Sosyal Medya

Ekonomi

Ömer Rıfat Gencal:  Enflasyon – ekonomik kötülüklerin anası

Geçtiğimiz haftanın gündemine damgasını vuran enflasyonun bir neslin üzerinde yarattığı tahribatı, psikolojik etkiyi göstermesi bakımından bu diyaloğun (diyalog için makalenin…

Ömer Rıfat Gencal:  Enflasyon – ekonomik kötülüklerin anası

Geçtiğimiz haftanın gündemine damgasını vuran enflasyonun bir neslin üzerinde yarattığı tahribatı, psikolojik etkiyi göstermesi bakımından bu diyaloğun (diyalog için makalenin orijinalini tıklayın)  çok önemli olduğunu düşünüyorum. Enflasyon parasal bir olgu. Aynı zamanda bir ekonominin ne kadar verimli veya verimsiz çalıştığının, kaynakların nasıl kullanıldığının ve tercihlerin nasıl yapıldığının anlaşılması açısından da çok önemli bir gösterge. En basit anlamda, talebi olmayan bir para biriminin o ülkeye ait Merkez Bankası tarafından talebinden daha fazla arz edilmesi enflasyona neden olan başlıca unsur.

 

Başka bir bakışla, bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerinden daha fazla yapılan para arzı enflasyona neden oluyor. Bu kavrama verimsizlikleri, kaynakların etkin kullanılmamasını da katabilirsiniz.

 

Yazımın başında anlattığım hikaye aslında 1980-2000 yıllarını Türkiye’de yaşamış neslin enflasyonu içselleştirdiğinin önemli bir göstergesidir. Genlere işlemiş bir korkudur. O kadar yapışkandır ki silinip atılması, unutulması çok uzun süreler ekonomik rehabilitasyon ister. Bir defa patladı mı üzerinize ve hafızalarınıza yapışır ve silinip gitmesi uzun süreler alır.

 

 

Kaynak : Fatih Özatay

 

Yukarıdaki grafik bu olguyu göstermesi bakımından önemli bir belge. Özellikle 1980-2000 arasını yaşayanlar enflasyonun doğal bir olgu olduğunu düşündüler uzunca bir süre. Ekonomi politikalarının sürdürülemez olduğu net bir şekilde 2001 yılı kriziyle ortaya çıkıncaya enflasyonun büyüme, gelir dağılımı, verimlilik, yatırım gibi büyüklüklere nasıl yıkıcı bir etki yaptığı anlaşıldı. Sonrasında büyük bir disiplinle uygulanan maliye ve para politikaları ve bunların eşgüdümlü olarak yönetilmesi enflasyonun Türkiye’nin bir kaderi olmadığını çok net bir şekilde gösterdi.

Ekonomik büyümenin sürekli ve sürdürülebilir olduğu, büyümeden hemen hemen her kesimin pay aldığı bir dönemde 2013 yılına gelindiğinde kişi başı Milli Gelir 12.580 ABD dolarına kadar çıktı. Türkiye’nin bu süreçte iki farklı kredi derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyesine çıkışı da bir tesadüf değildi.

 

2013 Mayıs sonunda yaşanan Gezi olayları sonrasında otoriterleşme sinyalleri veren hükümet, ABD Merkez Bankası Federal Reserve tarafından açıklanan varlık alımlarının azaltılacağı ve belirli bir süre sonra bu uygulamaya son verileceği Türkiye açısından dönüm noktası olan gelişmelerdi. 2002’den itibaren uygulanan ekonomik politikalarla zorlukla elde edilen kazanımlar, 2018 yılında yönetim sistemi değişikliğine kadar Türkiye’nin ciddi bir zorlukla karşılaşmamasını sağladı. 2016 yılında bütçe detaylarında ortaya çıkan bozulma, Merkez Bankası’nın özerkliğini kaybetmesi, kurumların liyakata dayalı olmayan yönetimleri bu günlere gelişimizin ilk sinyalleriydi.

 

İki yüzyılı aşkın bir sürede deneyimlerle ve önemli teorilerle ortaya çıkan ekonomi biliminin son dönemlerde politik ideolojiye teslim oluşu geçmiş yirmi yıllık tüm kazanımları maalesef sildi. 2002 yılında %29 düzeyinde olan enflasyonun 2021 yılı sonunda %36 düzeyine çıkması, üstelik bu rakama bile toplum nezdinde güven duyulmuyor olması bunun en büyük göstergesi.

 

 

 

2021 Aralık ayında yaşadığımız bu şok 1988 yılında yaşanan şokun bir başlangıcı sanki. Bu şok uyuyan devi yeniden uyandıracak gibi görünüyor. Bunca yaşanmış tecrübeye rağmen siyasilerin tarihten hiç ders almadan hatada ısrar etmesi ise tüm toplumu derinden etkiliyor. Enflasyon tüm kötülüklerin anası olarak ülkemizde gelir dağılımının daha bozulmasına, belirsizliğin artarak devam edip yatırımların önünde büyük bir engel olacak. Bu çıkmaz sokaktan çıkış yolu ise çok basit, ortodoks politikalara bağlı kalarak kurumların bağımsızlıklarını tanımak ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde toplum nezdinde güven ortamını yeniden tesis etmek.

 

Bu güven de kararlı bir şekilde eş güdümle sürdürülecek, kural bazlı para ve maliye politikaları ile mümkün olabilir. İçinde bulunduğumuz sistemle yapılabilir mi? Maalesef cevap çok açık. Hayır.

 

Kaynak:  Politikyol, dedik ya alıntıdır

 

Liradan vazgeçmeyelim kurumlarla savunalım

 

Veysi Dündar: TÜRKİYE’NİN BERLİN DUVARI

 

Çetin Ünsalan: Kavcıoğlu – ihracatçı görüşmesi

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler