Sosyal Medya

Ekonomi

Murat Kubilay: Genç ve dinamik neslin son 10 yılı

Her yıl TÜİK tarafından 19 Mayıs haftasında ‘istatistiklerle gençlik’ bülteni yayınlanıyor. Bir ülkenin kalkınmasında ve bölgesinde daha etkin bir oyuncu haline gelmesinde…

Murat Kubilay: Genç ve dinamik neslin son 10 yılı

Her yıl TÜİK tarafından 19 Mayıs haftasında ‘istatistiklerle gençlik’ bülteni yayınlanıyor. Bir ülkenin kalkınmasında ve bölgesinde daha etkin bir oyuncu haline gelmesinde kritik önemi haiz demografik gücüne dair temel göstergeler özetleniyor.

İlk olarak son 20 yılın süreklilik arz eden eğilimi yaşlanmanın bu yıl da sürdüğünü not edelim. 2000 yılında 15-24 yaş grubu toplam nüfusun yüzde 19,4’ü iken bugün yüzde 15,4’ü (TÜİK tahminlerine göre 2030’da bu oran yüzde 14’e inecek). AB ortalaması yüzde 10,6. yani yaşlı kıtaya kıyasla elbette hala daha genciz ve çok uzun yıllar böyle kalacağız. Fakat Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Vietnam ve Mısır gibi ülkelerdeki doğurganlık hızının hayli gerisinde kaldığımızdan ötürü dünya ölçeğinde o kadar da genç değiliz. Nijer, Angola ve Kongo gibi aşırı genç, hatta ‘çocuk’ denebilecek ülkeler de var. Buna karşılık Türkiye, ekonomisindeki gerilemeye rağmen ‘yeni sanayileşen ülkeler’ grubunda yer alıyor; yani geri kalmış ülkeler grubuyla demografik rekabet içerisinde değil.

Eski dönemlerde demografik güç, basit bir şekilde nüfus büyüklüğü ve genç nüfus oranıyla ölçülürdü. Çünkü tarlayı sürecek, madenleri çıkaracak ve cephede savaşacak özellikle erkek nüfus uluslararası mukayeseler için yeterliydi. Zaman içerisinde doyurulamayan nüfusun, kuvvet gerektiren işlerde hedeflenen emek verimliliğine ulaşamadığı görüldü. Ötesi, toplumsal patlamalarla merkezi hükümetin otoritesinin sarsılması ve savunma harcamalarının yurt içine harcanması gibi sonuçlardı. Bilgi çağına girişle birlikte, doyurulabilen nüfus da yeterli olmadı ve eğitimli nüfus demografik gücün temelini oluşturdu. Birçok iş kolunda otomasyona geçildi ve insanın fiziksel gücünün önemi geri plana düştü.

Türkiye’nin nüfus piramidi incelendiğinde, 1980 sonrasında her yıl yeni sağlıklı doğum sayısının az çok sabitlendiğini görüyoruz. Ülke nüfusunun hala her yıl 1 milyon kadar artmasının kaynağı yüksek doğum oranı değil, ortalama ömrün uzaması. Bugünün gençlerinin gelişi yıllar öncesinden belli, öngörülemeyecek bir artış da yok.

Bu durumun neticesinde planlı bir şekilde tüm ülkede eğitim seferberliği yürütmek gerekiyor.

Peki, öyle mi?

Bir önceki paragrafın bitiş tonundan olumsuz bir başlangıç bekleyebilirsiniz ancak doğru yanıt şu: Evet öyle!

2020 yılı MEB istatistiklerine göre okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyindeki öğrenci sayısı 18,2 milyon. 2020 yılı YÖK verilerine göre yükseköğretim gören öğrenci sayısı 7,9 milyon. MEB bünyesinde halk eğitim merkezleri, çeşitli kurslar ve hatta motorlu taşıt sürücü kurslarındaki toplam öğrenci sayısı ise 11 milyon.

Nüfusun yüzde 9,5’inin 65 yaş üstü, yani yaşlı olduğunu ve yüzde 7,3’ünün dört yaş ve altında olduğunu ekleyelim.

Nicelikte seferberlik, nitelikte çöküş

Tüm bu hesapları birleştirdiğimizde 5-65 yaş arasındaki 69,5 milyon kişinin yaklaşık 37,1 milyonu MEB veya YÖK bünyesinde örgün veya yaygın eğitim alıyor. Çift sayım olmaması için eğitimdeki kesişen grupları kaba bir tahminle düşersek 5-65 yaş arasındaki her iki kişiden birinin eğitim hayatına devam ettiğini görüyoruz.

Özetle, farkında olmasak da bir eğitim seferberliği içerisindeyiz.

Peki, neden farkında değiliz?

Çünkü devlet okullarında kalite kaybının aşikâr olduğunu, çok sayıda apartman şeklinde özel okul ve üniversite açıldığını, mesleki eğitimin ya yetersiz ya da imam hatip okulları şeklinde olduğunu ve açık öğretim sistemindeki verim düzeyinin düşüklüğünü hepimiz biliyoruz. En son 2018 yılı için açıklanan PISA verilerinde 38 OECD ülkesi arasında 31’nci sırada olduğumuzu haberlerden okuyoruz. Her yıl üniversite sınavı sonuçları açıklandığında binlerce kişinin sıfır aldığını (2020 yılı için 38 bin) duyuyoruz.

Kısacası, eğitim seferberliğinin yalnızca nicelikte yürütüldüğünün, nitelikte çöküş yaşandığının farkındayız.

En büyük sıkıntı ise mezunları tekrar eğitime almanın zorluğu. Yani yeniden zaman, emek ve para harcansa dahi geriye dönüşü olmaksızın tren kaçırılıyor. 2001 krizi günlerinde ortanca yaşın 25, bugünse 33 olduğunu unutmamak gerek. Artık genç ve dinamik bir nüfustan öte giderek olgunlaşan ve eğitimi zayıf bir nüfusa dönüşüyoruz.

Önümüzdeki 10 yıl son fırsat

Yazının tamamı burada.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler