Sosyal Medya

Yerli ve millî stagflasyon resmen başladı; vatana millete hayırlı olsun!

10 Aralık 2018

2018 3. Çeyrek Gayri Safi Yurt İçi Hasıla rakamları açıklandı. Kimilerinin beklediği gibi eksi büyüme rakamı çıkmadı yani ekonomi küçülmedi. Fakat büyümedi de… Açıklanan rakam bu yılın Temmuz-Eylül arasında geçen yılın aynı dönemine göre ekonominin sadece % 1,6 büyümüş olduğu.

Peki, küçük de olsa büyümüş olduğumuza göre niçin bir stagflasyondan bahsediyoruz?

Bilindiği gibi stagflasyon iki kelimenin, iki iktisat teriminin bileşiminden oluşturulmuş bir terim: Stagnation ve Inflation. Stagnation, durgunluk (Stagnasyon) demek; yani ekonominin büyümemesi… Eğer ekonomi küçülseydi bunun adı “resesyon” (Recession) olurdu. Inflation ise bildiğimiz enflasyon yani halk arasındaki adıyla hayat pahalılığı. İşte bu ikisinin, yani hem durgunluğun hem de enflasyonun aynı anda görülmesine stagflasyonun  ilk kısmı ile enflasyonun son kısmı birleştirilerek stagflasyon deniyor.

Kelime bazı iktisat kitaplarında resesyon yani küçülme ile enflasyonun bir arada oluşu için de kullanılıyorsa da, ona daha çok (bizim dilimize yerleşmemiş, dışarıda da aslında az kullanılan) “slumpflasyon” deniyor. “Slump”, ekonomide fiyat veya miktarların nispeten hızlı ve ani düşüşüne deniyor; krizin benzer anlamlısı sayılabilir.

Bu kadar sıkıcı tanımlamadan sonra 3. Çeyrek % 1,6 büyümesinin niçin stagflasyon sayılması gerektiğine gelelim.

Kelimenin 2. Yarısı için sorun yok. Her ne kadar son açıklanan Kasım 2018 enflasyon rakamı negatif (-%1.44) çıktıysa da. Yani güya fiyatlar düştüyse de, bahsettiğimiz çeyreğin son ayı olan Eylül’de TÜFE % 6,5 gibi rekor bir artış gerçekleştirmiş; yıllık enflasyon da % 24,52’ye vurmuştu. Yani stagflasyon teşhisinin enflasyon kısmında bir sorun yok. Gelelim kelimenin ilk bölümüne… Soruyu sormuştuk zaten, %1,6 bile olsa pozitif bir büyüme oranı niçin durgunluk, yani daha net bir ifade ile büyümenin olmayışı sayılsın?

Önce niteliksel ve biraz el yordamıyla bakalım.  Bahsettiğimiz 3. Ç büyüme, bir sene önce 2017’de kaçtı biliyor musunuz: % 11,49. Biraz tuhaf bir ifade tarzı bile olsa 1sene içinde büyüme onda birine düşmüş. Buna durgunluk denmez de ne denir? (2017 son Ç: % 7,34, 2018 I.Ç: 7.24, 20182. Ç: %5,30 vee… şimdi de düşüşün katmerlisi %1.56)

Şimdi de niceliksel olarak, rakamlarla bir yargıya varalım, niçin stagflasyon denmesi gerektiği hakkında…

Yaklaşık %1.60’lık büyüme toplam olarak ülkenin ekonomik büyümesi. Halbuki ülke “fiziken” aynı yerde durmuyor; nüfusu da artıyor. Türkiye’nin nüfus artışı son yıllarda azalıyor. Bir yamanlar % 2,5-3’lerde olan nüfus atışı yıllardır % 1,5 civarlarında. Hatta geçen yıl TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre 2017’de yıllık nüfus artışı % 1,24. Bir de yıllardır gelen ve doğru dürüst sayılamayan ama sayılarının milyonlara vardığını bildiğimiz mülteciler, göçmenler, vb var. Sonuçta bu GSYH’nın yaratılmasında onların bir kısmının çalışmaları da etkili. Bu bakımdan Türkiye’nin nüfus artışı rahatlıkla %1,5’un üstünde kabul edilebilir. Ve öyle olduğunda da bu 3. Çeyrek %1,56’lık GSYH artışı nüfusa bölündüğünde, yani kişi başı GSYH hesaplandığında (eğer bir miktar eksi değilse) en iyi ihtimalle sıfırdır.

Sadece bu da değil. Gelin bir de aynı 1,56’yı mevsim ve takvim etkilerine göre düzeltelim, bakalım karşımıza ne çıkacak?

Evet gördüğünüz gibi düzeltilmiş rakam negatif, son çubuk yatay eksenin altında ve % 1,10’luk bir küçülmeyi işaret ediyor.

Bütün bunların sonunda biz bu çıkan rakama hala bir resesyon ya da bir “slump” diyemeyiz. En azından resmî olarak. Fakat bir stagnation, yani durgunluk diyebiliriz; hem de resmî olarak!

BURADA DURUR MU DAHA MI KÖTÜYE GİDER: İYİ VE KÖTÜ İŞARETLER

Daha kötüye gideceği ve 209’un ilk çeyreği ciddi bir net küçülme yani resesyon yaşanacağı iktisatçıların çoğunun nerdeyse ortak kanaati. Resmi bir resesyon için 2 çeyrek ard arda küçülme gerektiği için resmî bir resesyon yaşanıp yaşanmayacağı, yani 2019 2. Ç’de de küçülme olup olmayacağı konusunda o derece büyük bir oydaşma yok. Fakat hatırı sayılır bir iktisatçı grubu bu konuda da kötümser. Son açıklanan veride onların kötümserliğini haklı çıkaracak veriler de doğrusunu söylemek gerekirse eksik değil.

Bakınız mesela krizin etkilerinin ciddi olarak görüldüğü 2. Çeyrekte bile yatırımlar %4,20 büyümüşken bu son çeyrekte (-) %3,82 düşmüş. Durum üstelik göründüğünden de kötü; çünkü inşaat sektörü yatırımını çıkaracak olursak ekonominin gerçek motoru olan makine ve teçhizat yatırımındaki düşüş tamı tamına (-) %8,55. Makine ve teçhizat yatırımında bu çapta bir çöküş (gelecek dönemdeki büyümeler önemli ölçüde önceki dönem yatırımlarına bağlı olduğundan) gelecek aylar için ciddi bir küçülmeyi işaret ediyor.

Bütün bunlara karşın inşaat sektörünün durumu bari iyi olsaydı, ekonominin betona dayalı büyüme modelinden ümitvâr olabilirdik. İnşaat yatırımları 2018 I.Ç’de %10,6 gibi muazzam bir rakama ulaşmışken şimdi 3.Ç’de (makine teçhizat kadar olmasa da) (-) % 1,78 küçülmüş. Küçülme muazzam değil ama düşüş ivmesi (hızı) muazzam; sadece fiziğin kuralı değil ekonominin de kuralıdır, miktar büyüklüğü kadar ivmenin büyüklüğü de önemlidir. 100 metreden yavaş bir ivmeyle düşersiniz bir şey olmaz, 10 metreden büyük bir ivmeyle düşünce ölürsünüz.

İnşaat sektörünün sadece yatırımı değil üretimi de çökmüş vaziyette. Bir önceki 3.Ç’de %18,76 büyüyen inşaat sektörünün, geçen senenin son çeyreği %6,48, bu yılın ilk çeyreği %6,67 büyüdükten sonra bu yılın ikinci çeyreği nefesi kesilivermişti (yani sadece % 1,01’lik büyüme). Şimdi ise adeta bir çöküş sembolü rakamla karşı karşıyayız: (-) %5,26 gibi devasa bir çöküş. Bütün o son aylardaki İşsizlik Fonu yağmaları, VDMK dalavereleri hep havada motoru duran uçağı kurtarma telaşından. Bu büyümenin kaynaklarına göz attığımız zaman sadece nicelik olarak değil, nitelik olarak da gelecek hatta şimdi için bile umut vermediğini söyleyebiliriz. Niye mi?

İşte büyümenin kaynakları… Türkiye’nin Beton-Millet-Sakarya büyüme modelinin motoru inşaat durmuş durumda. “Durmayalım düşeriz” mottosu en çok bu aşırı şişmiş sektör (ve tabi ona dayalı büyüme modeli) için geçerli. Nitekim her zaman büyümeyi sırtlayan inşaat sektörü bu kez GSYH’ya büyüme değil küçülme yönünde katkı yapmış. Yüzde 1,60’lık büyümenin kaynaklarında inşaatın “katkı”sı EKSİ 0,42!

BÜYÜMENİN SADE BOYU DEĞİL İŞLEVİ DE GÜDÜK!

Fakat özde büyümenin niteliksizliği bundan ibaret değil. Üretici sektörler bu boşluğu doldursa inşaatın biraz geri adım atması olumlu bile sayılabilirdi. Fakat tarım ve hayvancılık ile sanayi gibi iki temel üretici sektörün katkısına bakın: sırasıyla %0,12 ve 0,05! Yok deseniz de olur. Gerçek anlamda üretim yapmadan büyüyen bir ekonomi!

Peki şu meşhur 1.60’lık büyümenin kaynakları neler? Üretim yönünden bakacak olursanız, sırasıyla hizmetle (%1), Kamu yönetimi, eğitim, vb (%0,88) ve biraz da finans (%0,27). Klasik akademik iktisat bakımından belki o kadar sorun yok fakat bu tabloyu Adam SmithRicardo gibi “klasik” iktisatçılar görmüş olsa şöyle derlerdi: İyi ama ortada bir büyüme yok; çünkü bu sektörler ağırlıklı olarak “değer yaratmayan”, “üretici olmayan” (unproductive) sektörler!

Bir de harcama yönünden kaynaklara bakalım ki bize aynı hikayenin bir başka yönünü gösterebilsin…

Büyümenin bir zamanlarki %11,5’tan 1,56’ya çakılmasının temel sebebi halkın harcama yapamaz hale gelişi. Kırmızı ile gösterilen hane halkının tüketim harcamaları yerle bir olmuş, ancak en zorunlu harcamalara kadar inmiş. Geçen sene 3.Ç’te %10,26 olan (ve bu sayede büyümeyi de %11,5’a çeken) hane halkı tüketiminin artış hızı şimdi %1,11’e düşmüş. Büyümenin normalde hane halkının tüketimi normalde GSYH’nın % 55-60’ı arasında bir yerlerdedir; mesela 2017 3.Ç’de %58’di. Sonuçta bu kalemdeki ciddi düşüş ekonominin motorunu durduran ana sebep. Devlet ise harcamalarında hıs kesmemiş tüketimini %7,5 arttırmış ve büyümenin iyice çökmesinin önüne geçmeye çalışmış.

BARDAĞIN DOLU TARAFI: KISMÎ DENGELENME

Gelelim işin iyi tarafına…

İşin iyi tarafı dış ticarette…

Bilindiği gibi harcamalar metoduyla GSYH denklemi şöyle: C+I+G+(X-M)

Burada C: Tüketim, I: Yatırımlar, G= Devletin harcaması (Transferler hariç) ve X, ihracat, M= İthalat olduğuna göre X-M de dış ticaret dengesi oluyor.

Şimdi mal ve hizmet ihracatı bu son çeyrekte ihracat % 13,6 artarken ithalat % 16,7 azaldı. Yukarıdaki denklemin son terimine bakarsanız pozitif bir ihracatın büyümeye pozitif etki yaptığını görürsünüz. Zaten bu sayede ihracat büyümeye % 2,95 katkı yapmış. İthalat artışı ise denklemin son teriminde önünde eksi yazdığına göre büyümeye olumsuz anlamda etki yapar. Peki ya küçülmesi? O zaman denklemde eksi olan bir değeri önündeki eksi ile çarpacağımızdan artı bir değer elde ederiz. İthalatın azalması GSYH’yı büyüten bir yönde etki eder. Nitekim ithalatın azalması milli gelir hesaplarındaki  bir hesap yöntemi nedeniyle büyümeyi arttırmış. İthalat büyümeye % 3,78 ile bütün kalemler arasında en büyük katkıyı yapmış.

Tuhaf bir durum aslında kendisi ekonomik krizin bir göstergesi olan ithalat daralması (kur nedeniyle pahalılaştığı için yapılamayan ithalat ekonomik kriz nedeniyle üretim ve talep kısıldığından yapıl(a)mayan ithalat) hesap yöntemi sayesinde ekonomiyi kurtaran faktör oluyor.

Fakat ekonomide kısmi yeniden dengelenme de böyle olur. Nitekim 3. Ç’te büyük bir küçülme bekleyen iktisatçı arkadaşlara bir itiraz olarak Twitter’da kasım ayında yaptığım paylaşım şöyleydi:

“Eylül cari fazlası için çoğu iktisatçının teşhisi olumsuz: Cari Fazla daralma sinyali yani kötü. Dengelenme iddiası yanlış deniyor. Haklılar ama… Aması şu: 1. Cari fazla yeni döviz atağı riskini azaltıyor 2.Toplam talebi artırarak daralmaya fren oluyor. =Kısmi dengelenme sinyali”

Burada Berat Albayrak’ın “krizi atlattık ekonomide dengelenme var” iddiasına karşı çıkan iktisatçılara ve Berat Albayrak’a aynı anda bir itiraz söz konusuydu. Şimdi gelinen nokta da öyle gibi… Krizden kurtulunmuş değil, kriz dinamikleri alttan alta işliyor -ki bunlar da bir başka yazının konusu- fakat iddia edildiği kadar olmasa da bir kısmi dengelenme, küçülmeye ithalat kanalıyla bir fren etkisi nedeniyle kısmî dengelenme etkisi ile ekonomi küçülmeden en azından 3. Çeyrek kurtuldu.

Sonuçta her ne kadar bardağın yarısı boş diyenlere rağmen bardağın yarısı da dolu…  Krizi önceleyen aylarda vahim bir durum vardı: Kur yavaş yavaş artmasına rağmen ihracatta kayda değer bir artış olmuyordu. Çünkü uzun yıllar aşırı değerli TL yüzünden tıpkı uyuşturucuya bağımlı gibi ithalata dayalı bir ekonomi kurun teşvikine rağmen yerli imalata hemen yönelmiyor, yönelemiyordu. Acaba hasar kalıcı mıydı? Osmanlı döneminde olduğu gibi kur ne olursa olsun, birkaç tarım ürünü hariç ihracat artık öyle aman aman yerinden kımıldayamaz hale mi gelmişti. Ekranlarda yaptığım yorumlarda ihracatın kendisini toparlaması 90’lar ve 2000 başlarına göre daha zor ve daha geç olmasına rağmen sonunda kendini toplayacağını ve kurun olumlu etkisinin kendisini göstereceğini savlamıştım ki sanıyorum böyle oluyor.

EMEKÇİ AÇISINDAN İSE BÜTÜN BARDAK BOŞ

Fakat yarın bir gün krizin yeni dinamiklerinden ya da uzun süreli bir durgunluğun unsurlarından olabilecek olumsuz bir gelişmeye işaret etmenin tam sırası…

Krizin çalışan kesimin gelirlerindeki düşüşe ve gelir dağılımındaki bozulmaya etkisinden söz ediyorum. İşte TÜİK bülteninin ilgili kısmı… 2017 1. Çeyreği işgücü ödemelerinin yaratılan katma değerden aldığı pay % %39 iken 2018 3. Çeyreğinde %31,6’ya inmiş. Durmadan ağlayan patronların payı ise %42,7’den %51,8’e çıkmış. Ağlamakta haklılar pasta fena halde küçülmüş, içindeki dilimi büyüse ne olacak? Fakat ya işçiler, emekçiler ne yapsın?

İnsanın adalet duygusunu iyice rencide eden bu durum biraz kapitalist krizin niteliği gereği, biraz da emek örgütlerinin nicelik ve nitelik olarak zayıflığından…

Adaleti bir yana koyacak olursak ekonomik olarak da krizden çıkma yolunda ciddi bir engel. Krizden çıkmak için üretimi arttırmak gerekiyor ama emeğin payı git gide düşerken o mallar kime satılacak acaba? Dışarıya ihraç ederiz diye düşünenler bence bir daha düşünsün.

Tüm Yazarlar

Yazarın Diğer Yazıları