Sosyal Medya

Cüneyt Akman: 2008 KRİZİ VE COVID SALGINI İKTİSAT BİLİMİNE NE ÖĞRETTİ NE ÖĞRETEMEDİ?

26 Eylül 2020

Profesör Ahmet İnsel, 24 Eylül günü Birikim dergisi sitesinde bir iktisat biliminin durumu hakkında tartışılmasında fayda olan bir yazı yayımladı.

Yazının adı İktisat Biliminin Kadük Yasaları ve Batıl İtikatları (I)

(https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10283/iktisat-biliminin-kaduk-yasalari-ve-batil-itikatlari-i )

2.Bölümü de herhalde birkaç gün içinde gelir.

Yazının konusu başlıktan da anlaşılacağı üzere iktisat biliminde bu zamana kadar geçerli kabul edilen bazı “yasa”ların artık geçerli olmadığı, yani “kadük” hale geldiği savı…

Bu tez daha önce “heterodoks” tabir edilen iktisat ekollerince uzun yıllardır zaten defaeten dile getirilmişti. Ahmet İnsel de zaten yazısında bu duruma dikkat çekerken mevcut yazıyı, Fransa’daki bir ekonomi dergisindeki yeni bir makaleden ilham alarak kaleme aldığını belirtiyor:

“İktisat biliminin doğrularını, hurafelerini, ideolojik saplantılarını sorgulayan iktisatçılar da hep var oldu. Geçtiğimiz ay Fransa’da yayınlanan aylık eleştirel popüler iktisat dergisi Alternatives Economiques’de Christian Chavagneux, “Artık işlemeyen on piyasa yasası” başlığı altında, kadük olan bu yasaları ele alıyor. Aşağıda, kendi yorumlarımı da ilave ederek, Chavagneux’nün yazısının bir özetini çıkardım.”

Yazının 1. Bölümünde eleştiriye tâbi tutulan ve “kadük” ilan edilen “yasa”lar şunlar:

1.Fazla para basmanın enflasyonu beslediği…

2.Faizlerin düşüşünün yatırım ve toplam talebi arttıracağı…

3.Hanehalkının tasarrufları yatırımcıların finansman ihtiyacını karşılar. (Yani tasarruflar yatırımın kaynağıdır.)

4.Mali piyasaların (borsalar, vb) asli işlevinin şirketlerin yatırım ihtiyaçlarını finanse etmek olduğu…

 

Yazının 2. Bölümünde de yine Fransız dergisindeki yazıdan yararlanarak/özetleyerek

“kamu borçlanması büyümeye uzun vadede engeldir, asgari ücretin artması işsizliğe sebep olur, dış ticaretin serbestleşmesi herkesin yararınadır gibi kadük olmuş veya başından beri fiktif olan iktisat yasalarını, iktisadiyat ideolojisinin batıl itikatlarını”

ele alacağını söyleyerek 1. Bölümü bitiriyor Ahmet İnsel.

Yazıyı kısaca özetlemeye devam edersek –ki hiçbir özet aslının yerini tutmaz, ayrıca hataya da açıktır; lütfen yazıyı da okuyun- 1. Bölümde incelenen 4 “kadük yasa” şu gerekçelerle kadük ilan ediliyor:

 

1.Fazla para basmak enflasyona neden olsaydı 2008’den bu yana merkez bankaları büyük miktarda para bastı, enflasyon ciddi olarak yükselirdi; halbuki tersi oldu. Onun yerine borsalar yükseldi.

2.Faizlerin düşüşü yatırımları ve (toplam) talebi arttırsaydı, senelerdir sıfır ve negatif faiz uygulayan Japonya’da büyüme şahlanırdı; aynı şekilde dünyada gitgide yaygınlaşan negatif faiz uygulamaları da dünya ölçeğinde yatırım ve toplam mal ve hizmet talebini yükseltirdi. Halbuki olan tam tersidir.

3.Hanehalklarının tasarruflarının yatırımların kaynağı olduğu doğru olsaydı diyor İnsel, dünyada 20 yıldır şirketlerin tasarruf oranı hanehalklarının tasarruf oranından yüksek, hanehalkı tasarrufları neoliberal politikalar dolayısıyla azalan gelirleri yüzünden tam tersine düşüyor.

4.Sonuncu “kadük yasa” ise borsaların işlevi konusunda… Buna da yazıda getirilen itiraz şöyle: “Dolayısıyla borsanın, diğer adıyla mali piyasaların asli işlevinin şirketlerin yatırım ihtiyacını finanse etmek olduğu da artık doğru bir tanım değil. ABD’de yapılan hesaplamalar, borsanın ekonomiye katkı sağladığından daha büyük bir kaynağı emdiğini gösteriyor.”

 

Yazıda temel alınan Fransız dergisi yazısının adı “Artık işlemeyen on piyasa yasası.”

Dergi yazısının başlığından şöyle bir şey anlaşılıyor: Bu yasalar eskiden işliyordu ve artık –belki de bazı şartlar değiştiği için- artık işlemiyorlar, dolayısıyla “kadük” oldular; yani değerlerini ve geçerliliklerini yitirdiler.

Gerçi derginin başlığı bunu ima ediyor ama acaba yazıda tam böyle mi anlatılıyor? Bunu bilmiyoruz, çünkü Ahmet İnsel kendi yorumlarını da katarak, meseleyi biraz farklı koyuyor ve Alternatives Economiques’deki Christian Chavagneux yazısında da meselenin ortaya böyle konup konmadığını tam ifade etmiyor.

İnsel söz konusu “yasa”lar için şöyle diyor mesela:

“Bunların bir kısmı için kadük sıfatını kullanmak da doğru değil, çünkü hiçbir zaman gerçeklikleri kanıtlanmamış fiktif yasalardı.”

Yani bunların bazıları hiçbir zaman geçerli değil bir anlamda sahte yasalardı, o zaman dünyadaki bazı değişiklikler yüzünden sonradan kadük olmaları söz konusu zaten olamaz.

Fakat İnsel yukarıda saydığı dört “yasa”dan hangilerinin önceden de hiçbir geçerliği olmayan fiktif yasalar, hangilerinin şartların değişmesi neticesinde ancak sonradan işlemez hale geldiğinin ayrımını yapmıyor.

Yazıya başlarken kullandığı ifadelerden bu yasaların aslında birer varsayım olduğu, bunların geçersiz olduğu ise Covid salgını ile iyice ortaya çıktığı vurgulanıyor:

“İktisat ders kitaplarında iktisat yasaları veya en azından piyasa yasaları olarak tanımlanan ilişki modellerinin çoğunun birçok ekonomide somut olarak işlemediği Covid19 salgınının epey öncesinde ortaya çıkmıştı. Salgın, o güne kadar bu türü yaşanmamış ve dolayısıyla beklenmeyen, iktisatçı tabiriyle radikal belirsizlik ürünü bir ekonomik şoku az veya çok bütün ekonomilerde eşzamanlı olarak yaratınca, bu iktisat yasalarının belli başlılarının kadük durumuna düştükleri iyice ortaya çıktı.”

Covid salgının epey öncesinde, geçerlilikleri ile şüphelerin zaten ortaya çıktığı söylendiğine göre acaba bu tam ne zaman oldu?

Yine yazının girişinden anlaşıldığına göre bunların geçerliliği hakkındaki şüpheler 2008 krizi nedeniyle yoğunlaştı:

“2008 mali krizi sonrası giderek hızlanan biçimde iktisat kuramının yasa olarak tanımladığı, iktisat disiplininin temelleri konumunda oldukları kabul edilen bir dizi varsayımın somut olarak doğrulanmadığı açıkça görülür olmaya başladı.”

Fakat bu yazıdan şunu yine tam olarak anlayamıyoruz: Bu yasa veya varsayımlar en eskiden beri zaten geçersizlerdi de, bu geçersizlik, 2008 veya Covid nedeniyle mi anlaşılmaya başlandı, yoksa bu yasalar, bizzat “2008 mali krizi”nin ve daha sonra da Covid salgınının yarattığı beklenmeyen şartlar nedeniyle mi artık işe yaramaz oldu?

Ahmet İnsel’in bu yasaların/varsayımların eskiden beri doğru dürüst işlemediğine, doğru olmadığına dair bir görüşe sahip olduğunu sanıyorum; ancak bu, yazıda açıkça ifade edilmemiş.

İfade edilmiş olsaydı, bu işlemeyiş ve yanlış oluşun ne sebeple ve ne derecede olduğunu sormak ve tartışmak mümkün olacaktı. Ancak yazının bu halindeki çerçevede kaldığımızda bunu tartışmak mümkün değil.

Peki o yasa veya varsayımların işlemeyiş ve yanlışlık sebeplerini veya derecelerini tartışmak (bu yazının çerçevesinde kalsak dahi) niçin önemli?

Şu sebepten: Yukarıda eleştiri konusu edilen dört “yasa” veya “varsayım”ın yine yukarıda özetlediğimiz yanlışlanma gerekçeleri acaba ne kadar doğrudur, bunu bulmak için…

 

İKTİSADI YENİDEN TARTIŞMAK: EVET AMA NASIL?

Ne demek istediğimi üç ayrı maddede açıklayayım:

  • Yukarıdaki 4 adet “yasa” veya “varsayım”ın yanlışlanması gerçek bir yanlışlanma mıdır? Yani bu iddiaları öne süren iktisat teorilerinin/ekollerinin (çünkü bu iddialar tüm iktisat teorileri veya ekolleri tarafından hiçbir zaman savunulmadı.) bu iddialara dayanan bütün pozisyonlarını değiştirmeye zorlayacak kadar temel eleştiriler midir?
  • Yukarıda ifade edilen o dört “iddia”nın yanlışlanması için 2008 veya Covid dönemindeki “beklenmeyen” olaylara ihtiyaç var mı idi; yoksa bundan önce de o iddiaları temelden çürüten deliller ve en azından başka ve daha ikna edici tezler var mıydı?
  • İktisatta “yasa”, “varsayım” hâttâ “aksiyom” veya tez (hipotez) dediğimizde ne anlamalıyız? Bu yasalar nasıl ve ne zaman “kadük” olur?

Birinci maddeye geçmeden önce yukarıdaki bu iddialar veya hipotezlerin, bir bütün olarak ele alındıklarında, mevcut iktisat ekollerinin tümü tarafından benimsenmiş şeyler olmayıp, neoklasik iktisat denen ve akademideki egemen pozisyonu dolayısıyla “anaakım” da tabir edilen iktisat ekolüne ait olduğunu vurgulamak gerekir. Hepsine birden bakarak değil ama, bu tezleri tek tek ele aldığımızda, en azından bazılarının, neoklasik anaakımla yakın ilişkide olan bazı Keynesçi/kurumsalcı akımlar tarafından da kısmen kabul gördüğünü söyleyebiliriz.

Yukarıdaki yasa/varsayımları kadük eden olgular olarak İnsel’in saydıkları, kanaatimce neoklasiklerin o tezleri ya da “yasa”ları oluşturan daha derindeki (ön)kabullerini ortadan kaldıracak şeyler değil.

O “yasa”lar bu itirazlarla kadük olmaz; olsa olsa yeni şartlara göre aynı sonucu ifade edecek şekilde yeniden formüle edilir, ki öyle de yapılmakta…

Mesela 1. Maddeyi ele alalım: Fazla para basmak (ille de) enflasyona neden olmaz çünkü 2008’den beri çok para basılıyor ve enflasyon meydana gelmiyor eleştirisi… Yani demek ki enflasyon Milton Friedman’ın dediği gibi “her yerde ve her zaman parasal bir olgu” değildir.

Halbuki 2008 Nicel Genişleme operasyonları tek başlarına, yukarıdaki tezin temelini teşkil eden “modern miktar teorisi” denilen kuramı yanlışlamaz. Bu teorinin bırakın Friedman’ın revize ettiği ve modern” hale getirdiği şeklini, onun geleneksel şekliyle bile bu “anomali”yi açıklamak mümkündür.

Bu söylediğimizden, Modern veya değil “Paranın Miktar Teorisi”nin yani, enflasyonun üretilen mal ve hizmet miktarı, paranın dolaşım hızı ve “basılan” para miktarı arasındaki ilişkiye bağlı olduğu, ve bu ilişkinin para miktarından fiyatlar genel seviyesine doğru olduğu iddiasının mutlak bir gerçek olduğu anlamı çıkmaz.

Ama gayet rahatlıkla iddia edilebilir ki, 2008 sonrası Nicel Genişleme’nin, yani merkez bankalarının (başlangıçta “toksik”) menkul kıymet alarak para yaratmasının, belli bir süre boyunca, kriz ortamında olunduğundan geniş para arzını sanıldığı kadar arttırmayışı nedeniyle yanlışlanmadığı..,

Ve/veya yaratılan para miktarının da tüketici enflasyonunu değilse de borsalardaki varlık enflasyonunu arttırdığı söylenebilir.

Yine ilave edilebilir ki bu durum devam ettiği müddetçe ya varlık balonu patlayarak bir depresyona, ya da varlık fiyatlarının yükselişinin yarattığı gelir etkisi yoluyla, -krizin etkisi azaldıkça- tekrar tüketici enflasyonuna sebep olacağını tutarlı olarak öngörmek mümkündür.

Özetle miktar teorisinin belki bir miktar revizyona tâbi tutulma ihtiyacı hissedilir (daha önce de defalarca revize edildi) ama ana fikri olduğu gibi yerini koruyabilir.

Yine mesela 3. Maddeye değinerek bu konuyu kapatalım. “Hanehalklarının tasarruflarının yatırımların kaynağı olduğu” tezinin yanlışlanması, hanehalkı tasarruflarının düşerken şirket tasarruflarının artıyor oluşuna işaret edilerek yapılamaz.

Yapılamaz, çünkü aslında neoklasik teoride dahi, yatırımların sadece hanehalkı tasarruflarıyla fonlandığı iddia edilmez. İddia, yatırımların toplam tasarruflarla fonlandığıdır. Yani kişilerin tasarruf eksikliğinin kurumsal tasarrufla telafi edilmesi, anaakım iktisadın, temel iddiasında bir değişiklik yapmasına neden olmaz. Buna karşılık, mesela –heterodoks iktisadın- yatırımların da tasarrufları finanse ettiği, hâttâ asıl olarak yatırımların tasarrufları finanse ettiği tezi, neoklasik/klasik iktisada ciddi bir itirazdır. Ve ele alınan konu pekala böyle bir bakış açısıyla da –bu kez gerçekten- yanlışlanabilir.

 

Diğer iki “yanlışlama”da da durum aynıdır.

Yani öne sürülen itirazlar/olgular o tezleri temelden, ya da esası itibarı ile, yanlışlamaya yetmiyor.

Buna karşılık neoklasik iktisat ekollerinin rakibi “heterodoks” iktisat ekolleri bu tezleri 2008 krizi veya Covid’den önce de çok daha temel karşı çıkışlarla zaten yanlışlayabiliyordu.

Bırakınız “yasa” ve “varsayım”ları, (akademide öğretilen) neoklasik iktisadın temel aksiyomları (yani teorinin üstüne inşa edildiği, ispata bile gerek duyulmayacak kadar apaçık olduğu düşünülen temeller) bile gerçeğin testine tabi tutulmuş ve büyük ölçüde çürütülmüşlerdi. Örneğin Davranışsal ekonomi, anaakım iktisadın temellerinden bazılarını teşkil eden Savage aksiyomlarının 1960’lar ve 70’lerde laboratuvar testlerine tâbi tutularak belli ölçüde yanlışlanmasıyla ortaya çıktı.

Son olarak iktisatta “yasa” ve “varsayım” hâttâ “aksiyom” gibi kavramları kullanırken belki daha dikkatli, biraz daha tanımlayarak ilerlemenin gereğine değinmek gerekir.

İktisattaki aslında aksiyom olmayan “aksiyom”lara kısaca değindim.

 

İKTİSADIN KENDİNE HAS KAİDELERİ

Ama şimdi konumuz iktisadın “yasa”ları…

Bir zamanlar benim çocukluğumda biraz iktisat mürekkebi yaladığını anlatmak isteyen politikacılar boyuna “iktisadın kendine mahsus kaideleri vardır” lafını paralamaktan pek hoşlanırlardı. Yasalar denmese de o “kurallar” neredeyse fizik yasaları gibi zamana, toplumlara göre değişmez bir tür yasaydılar.

Bunun sebebi de vardı… Neoklasik iktisat, orijinal çıkış adıyla “Marjinalist iktisat” 19. Yy’ın sonunda fizik bilimine öykünerek ortaya çıktı. Diferansiyel hesabın iktisada uygulanması, Newton fiziğindeki gibi bir işlev görecekti; bireyler de atomlar gibiydi. Çekim kanunu ile ilgili fizikteki kavramlar burada (ne yazık ki sonradan asla ölçülemeyeceği ortaya çıkan) “fayda” ile ikame edilmişti. Bütün bu benzetmelerin, daha doğrusu öykünmelerin sonucu da iktisat yasalarının tıpkı fizik yasaları gibi zamandan ve toplumlardan bağımsız, değişmeyen yasalar olduğu anlayışıydı. Bugün bile üniversitelerde öğretilen anaakım iktisadın temelinde, kısmen mecburiyet saikiyle revizyona uğramış bile olsa hâlâ esası itibarı ile dokunulmamış kalan bu anlayış yatar.

Önümüzdeki yazı ile ilgili olarak bakacak olursak… Bu anlayışla tanımlanmış iktisat “yasa”ları, zannedildiği gibi fizik yasaları türünden yasalar değildir; zaman ve mekana, toplumlara göre sürekli değişirler. İlle yasa diyeceksek, kısmen hukuki yasalara, hukuk kurallarına benzerler…

Böyle bakacak olursak bu tür “yasa”ların kadük olması o “yasa”ların tabiatı icabıdır. Yani olumsuz bir özellik değildir.

Sorun anaakım denen neoklasik iktisadın hâlâ kendini fizik bilimi zannetmesindedir.

 

YAZININ 1. BÖLÜMÜNÜN ANA PROBLEMİ

Özetleyecek olursak Ahmet İnsel’in yazısı önemli bir tartışmayı açıyor, önemli sorular soruyor; ilginç bir makaleyi gündeme getiriyor.

Buna karşılık tartışmayı açtığı konuları, en azından 1. Bölümde, temeline kadar inerek tartıştığı kanaatinde değilim. Olabilir elbette… Her yazıda meselenin en soyut haline kadar inmek gerekmediği gibi, bu doğru da olmayabilir.

Fakat yukarıdaki yasaların neoklasik iktisat içinde bile birer yasa sayılmadığı, üstelik onları yanlışlamak için gösterilen yeni olguların onları yanlışlamaya yetmediği doğruysa, işte o zaman incelediğimiz yazı için de bir sorun vardır.

 

YİNE DE ÖNEMLİ BİR YAZI ÇÜNKÜ…

Yine de Ahmet İnsel önemli bir tartışmaya kapı açıyor ve yazının 2. Bölümü de heyecanla beklenmeyi hak ediyor.

Hak ediyor; çünkü belki nihayet bizim üniversitelerimizdeki (genelde neoklasik olduklarını söylemekten imtina eden) neoklasik iktisatçılarımız da belki bu tartışmaya katılırlar ve -yine belki- iktisat bir miktar daha ayaklarını yere basan bir bilim olmaya topluca yönelebilir.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları