Sosyal Medya

Murat Kubilay

Murat Kubilay: ‘İktidarın iktisadi sıkışmışlık hali’

Türkiye ekonomisinin içine girdiği krizin temeli dış borçtu; yani yeterli emek ve sermaye verimliliğine sahip olmadan iyice açılmaya geçmesi, bunun yarattığı dış açıkları önce kamu varlıklarının özelleştirilmesi ve özel bankaların satışlarıyla, ardından dış borçla sürdürebileceğine inanmasıydı...

Murat Kubilay: ‘İktidarın iktisadi sıkışmışlık hali’

Geçen yıl bu zamanlarda, ‘1 Temmuz 2021’e, yani önümüzdeki haftaya kadar, ekonomi yönetiminin elindeki araçların tümünün tükenmesine neden olacak bir finansal istikrarsızlık yaşanacağı’nı öne sürmüştüm. Türkiye’nin 1980 sonrasındaki en büyük iktisadi buhranının Mart 2018’de başlayan ilk perdesinin yerini ikinci perdeye bırakacağı, pandemi öncesinde dahi belliydi. İçinde bulunduğumuz krizin zirve yapacağı ve toplumsal tepkilerinin daha ön plana çıkacağı bir yıllık sürece girildi.

Türkiye ekonomisinin içine girdiği krizin temeli dış borçtu; yani yeterli emek ve sermaye verimliliğine sahip olmadan iyice açılmaya geçmesi, bunun yarattığı dış açıkları önce kamu varlıklarının özelleştirilmesi ve özel bankaların satışlarıyla, ardından dış borçla sürdürebileceğine inanmasıydı. En nihayetinde ötelenmiş kriz patlak verdi ve kısa vadeli politikalar neticesinde içinden çıkılması zor bir hale geldi.

Özetleyelim.

Bir yıldan kısa vadeli dış borç miktarı 190 milyar dolar ve aynı süreçte 20-30 milyar dolar yeni cari açık verilecek; yani 210 milyar doların üzerinde borcu döndürmek zorunda kalacağız. Türkiye son 10 yılda buna yakın ölçüde miktarı zorlanarak da olsa bir şekilde döndürdü. Daha çok faiz vererek ve borçlanma vadesindeki azalmaya razı olarak, eninde sonunda döviz kurlarının sıçramasını da kabullenerek bu süreci ağır hasarlı geçirdi. Bu süreçte kamu bankalarını kullanarak batık firmaları yüzdürdü ve kamu maliyesini daha kapsamlı kullanarak ekonomik aktiviteyi sert duruştan kurtardı. Finansal istikrarsızlığın yarattığı yurt dışına sermaye çıkışı ve yastık altına kaçışı da 128 milyar dolar ederinde rezerv satarak karşıladı. Böylece TCMB’nin döviz ve altın rezervleri yükümlülükler ve ödünçler düşüldükten sonra eksi 48 milyar dolara geriledi.

Kasım 2020’de ekonomi yönetiminde kurumsallık düzeyini artıracak kapsamlı değişiklikler yapıldı, ancak Mart 2021’deki yeni değişikliklerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomiye dair kararlarda ‘son karar verici’ olduğu vurgusu ortaya kondu. Neticesinde piyasa faizleri TÜİK tarafından açıklanan enflasyon verisinin az miktarda üzerinde olsa da tasarrufların yabancı para ve kıymetli madenlerde tutulması anlamına gelen dolarizasyon had safhaya çıktı. Buna karşılık TL’ye güven noksanlığından ötürü parasal genişlemelerin (bir nevi para basımı gibi) yol açtığı kur artışlarını durdurmak amacıyla kredi genişlemesi büyümeyle öngörülen enflasyonun toplamını aşmayacak düzeye indirildi.

Yani Berat Albayrak dönemiyle özdeşleşen ekonomi politikaları ya uygulanamaz hale geldi ya da uygulanmama kararı alındı. Ancak Erdoğan’ın varlığı, bireysel veya kurumsal, yerli veya yabancı yatırımcıların ikna edilememesinin bir nevi çapası haline geldi. İster sıcak para ister soğuk para yöneticileriyle yapılan yurt dışındaki toplantılar, ister bankalar ve sermaye piyasası birlikleri çatısında yapılan yurt içi turları olsun, mevcut iktidarın, ekonomiyi bir dönem daha yönetebileceğine dair kapasiteye sahip olduğunu ispat etmeyi başaramadığını ortaya koyuyor.

Özetle, kamu bankaları ve kamu maliyesi yoluyla ekonomideki çarklar döner vaziyette tutulmaya çalışıldı; buna karşılık oluşan finansal istikrarsızlıkları dengelemek amacıyla siyasi iradenin tahammül edebileceği düzeyde yüksek faiz oranı ve düşük kredi genişlemesi uygulandı. Döviz rezervlerindeki büyük kayıptan ötürü oluşan döviz noksanlığı yarısı tamamlanmış turizm sezonu gelirleriyle ve Çin gibi alternatif ülkelerden elde edilen swap ile örtülebilir durumda değil.

Türkiye’ye dışarıdan para akışını hızlandıracak küresel piyasalarda olumlu koşullar mevcut ve hatta birçok endeks tarihi zirvelerinde. Bununla beraber risk priminden ötürü giriş olmuyor, ancak yüksek riskli yatırımdan yana olan mevcut yatırımcılar olanı döndürüyor.

Son olarak olumlu bir haber şeklinde sermaye çıkışının da durduğunu, yastık altına kaçışın azaldığını ve dolarizasyonun zirve noktasına hemen hemen ulaştığını ekleyelim.

Yani ekonomi yönetimi elindeki para ve maliye politikası alanını tümüyle kullandığı gibi, TL cinsi varlıklara karşı pozisyon alanlar da konumlanmalarını tamamlamış durumda.

Böyle bir noktada durumun gidişatını etkileyecek iç ve dış politik faktörlere bakmak gerek. Geçen hafta gerçekleştirilen NATO zirvesi S-400 ve Halkbank davası konusunda olumlu haber bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı, diğer taraftan hızlı bir kötüleşme öngörüsündekileri de tatmin etmedi. ABD, zamanın kendi lehine olduğunun ve yeni yaptırımlarla Amerikan karşıtlığının artmasıyla Erdoğan sonrası Türkiye’de etki alanının daralacağının farkında.

İç politika ise son yılları yeni normal olarak kabul edersek her zamanki düzeyinde; HDP İzmir binasına yapılan saldırının 2015 yılı olaylarını anımsatması dışında.

İktidarın yaşam tarzına yönelik kısıtlamaları yaygınlaştırma ve normalleştirme çabaları sürüyor.

Genç işsizlik, sayı ve süre açısından rekor düzeyde, iktidarın çözemeyeceği ve yeni mezunlarla daha da içine gömüleceği bir vaziyete doğru ilerliyor.

Sedat Peker’in yayınladığı videoların etkilerini henüz ölçemiyoruz, fakat devlete kutsallık atfederek hükumetle yakınlık kuran kesimde bir derece de olsa şüpheleri artırması ve yeni sorgulamalara yol açması mümkün görünüyor.

Toparlarsak elde ekonomiyi hem döndürecek hem de finansal istikrarı koruyacak bir araç kalmadı. Küresel piyasalardaki iyimser hava dahi Türkiye’nin durumunu rahatlatmıyor; üstelik dışarıda kara bulutlar birikmeye başladı. Dış politikadaki ‘taviz verme karşılığı risk priminde yumuşama taktiği‘ artık işe yaramıyor.

İktidar bu ortamda bilindik stratejisi laik-dinci, Türk-Kürt, Sünni-Alevi ve merkez-çevre gibi ayrımlara oynuyor. Bu stratejinin bir kez daha iktidar adına bekleneni verip vermeyeceğini siyaset bilimi uzmanlarına bırakıyorum. Ancak iç ve dış politikada bu derece gergin, dış finansmana son derece muhtaç olup bunun yaratacağı sarsıntıları rezervlerle örtemeyecek bir halde küresel piyasalardaki ilk kırılmanın yaratabileceği iktisadi yıkım ve toplumsal sarsıntıyı dengeleyecek hiçbir araç bulunmadığını belirtmek istiyorum. Aşılama sonrası yaşanacak serbestleşmenin, ekonomiyi normalleştirmekten öte bu hale getirenlere tepki gösterme gibi iktidarın beklemediği bir sonuca varacağını düşünüyorum.

Haliyle iktidarın elinde daha önce görülmemiş ölçüde otoriterliğe yönelme veya kendisinden sonraki iktidarı belirleyerek güvenli ve onurlu çıkış stratejisi uygulama dışında bir alternatif kalmıyor. İlki son noktaya kadar denenecek, tutmazsa şu an için uçuk gözüken çıkış stratejisine geçilecek.

Tüm bu süreçte temel hürriyetler ve satın alma gücünün iyice buharlaşmadan savunulabilmesi için hem birey hem de toplum olarak bizlerin #Hadi demesi (hak, adalet ve demokrasi istemesi) gerekiyor.

İktidar geriye dönüşü olmayan bir yola girdi; bunu hızlandırmak ve yaratacağı yıkımı sınırlamak ise bizlere düşüyor.

 

M. MURAT KUBİLAY

Yazının Kaynağına Buradan Ulaşabilirsiniz

 


İLGİLİ HABERMurat Kubilay Yazdı: '2. Perde Yeniden Zirveye Doğru'Murat Kubilay Yazdı: ‘2. Perde Yeniden Zirveye Doğru’

İLGİLİ HABERMurat Kubilay: 'Dünyada enflasyon Türkiye’de tansiyon'Murat Kubilay: ‘Dünyada enflasyon Türkiye’de tansiyon’

İLGİLİ HABERMurat Kubilay: Genç ve dinamik neslin son 10 yılıMurat Kubilay: Genç ve dinamik neslin son 10 yılı

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler