, tıpkı AB parası Euro’nun dolar karşısında değer yitirmesi gibi. Sterlin’in aşırı değer yitirmesi ile Birleşik Krallık yen Başbakanı Liz Truss’ın ekonomiyi düzeltir imajı da büyük yara aldı. Bu yarayı tedavi etmek için yüksek oranda faiz artışı kaçınılmaz hale gelmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde ikiz açığın yanında bir de temerrütte düşme riskine bağlı olarak ulusal para değer yitirir. Gelişmiş ülkelerin özellikle ABD ve İngiltere gibi ülkelerin temerrütte düşme riski olmadığı düşünülür. Öyle ki en paniğe kapılan tüccar bile bir gün Majestelerinin hükümetinin borçlarını ödeyemeyeceğini resmen ilan edeceğini tahmin edemez. Bugün iç açık ve dışa açığı yüksek olan ülkelerin temerrütte düşme riski yüksek olarak gerçekleşmektedir. Çünkü bu ülkeler “Majestelerinin Hükümeti” değildir, her an temerrütte düşebilirler.

Tüm gelişmiş ülkeler bir biçimde faiz artışına yönelirken, Türkiye faiz indirimlerine devam etmektedir. Böylesi bir ortamda Türkiye’ye döviz akışı kesilmekte, hatta tersine dönmektedir. “ Dost Ülkeler”den yalvar yakar alınan paralar ile kaynağı belli olmayan para girişleriyle ülkenin vadesi gelen dış borç ödemelerini ve cari açığını finanse etmek giderek güçleşmektedir.

Türkiye’nin bugünlerdeki risk primi 750 -800 aralığında dolaşmaktadır. Çünkü dış açığı tarihsel rekorlar kırarken, iç açığı da OVP’da Haziran ayındaki getirilen ek bütçeden neredeyse bir kat daha fazla öngörülmektedir. Nitekim ek bütçede yılsonu bütçe açığı 278,4 milyar TL olarak öngörülmüşken, OVP’de yıl sonu bütçe açığı 461,2 milyar TL olarak belirlenmiştir. Tüm bunların yanında Türkiye’deki enflasyonun, gelişmiş ülke enflasyon karakteri ve yüksekliği anlamında, farklı enflasyon olduğu ve gelecekte enflasyonun %20’ler altına düşürülmesinin radikal ve yapısal önlemler gerçekleşmeden çok zor olması, zaten çok fazla değer yitirmiş TL üzerinde olumsuz baskı oluşturmaktadır. Bu baskı giderek de artmaktadır. Türkiye’nin seçime gittiği ve seçim ekonomisi emarelerinin gittikçe arttığı bir ortamda, sabit kambiyo rejimi dışında her ne önlem alınırsa alınsın, İngiltere’deki gibi bir sabah kalktığımızda TL’nin çok aşırı değer kaybetmesi ile karşılaşabilme olasılığı gittikçe artmaktadır.

Prof. Tahsin BAKIRTAŞ

 

 

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları