Sosyal Medya

MOODY’S NOTU-ENFLASYON-KUR ŞOKU-İTHAL GİRDİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE TARTIŞMA-1

14 Eylül 2020

11 Eylül tarihinde reyting şirketi Moody’s, Türkiye’nin notunu yeniden –bu kez B1’den B2’ye- kırdı ve görünümünü de negatifte tuttu. Yazımızın konusu bu değil. Yine de konuya girmek için çok kısa özetleyecek olursak, Moody’s’in not kırma gerekçeleri kısaca 3 bölümde yazılmış: 1. Döviz rezervlerinde hızlı azalış ve bunun bir ödemeler dengesi krizine yol açma ihtimalinin hızla atıyor oluşu… 2. Eskiden beri Türkiye’nin benzer ülkelere göre kuvvetli yanı olarak görülen, onu dış şoklara karşı nispeten koruyan mali disiplinin hızla bozuluyor ve bütçe açığının artıyor oluşu… 3. Ekonomi yönetiminin gereken tedbirleri almaya hiç de istekli görünmeyişi…

Bunun haricinde yapısal reformların da gerçekleşmediğine ilişkin cümleler var. O da bir başka tartışma konusu… Yine Türkiye’nin önceleri ödemeler dengesi krizlerinden nispeten az etkilenmesinde işe yarayan esnek kur sisteminin de artık fiilen bitmiş olduğuna ilişkin uyarılar ve hükümetin bazı sermaye kontrollerine gideceğine dair de imalar mevcut. Bunların hepsi başlı başına masaya yatırılıp incelenmesi gereken şeyler. Ama bizim burada tartışacağımız iddia başka…

Moody’s not indirme açıklamasında (Bkz. https://www.moodys.com/research/Moodys-downgrades-Turkeys-ratings-to-B2-and-maintains-negative-outlook–PR_431146 ) şöyle bir cümle kullanıyor: “Turkey’s weaker exchange rate does not have as much of an impact on growth and export competitiveness of goods as it does in many other countries because of the high import content of exports in some exporting industries.”

Yani, döviz kuru artışı (şimdilerde bizim ekonomi yönetiminin tercih ettiği terimle ‘rekabetçi kur’) mamullerin ihracatta rekabetçi olmasında ve iktisadi büyüme konusunda işe yaramıyor. Sebebi ise bazı ihracatçı sektörlerdeki yüksek ithal girdileri… Moody’s bu fikirde…

Bu iddia eğer doğruysa, çok geniş sonuçları olacaktır.

Mesela TL’nin değerini çok düşürerek ihracatınızı çok yüksek oranlarda artırmayı unutun, zira ithal girdi oranının yüksekliği nedeniyle ihraç mallarınız dolar döviz cinsinden fiyatlarla dahi, yabancı rakip mallara nispetle umduğunuz ölçüde ucuzlamayacak. Dolayısıyla, döviz kurunun şirket bilançolarında, genel iktisadi dengelerde, bilhassa enflasyonda yarattığı onca tahribata rağmen elinize pek az bir şey geçecek; eğer o da geçerse…

Dahası, eğer ithal girdi oranı sadece belli başlı ihracatçı sektörlerde değil, genel olarak imalat sanayii ortalamasında da çok yüksekse, döviz kuru artışının genel ekonomide tahribatı çok yüksek ve elbette döviz kurundan enflasyona geçirgenlik (pass-through) katsayısı da sanılandan yüksek olacak. Bu da belki zaman içinde etki şiddeti azalsa da bir cins kısır döngü anlamına geliyor: Döviz kuru arttığı için enflasyon oranı artıyor. Fakat enflasyon oranının artışı da bir sonraki kur yükselişini zorunlu kılıyor!

Velhasıl Moody’s raporunda geçen bu ithal girdi vurgusu Türkiye’de ekonomi politikası tayininde, iktisatçı ve politika yapıcıların, mutlaka hem ölçeği hem de çaresi konusunda araştırıp mutabık kalması gereken en önemli konularından biri…

Peki durum böyle mi?

Ne yazık ki böyle bir mutabakattan çok uzağız… Dört başı mamur bir araştırmadan da…

Geçtiğimiz hafta, Moody’s bu raporu yayımlamadan önce, sosyal medyada tam da bu konu Türkiye’nin önde gelen bazı iktisatçıları arasında tartışıldı. Bu “tartışma”nın ekonomi kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmediği kanısındayım. Bu tartışma ve Moody’s raporu vesilesiyle gelin konunun kendisine bir göz atalım. Sadece sosyal medya tartışmasına değil, o tartışmada gündeme gelen bazı önemli çalışmalara, raporlara da…

 

                                    “EKONOMİ POLİTİK”İN POLİTİK MAGAZİNİ

Bahsettiğimiz tartışma -eğer buna bir tartışma denebilirse, çünkü pek dolaylı ve bir hayli imalarla yürüyen bir tartışma- oldukça önemli.

Hem iktisat teorisi hem Türkiye iktisat politikası, hem de Türkiye iktisat politikasını yürüten veya yürütmeye aday ekiplerin iç kavgasına işaret ettiğinden önemli…

Uzatmadan lafa girelim… “Tartışma” iktidara son derece yakın durmaya dikkat eden Prof. Kerem Alkin’in bir tviti ile başladı. Daha doğrusu K. Alkin’in Mahfi Eğilmez’in bir tvitine cevap verirken bir eski yazısının linkini paylaşmasıyla…

Kerem Alkin benim de hocam olan değerli iktisatçı Erdoğan Alkin’in ikisi de yine iktisatçı olan iki oğlundan büyük olanı… Diğeri, yine Kerem gibi profesör olan Emre Alkin.

Kerem Alkin bu iktidar zamanında Türkiye Varlık Fonu’nun yönetim kuruluna atanmıştı. Fakat daha sonra bu görevinden alındı. Neden olduğu henüz tam bilinmiyor. Görevden alınan eski TVF Başkanı Mehmet Bostan 2017 Eylül’ünde görevden alındıktan sonra Kerem Alkin daha bir süre görevden kaldıktan sonra o da görevden alındı. Bu konuyla ilgili tecrübeli ekonomi gazetecisi Necati Doğru bir yazı kaleme almıştı. Yazıda Wikileaks belgelerinde ortaya çıkan, Kerem Alkin’in Berat Albayrak’a yazdığı e-postaların içeriğine de değinilmişti.

(Bkz. https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/necati-dogru/sen-neymissin-be-hocam-2639689/ )

Prof. Kerem Alkin buna bir yazıyla tepki gösterdi fakat yazıda Doğru’nun ithamlarına doğrudan bir cevap yoktu.

Konumuzla ilgisi yok gibi gözüken bu bilgileri niye yazıyorum; çünkü belki de mevcut tartışma ile ilk bakışta fark edilmese de bir ilgisi var da ondan…

**

Gelelim Prof K. Alkin’in tvitine… K. Alkin aynı zamanda Sabah gazetesinde köşe yazarı… Tvit aslına oradaki son yazısını paylaşmak amaçlı… Tviti bir akış şeklinde yazmış ve yazısını bu akışta özetlemiş.

(Yazı şurada: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/kerem-alkin/2020/06/05/fiyatlarda-kur-manipulasyonu-bitmeli )

 

Yazıdaki ön plandaki tartışma bu linki paylaşırken Prof. K. Alkin’in attığı tvitte başlıyor:

“TCMB uzmanlarınca hazırlanarak Mayıs 2019’da yayınlanmış bir çalışma, Türkiye Ekonomisi’nde tüm sektörlerin ‘ithal girdiye bağımlılığı’nın direkt etki olarak yüzde 10,6, dolaylı etki de dahil olarak hesaplandığında ise yüzde 19,3 olduğuna işaret ediyor.”

Bilindiği gibi ekonomi kamuoyunda Türkiye’de sanayinin ithal girdi bağımlılığının değil %10, % 60, hatta kimi iktisatçılara göre % 70 olduğu düşünülür. Böylece özetleyecek olursak K. Alkin diyor ki ithal girdi bağımlılığı sanılandan çok daha az olduğundan döviz kuru artışlarının –kur geçirgenliği yoluyla- enflasyona sebep olma kapasitesi de sanılandan azdır. Buna rağmen enflasyonun yükselmesi ya da büyük bir durgunluk ortamında hâlâ yüksek kalması nasıl mümkün oluyor? Kerem Alkin enflasyonun yükselmesinin sebebinin bazı firmaların kur nedeniyle maliyetleri yükselmediği halde “ahlaksızca” fiyatları yükseltmelerine bağlıyor. Çareyi de iktisadi tedbirlerden çok polisiye ya da daha doğrusu zabıta tedbirlerinde buluyor.

 

Fakat dikkatli gözlerden kaçmamış olsa gerek, Alkin enflasyonun sürmesindeki sorumluluğu bazı kurum”lara yüklemekte. Bunlardan bazısı, öyle anlaşılmakta ki Rekabet Kurumu, ya da mülki amirlikler gibi kurumlar ise diğer “BİR” kurum TCMB’dir. K. Alkin,  TCMB’yi isim vermeden, “enflasyonla mücadele yükünün tümünü gereksizce taşımaktan memnun” olmakla itham ediyor.

Buradan şöyle bir sonuç çıkarılır mı: K. Alkin gibi yüksek görevlere alışmış ve belki de biraz ihtiraslı bir akademisyenin TVF’den ayrılmasından sonra tekrar bir görevle Saray’ın iltifatına tabi olmak için çabalaması normal sayılabilir. Ekonomik gidişatın o “kurum”ların başındakilerin konumunu hızla erozyona uğrattığı bir dönemde bu eleştiriler belki de Prof. K. Alkin’e eskisi gibi yine yüksek bir mevki kazandırabilir. Belki de o “BİR” kurumda…

Bütün bunlar esasında bir varsayımdan ibaret denilebilir. Öyledir de… Ama Prof. K. Alkin’in tvit akışında başka ipuçları da var. Yukarıdaki paylaştığımız tvit akışının ilk bölümü aslında şöyleydi:

Buradaki “Ortodoks”, “neoklasik iktisadi söylem” konusundaki şikayetleri pek ciddiye almadan geçelim. Çünkü bugün tüm dünya üniversitelerinde iktisat diye okutulan ve “anakım” tabir edilen iktisat ekolüne Kerem Alkin’in herhangi bir ciddi eleştirisi yoktur. Ötesi bizzat kendisi bu ekole mensuptur. O zaman bu eleştiri nereden çıktı?

Şuradan: Mevcut iktisadi anaakım kurama göre enflasyonu önlemenin yolu para arzını kısmak ve faizleri arttırmak. Gelgelelim bu “genel kabul görmüş” tez Saray’ın “Faiz sebep, enflasyon netice” doktrinine uymamaktadır. O nedenle şimdi herhalde biraz “kenara çekilmiş” olan Saray ekonomi danışmanlarından Cemil Ertem de iktisat çevrelerinde bir miktar prestiji olan başka iktisat ekolleri arayışına girmiş ve bunu Neo Fisherci doktrinde bulduğunu düşünmüştü. (Bu ilginç yazı için Bkz. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/cemil-ertem/enflasyon-faiz-uzerine-teorik-bir-giris-2670467 )

Sonuçta Prof. K. Alkin de bir “alternatif” peşinde ama Cemil Ertem’in tersine somut bir alternatif göstermiyor. Onun yerine “uluslararası literatürde sayısız tartışmaya ve yeni yaklaşımlara konu olan büyüme-enflasyon-para politikası ilişkisi”nden bahsederek hedefe oturttuklarını eski demode neoklasik çerçevede kalmakla suçluyor. Peki ama bahsettiği tartışmada neoklasik veya yaygın para politikalarına alternatif olan bu tartışmaların tarafları kimlerdir? İşte orada somut bir örnek vermiyor.

Aslında bilinen o ki, neoklasik, yeni- klasik neoKeynesçi çizgiye alternatif başlıca iki kuram var. İkisi de solda yer alan Marksist ve Post Keynesçi ve bilhassa bu sonuncudan türeyen ve şu sıralarda ABD’de pek popüler olan Modern Para Teorisi (MMT).

((Özellikle bu sonuncusunun iktidarın şimdiki para ve maliye politikasına (eğer böyle bir politika gerçekten mevcutsa, ki çok şüpheliyim) bir teorik zemin sağlayabileceğinden hareketle “iktisat politikasının yetmez ama evetçileri” ifadesini kullandığım bir yazı için Bkz. https://www.paraanaliz.com/2020/yazarlar/cuneyt-akman/para-nasil-yaratilmaz-bolum-1-48400/ ))

Kerem Alkin’in ne Marksist ne de MMT’cilerin radikal sol politik iktisat önerilerini paylaşacağını sanmam; zaten bu tvitlerinde esas dikkat edilmesi ya da ciddiye alınması gereken cümle o “teorik” eleştiri değil. Peki hangi cümle? Mesela şu!

“Dünyada neyin tartışıldığına kulaklarını tıkayan, bir iktisatçı, kurum ekonomisti (abç) grubu var.” Kerem Alkin, bu cümleden kalkarak, onları sadece modası geçmiş olmakla değil, ABD’den empoze edilen fikirleri kurumlara telkin eden kişiler olmakla, özetle “yerli ve milli” olmamakla itham ediyor.

Böyle olunca çıkan sonuç şu: Enflasyon önlenebilir ama o kurumlardaki uzmanların üstünde hâlâ etkili olan gayrimilli kurum ekonomistlerinin etkisi nötrleştirilirse… Peki kim yapacak bu işi? Elbette hem teorik bir ünvanı olan hem söz konusu kötü teorik etkilere açık olmayan hem de Saray’a yakınlığını her fırsatta vurgulamaya özen gösteren biri!

Malum çeşitli tarikat şeyhleri kendilerinin Mehdi olduğunu doğrudan iddia etmez ama Mehdi’nin fiziksel özelliklerini öyle bir sayarlardı ki bakan müritler “Yahu bu özellikler aynı bizim Şeyh Efendi” derlerdi. Acaba Türkiye’yi onyıllardır düçar olduğu hayat pahalılığı belasından kurtaracak “Enflasyon Mehdisi” Kerem Hoca mıdır? O zaman onu derhal mesela TCMB Başkanlığına getirmek uygun olmaz mı?

Doğrusu uygun olur! Daha önce de kendisini önemli görevlere önermiştim. Kendisi açıkça söylemeye ar etmiş olabilir; ben önermiş olayım. Yani ekonomiyi illa biri batıracaksa hiç değilse bizim meslekten bir profesör batırsın. Hem Sayın Çiller’i hatırlayacak olursak, ilk de olmaz. Hem bakarsınız tersi de mümkün; niye olmasın? Bugünlerde ekonominin durumuna bakacak olursak kurtuluşu, ancak, eskilerin deyişiyle söylersek, “TAHT işi değil BAHT işi!”

İşin latifesi bir yana Saray’ın ekonomi yönetiminin içinde gerçekten doğru dürüst bir eğitim almış kişilerin sayısının çoğalması eninde sonunda iyi bir şey.

Fakat işte “tartışma” da tam bu noktada alevlendi. Kerem Alkin’in isim vermeden hedef aldığı “kurum ekonomistleri”nden en ünlüsü TCMB’nin eski baş ekonomisti, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Kara cevaben, Kerem Alkin’in tvitini alıntılayarak aşağıdaki tviti attı:

Böylece aynı anda birkaç tema birden tek bir tartışma üzerinde yürümeye başladı: Enflasyonun sebebi ne? Enflasyon üzerinde döviz kurlarının etkisi ne kadar ve hangi mekanizmalarla görülüyor? Enflasyonu polisiye tedbirlerle önlemek mümkün mü? Kurumların (bilhassa TCMB’nin) güvenilirliğinin önemi ne?

Ve elbette en özelde bütün bunlarla ilgili olan asıl tartışma Türkiye’de sanayinin ithal girdi bağımlılığının gerçek oranı ne?

Bu sonuncusu şu bakımdan önemli:

Eğer sanayideki ve özellikle ihracattaki ithal girdi oranı çok yüksekse bunun sonuçları:

a) Kur-enflasyon geçişi çok yüksek olacağından döviz kuru yükseldiğinde enflasyon da neredeyse kur yükselişi oranına yakın derecede yükselecektir. Yani zam yapan işadamlarını mesela hapse atmak pek işe yaramayacaktır. (Zaten durum böyle olmasa da bu yöntemin işe yaramayacağı meselesi ayrı bir konu!)

b) İhracatı kredi teşvikler vb ile yükseltmeye kalkmak, ihracatı arttırırken ithalat da bir hayli artacağından, cari açığı pek az düzeltecektir. Eğer aynı şeyi büyümeyi yükseltmek için yaparsanız (birkaç aydır zaten uygulanmaya çalışılan yöntem), ki büyüme olmadan ihracatı yükseltmek mümkün olamaz, bunun da cari açığa etkisi bırakınız olumlu olmayı tamamen negatif olacaktır. Şaşılacak bir tez de değil bu söylediğim: İşte örneği: Bir kaç aydır kredi büyümesiyle GSYH’yı yükseltme politikası daha şimdiden tıkandı; tam tersi önlemlere dönüldü.

( Bkz. https://www.paraanaliz.com/2020/ekonomi/bddk-tuketici-kredilerinde-vadeyi-indirdi-50963/ )

Konuya tam bu noktada eski Hazine Müsteşarı iktisatçı Mahfi Eğilmez de Twitter’da sorulan bir soru üzerine dâhil oldu.

Mahfi Eğilmez’in kendisine sorulan “ekonomisinde %9 küçülme yaşanırken %11’lerde enflasyon olmasının sebebi ne olabilir? Talep yok ama fiyat artıyor gibi okuyorum ben. Biraz kafam karıştı. Yardımcı olabilir misiniz?” sorusuna karşı yaptığı yukarıdaki yoruma Dr Artunç Kocabalkan Asaf Savaş Akat ile birlikte Kerem Alkin’in yukarıdaki yazısına atıf yaparak konuyu açınca Mahfi Bey de konuya dâhil oldu. Mahfi Eğilmez cevap olarak “Sevgili Artunç, benim bu hesaplamalarda esas aldığım tablo TCMB’nin aşağıda linkini paylaştığım yayınının 68’inci sayfasındaki 6.1 numaralı tablo. Buna göre imalat sanayiinde ithal maddelerinin toplam maliyetler içindeki payı % 60 – 65 dolayında çıkmış” tvitini atarak, referans aldığı çalışmanın linkini paylaştı.

(Bkz. https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/16e81cc5-44d8-4d2b-a7d4-b61cedb0b4c1/WP1002.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-16e81cc5-44d8-4d2b-a7d4-b61cedb0b4c1-m3fB8Ud )

BU YAZININ 2. BÖLÜMÜNDE TARAFLARIN KANIT OLARAK GÖSTERDİKLERİ AKADEMİK ÇALIŞMALAR VE SONUÇLARI YER ALACAK

Yazının diğer bölümleri:  BÖLÜM 3: İTHAL GİRDİ VE KUR GEÇİRGENLİĞİ TARTIŞMASININ CEMAZİYELEVVELİ-3

BÖLÜM 4: MOODY’S NOTU-ENFLASYON-REKABETÇİ KUR-İTHAL GİRDİ TARTIŞMASI-4 (SONUÇ YERİNE)

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları