Sosyal Medya

MOODY’S NOTU-ENFLASYON-KUR ŞOKU-İTHAL GİRDİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR TARTIŞMA-2 (REFERANSLAR)

14 Eylül 2020

Yazının ilk bölümünde Moody’s’in not indirim açıklamasından hareketle o indirimden de önce iktisatçılar arasında Twitter’da yürütülmüş bir “ithal girdi oranı” tartışmasının ilk bölümümü anlatmıştım. İktisatçılar o tartışmada çeşitli akademik çalışmalara referans vermişlerdi. Şimdi artık o çalışmaları elden geldiğince kısa özetlemeye geldi sıra.

Önceki bölümü Mahfi Eğilmez’in ithal girdi oranının yüksekliği tezine dayanak olarak verdiği araştırmaya atıf yaptığı yerde kesmiştik…

Bu çalışma 2010 senesinde yapılmış. Çalışmanın başlığı: “Türkiye İmalat Sanayiin İthalat Yapısı”, yazarları ise Şeref SAYGILI, Cengiz CİHAN, Cihan YALÇIN, Türknur HAMSİCİ. Çalışma, 2002 yılına ait girdi-çıktı tablolarına ve ayrıca kendilerinin yaptığı bir ankete dayanıyor.

Çalışmaya göre Türkiye’de ihracatın ve sanayinin ithalat girdi bağımlılığı hem mutlak olarak hem de diğer OECD ülkelerine göre bir hayli yüksek.

 

Anket kapsamındaki sanayi şirketlerinin içinde hammadde ve malzemenin payı tablosu şöyle:

 

Peki bu üretimin içindeki malzeme ve hammaddeler içindeki ithal payı ne kadar sorusuna çalışma şu tabloyla cevap veriyor:

 

s.77

 

S.78

 

s.51

 

s.70

Bu araştırmadan çıkan sonuçları özetleyecek olursak:

  1. Üretim maliyeti içinde hammadde ve malzemenin payı çok yüksek. Buna karşılık işçiliğin payı çok düşük. Normal bir karlılık oranında bu durum toplam maliyetin içinde malzemenin payının fazla katma değerin az olmasına neden oluyor.
  2. Yıllar içinde imalat sanayiinde ithalatın payı sürekli yükselmiş.
  3. Petrol, kok kömürü gibi temel malzeme ve enerji girdilerinde ithal payı anormal derecede yüksek. Bahsedeceğimiz diğer araştırmalardan görüleceği üzere petrol fiyatları düşse de bu bağımlılık oranı kayda değer derecede düşmüş görünmüyor.

İthalata bu yönelimin sebebi ise araştırmada 5 faktörle özetlenmiş:

  1. a) Daha ucuza temin (% 20,1)
  2. b) Kaliteli ve kesintisiz temin (% 18,8)
  3. c) Yurt içi üretimin olmaması/Yetersizliği (% 53,3)
  4. d) Başka şirketlerle ilişkiler (%4,1) ve
  5. e) Yurtdışı kredi (% 3,1)

Yukarıdaki sebepleri basitçe üçe ayırabiliriz aslında:

İlk olarak, döviz kurunun yurtdışından sıcak para temini amacıyla kasıtlı olarak düşük tutulması ayılabilir. Bu yöntemin sonucu benzer maliyet yapısına sahip ithal ve yerli ürünlerde ithal ürünün fiyatının haksız şekilde yerli ürüne göre düşük kalışı… Ayrıca Dâhilde İşleme Rejimi denilen ve ihracata yönelik ürünlerde girdi olarak kullanılacak ithalata verilen teşvikler de ithalatı yönelimi arttırıyor.

İkinci olarak, 1980’lerden başlayarak ithal ikamesinin terki ve 2000’lerden itibaren artan özelleştirmelerle, yurt içinde pek çok mamul, verimsiz oldukları vb gerekçesiyle üretimden çekildi. Bir önceki maddede saydığımız ithal ürünün “ucuzluk” faktörü de bu çekilmeyi hızlandırdı. Pek çok firma ithal ürünlerle rekabet edemediği için üreticilikten ithalatçılığa döndü.

Üçüncü faktör ise firmaların dış pazara veya yabancı firmalara bağımlılığıdır. Bu bağımlılık ilişkisi sonucu, yabancı ana firma genellikle kendi ülkesinin girdilerinin kullanımını zorunlu kılmakta, bazen de yabancı firmalar kendi ülkelerinin girdilerini kullanmak şartıyla uygun koşullarda kredi vermektedir.

İleride başka araştırmalarda görüleceği üzere ihracattaki artış da ithal bağımlılığını en azından başlarda arttıran bir faktördür. Kalite veya yurtdışı talep tercihi dolayısıyla ihracata yönelik ürünlerde ithal girdi oranı daha fazladır. Ancak bunun ileriki yıllarda da azalacağına hâttâ artarak devam etmesi yine hükümetlerin ekonomi politikası tercihine bağlıdır.

Bütün bu yazıp çizilenlerin özeti söz konusu araştırmaya göre şu:

(Petrol hariç) imalat sanayii ortalamasında üretim maliyeti içinde ithal girdi maliyetinin oranı % 61,8 Toplam maliyet içinde ithal girdi maliyetinin oranı da yine petrol hariç %50,4 olmuş. Petrol ve kok gibi enerji dallarının da katıldığı ortalamada durum daha vahimdir. Aynı zamanda çeşitli ölçümlere göre 2002 ile 2007 arası bu rakam çeşitli ölümlere göre % 5,5 ila %7,5 arası artmış hem de sadece beş senede.

Bu çalışma iki bakımdan hâlâ eşsiz.

Hem 150 sayfalık hacmi ile Türk sanayiinin genel bir röntgenini çekmesi bakımından eşsiz hem de 2002 girdi çıktı tablosu yanında kapsamlı bir imalat sanayi anketine dayanması bakımından… (Anketteki firmaların temsiliyet özellikleri de çalışmada dikkatlice açıklanmış)

Eksikleri ise çalışmanın 2007 yılında kalmış olması. 2012’deki yeni girdi çıktı tablolarının kullanılmamış olması.

DİĞER VE DAHA YENİ ÇALIŞMALAR

Zaman içinde 2012 girdi-çıktı tablolarından yararlanan yeni çalışmalar yapılmış olmakla birlikte bunlar hem hacim olarak hem anket gibi doğrudan saha çalışmalarından yararlanamayış bakımından bazen de kullandıkları yöntemler bakımından eleştiri konusu olmuşlardır.

Üstelik bazıları 2019 gibi yeni tarihlerde yapılmış bu araştırmalar da kendi aralarında tutarlı bir sonucu ulaşamamıştır. Aşağıda dikkat çeken bazılarını özetleyelim.

Bunlardan birisi Elif Özcan-Tok, Orhun Sevinç’in TCMB bünyesinde Ekonomi Notları içinde 8 Mayıs 2019 tarihinde ve Sayı: 2019-06 yayımlanmış, Üretimin İthal Girdi Yoğunluğu: Girdi-Çıktı Analizi çalışmasıdır. 14 sayfalık bu kısa notta Türkiye’de 2012 yılı itibarı ile “toplam üretimin ithal girdi yoğunluğu” sadece %19,3’tür.

İlginç olan şu ki aynı araştırma tıpkı Saygılı ve diğer. (2010) gibi 2002’den sonra ithal girdi oranının arttığını söylemektedir. Bu araştırmaya göre 2002 yılında ithal girdi yoğunluğu sadece % 16,1’imiş.  Araştırmada terimler birbirinden farklı kullanıldığı için kıyaslamalarda hata mümkündür. Örneğin bu aynı araştırmada ülkelerin toplam ara malı ithalatının toplam ara malı talebine bölünmesiyle bulunan “Toplam İthal Girdi Oranı” Türkiye için % 40 civarındadır. Türkiye bu sıralamada Almanya’dan hafifçe “iyi” ancak Japonya’dan bir hayli “kötü” durumda, orta sıralarda bir ülke görünümündedir. Ancak OECD’nin bu çalışmasında veriler nispeten eskidir (Son gözlem 2005).

 

s.5

Araştırmada çok düşük bulunan ve Kerem Alkin’in altını çizerek atıf yaptığı “ithal girdi yoğunluğu”nun tanımı araştırmacılara göre “Tüm nihai talepteki bir birim değişimin gerektirdiği ithal girdi miktarı”dır.

Aşağıdaki tablo ise araştırmacılara göre doğrudan ve dolaylı ithal girdi yoğunluğunu gösteriyor.

 

 

s.7

Esasen bu araştırmada da birçok önemli imalat sanayi alt sektörü, Saygılı ve diğer. (2010)’a benzer sonuçlar vermektedir.

Örneğin: Kok ve rafine petrol ürünleri sektöründe girdiler ülkemiz doğal kaynaklarından karşılanamadığından ve kısa vadede alternatifi olmadığından, beklendiği üzere ithalat gerekliliğinde yüzde 70,6 ile lider sektör konumundadır. Bu sektörü yüzde 46,3 ile elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme sektörü takip etmektedir.

“Bu sektörlerde 2012 yılında 2002 yılına kıyasla ithalat gereği katsayılarında 13 yüzde puanın üzerinde artış görülmüştür.” (age. s.8)

Ayrıca tıpkı Saygılı gibi ithal girdi oranında bir yükselmenin devam ettiğini de tespit etmektedir. Üstelik bu araştırmanın süresi reel efektif döviz kurunun eskisi gibi ithalatı teşvik etmediği, tersine rekabetçi bir kura eriştiği dönemleri kapsaması bakımından ithal girdi artış eğiliminin hâlâ sürmüş olması bilhassa dikkat çekicidir.

“Türkiye’nin 1995 yılında yüzde 13,9 olan ihracat içindeki ithal girdi yoğunluğu, 1998 yılında yüzde 15,4’e, 2002 yılında ise yüksek artış kaydederek yüzde 22,3’e ulaşmıştır (Grafik 4).7 2012 yılına ait girdi-çıktı tablolarına göre ise söz konusu oran yüzde 30,2 olmuştur.” Teselli olacaksa “Türkiye’nin ihracat içindeki ithal girdi yoğunluğu tarihsel olarak Çin ve Almanya’nın gerisinde kalmaktadır.”

Tabi bu özel tanımlı değişkende de tıpkı Saygılı ve diğer. (2010) gibi ihracatta ithal girdi oranı toplam üretim ortalamasından kayda değer biçimde yüksektir. (%19-%30)

Yukarıdaki ithal girdi tablolarını önceki Saygılı ve diğer. (2010) ile karşılaştırırken dikkat edilmesi gereken bir konu ilkinin bu çalışmayı imalat sektörü için yaparken, bu araştırmanın tüm mal ve hizmet “üretim sektörleri” için yapmış olmasıdır. Dolayısıyla imalat sektörlerindeki yüksek ithal girdi bağımlılığı, hizmet sektörlerindeki düşük ithal girdi bağımlılığıyla kısmen dengelenmektedir. Örneğin motorlu kara taşıtlarında bu oran % 44,1 iken, finansal hizmetlerde % 4,9’dur. Dolayısıyla mesela OECD’nin ortalama oranlar olarak uluslararası karşılaştırma tablosu sektörel dağılımı göstermediği için sorunludur hem de özellikle ihracat söz konusu olduğunda ithal girdi oranının genel üretime göre niye o kadar fazla olduğu ortaya çıkmaktadır.

BİR DİĞER ÇALIŞMA BİR DİĞER SONUÇ

Yine Merkez Bankası bünyesinde yayımlanmış bir Çalışma Raporu’nda (Working Paper) konuyla ilgili yeni bilgiler vardır. Yusuf Emre Akgündüz ve Salih Fendoğlu’nun Mayıs 2019’da yayımladığı “Exports, Imported Inputs, and Domestic Supply Networks” başlıklı araştırmanın amacı ise sadece ihracatçılara yöneliktir. Daha açık söyleyecek olursak bir döviz kuru yükselişinin ihracat fiyatlarına yansıması ile ilgilidir. Doğrudan konumuzla ilgili olmasa da bu araştırmanın yapılabilmesi için ihracat şirketlerinin doğrudan ve dolaylı ithal girdi oranları da verilmiştir. Tüm sanayi için olmasa da yapılan bu çalışmada kullanılan ithal girdi oranı doğrudan % 24, dolaylı (yani yerli girdi kullanımının harici yerli tedarikçilerin mallarının içindeki ithal girdi ile birlikte) % 45’dir.

OECD ÇALIŞMASI

Son olarak OECD’nin konumuzla ilgili önceki verdiğimize göre daha yakın tarihli uluslararası kıyasına yer verelim. Burada tarih 2016 verileri olarak belirtilmiş. Ancak verilen gösterge “Brüt ihracattaki ithal yüzdesi”… Bu rakam hem sadece doğrudan ithal payını gösterip dolaylı payı atlıyor hem de doğrudan payı da tam olarak ya da net olarak ölçmüyor. Buna rağmen rakam açısından değil ama ülkelerin sıralaması açısından oldukça faydalı sayılabilir.

 

(Bkz. https://data.oecd.org/trade/import-content-of-exports.htm)

Türkiye burada pek çok ülkeden “iyi” durumda… Niçin “iyi” veya “kötü” ibarelerini tırnak içine aldığımı ise ilerideki satırlarda anlatacağım. Buna karşılık aynı Türkiye, yukarıda verdiğimiz ve K. Alkin’in atıf yaptığı %19’luk bağımlılık tezini anlatan Özcan-Tok, Sevinç (2019) çalışmasında vurgulananın aksine pek çok gelişmiş ülkeden daha “kötü” durumda.

Dikkat edilecek olursa Türkiye (% 16 bu bakımdan hem G-20 ülkeleri ortalamasından (% 4,2) hem OECD ortalamasından (% 7,1) hem ABD’den (%9) bir hayli “kötü” durumda. 28 ülkelik AB ortalamasından (% 11,6) da öyle…

Fakat buraya kadar verdiğimiz rakamlar ne anlam taşıyor; elbette yoruma ihtiyaç duyan rakamlar bunlar…

Şimdilik kısaca değinelim… Yöntemler, kapsamlar, ölçülen şey ve ne amaçla ölçüldüğü tüm bu araştırmalarda farklılık gösteriyor. O nedenle kıyas yapmakta çok dikkatli olunmalı. Buna karşılık zaman içinde trendler benzerlik gösteriyor.

Dediğimiz gibi her ne kadar yöntemler ve kapsamlar arasında fark olsa da kabaca söylemek gerekirse

  1. a) İmalat sanayiinde toplam maliyetin içinde ithal girdi maliyeti çeşitli araştırmalarda % 40-50 arasındadır. Ayrıca ihracatçı firmalarda bu rakam daha yüksektir.
  2. b) Yatırım malı ithalatı ve yüksek teknoloji ithalatında da bu oranlar ortalamaya göre daha yüksektir.

Bu tespitlerin elbette sonuçları olacaktır. Bunları tartışacağız ama gelin önce yazının başında bu tartışmanın diğer aktörlerine de göz atalım ve incelemeyi bu yazının boyutları açısından tamamına erdirelim.

YAZININ 3. BÖLÜMÜNDE TARTIŞMANIN HEM SON BÖLÜMÜNE HEM DE BİR “FLASH BACK İLE “CEMAZİYEL EVVELİNE GÖZ ATACAĞIZ

Yazının diğer bölümleri:

BÖLÜM 1: MOODY’S NOTU-ENFLASYON-KUR ŞOKU-İTHAL GİRDİ İLİŞKİSİ ÜZERİNE TARTIŞMA-1

BÖLÜM 4: MOODY’S NOTU-ENFLASYON-REKABETÇİ KUR-İTHAL GİRDİ TARTIŞMASI-4 (SONUÇ YERİNE)

@cakman4

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları