Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

ABD Eti Neden Dünya Pazarında İstenmiyor?

Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük sığır eti üreticilerinden biri olmasına rağmen, birçok ülke tarafından tercih edilmiyor. Gerek Avrupa Birliği…

ABD Eti Neden Dünya Pazarında İstenmiyor?

Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en büyük sığır eti üreticilerinden biri olmasına rağmen, birçok ülke tarafından tercih edilmiyor. Gerek Avrupa Birliği gerekse Avustralya ve Arjantin gibi ülkeler, Amerikan sığır etine karşı sıkı kısıtlamalar uyguluyor. Bu durum, sadece gıda güvenliği tartışmalarıyla değil, aynı zamanda tüketici tercihlerinden izlenebilirlik sistemlerine kadar uzanan çok katmanlı sebeplerle açıklanıyor.

Özellikle ABD’li yetkililer, Amerikan etinin kalitesini savunurken, diğer ülkeler sığırların nasıl yetiştirildiğine ve hangi işlemlerden geçtiğine daha fazla önem veriyor. ABD’nin “önce üret, sonra güvenliği test et” yaklaşımı, Avrupa ve Okyanusya ülkelerinin sıkı önleyici sistemleriyle çelişiyor. Hormonal büyüme destekleri, izlenebilirlik eksiklikleri ve geçmişte yaşanan deli dana hastalığı gibi faktörler, bu güvensizliğin temelini oluşturuyor.

Deli Dana Krizi ve Uzun Süren Güvensizlik

2003 yılında ABD’de tespit edilen ilk “deli dana” (BSE) vakası, Amerikan sığır eti ihracatı açısından kırılma noktası oldu. Washington eyaletinde bir sığırda görülen bu hastalık, yaklaşık 4.500 kilogram etin geri çağrılmasına yol açtı ve küresel çapta sert ticaret kısıtlamalarıyla karşılık buldu. Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler, BSE riskine karşı Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü standartlarına uygun katı denetim sistemleri geliştirdi.

Bu sistemler, et ithal etmek isteyen ülkelerin sığırlarının doğumdan itibaren aynı ülkede yaşamış olması gibi şartlar içeriyor. Ancak ABD, her yıl yüz binlerce sığırı Kanada ve Meksika’dan ithal ettiği için bu kriterleri karşılamakta zorlanıyor. 2019-2023 yılları arasında ortalama olarak yılda 700.000 büyükbaş hayvan Kanada’dan, 1.2 milyon hayvan ise Meksika’dan ithal edildi. Bu durum, ABD’nin etlerinin “yerli” statüsünde kabul edilmesini engelliyor ve izlenebilirlik açısından sorun yaratıyor.

Hormon Kullanımı ve Avrupa İtirazı

Amerikan sığır etiyle ilgili bir diğer büyük tartışma konusu ise hormon kullanımı. ABD’de büyümeyi hızlandırmak amacıyla yaygın biçimde kullanılan hormonlar — estradiol, testosteron gibi maddeler — Avrupa Birliği tarafından 1989 yılında yasaklandı. AB, bu maddelerin günlük alımının uzun vadeli sağlık sorunlarına, özellikle de kanser riskine neden olabileceğini belirtti.

ABD ise bu yasağın bilimsel temeli olmadığını öne sürerek Dünya Ticaret Örgütü’ne başvurdu. Yıllar süren davalar, bilimsel çekişmeler ve ticaret tehditlerinin ardından 2019’da yeni bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile AB, yalnızca hormon içermeyen Amerikan etlerine yıllık 35.000 tonluk gümrüksüz kota tanıdı. Ancak ABD’de bu kriterlere uyan üretici sayısı oldukça sınırlı.

2025 itibarıyla USDA verilerine göre yalnızca 14 çiftlik veya besi tesisi hormon içermeyen (NHTC programına kayıtlı) sığır eti üretimi yapmaktadır. Bu sayı, ülkedeki toplam 732.000’den fazla sığır çiftliğinin %0.00001’ine denk geliyor. Yani AB’nin izin verdiği ithalat kriterlerine uygun Amerikan eti, toplam üretimin yalnızca binde birine bile ulaşamıyor.

Yerel Üretim ve Tüketici Alışkanlıkları Farklılaşıyor

Avrupa, gıda üretiminde izlenebilirlik ve doğallık ilkelerini temel alıyor. Sığırlar genellikle otla besleniyor ve organik üretim sistemleri tercih ediliyor. Etiketler aracılığıyla ürünün menşei, üretim süreci ve bölgesel özelliği tüketiciye açıkça bildiriliyor. Tüketiciler ise bu şeffaflığa büyük önem veriyor ve yerel, doğal ürünleri tercih ediyor.

ABD’de ise sığırların büyük kısmı tahılla besleniyor, hormon kullanımı yaygın ve üretim maliyetlerini düşürmeye yönelik endüstriyel yöntemler öne çıkıyor. Amerikan etleri genellikle organik değil ve marketlerde “organik et” sadece %3’lük bir paya sahip. Avrupa’da ise bu oran çok daha yüksek ve standart olarak kabul ediliyor.

Bu kültürel farklar fast-food sektörüne de yansımış durumda. Almanya’daki bir McDonald’s şubesinde kullanılan sığır eti, ABD’den değil yerel çiftliklerden temin ediliyor. Üstelik bu “organik” içerikli hamburgerin fiyatı, ABD’deki eşdeğerine kıyasla farklılık göstermiyor. Yani yerel ve sağlıklı üretim Avrupa’da hem standart hem de erişilebilir durumda.

ABD Etine Talep Olmamasının Ekonomik Sebepleri

ABD’li yetkililer sık sık Avrupa ve Avustralya’nın Amerikan etini “haksız yere” reddettiğini öne sürüyor. Ancak bu ülkelerin çoğu kendi et ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak kapasitede. Avustralya, ürettiği sığır ve dana etinin %68’ini ihraç ediyor. Arjantin, kişi başına en fazla kırmızı et tüketen ülke olmasına rağmen iç üretim fazlası yaşıyor. Avrupa Birliği de yıllık üretiminin %8-10’luk kısmını ihraç ediyor.

İngiltere ise et ithalatında AB’den, özellikle de İrlanda’dan yoğun şekilde faydalanıyor. İthal edilen sığır etinin %76’sı İrlanda kaynaklı. Bu durum, AB dışına yönelme ihtimali olan ülkelerde dahi ABD’ye talebin düşük olduğunu gösteriyor. Çünkü bu ülkeler zaten hem kaliteli hem de yerli üretime sahip.

Ayrıca ABD’nin tarım ihracatının çoğu düşük katma değerli ürünlerden oluşuyor. Mısır, soya, buğday gibi işlenmemiş hammaddeler yüksek hacimli ancak düşük birim fiyatlı ürünler. Buna karşın AB; peynir, zeytinyağı, şarap gibi işlenmiş, yüksek katma değerli ürünlerde öne çıkıyor. Avrupa’nın coğrafi işaretli ürünleri ve bölgesel tarım politikaları, bu farkı daha da derinleştiriyor.

Sonuç: Ticaretin Ötesinde Bir Gıda Kültürü Uyuşmazlığı

ABD’nin sığır eti ihracatında yaşadığı zorluklar yalnızca sağlık ve gıda güvenliği politikalarıyla açıklanamaz. Bu durum, aynı zamanda kültürel tercihler, tüketici hassasiyetleri ve tarım sistemleri arasındaki temel farklara dayanıyor. Avrupa ve diğer ülkeler için gıda yalnızca ucuzluk ya da bollukla değil, üretim biçimi, izlenebilirlik ve doğallıkla da değerlendiriliyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin et ihracatını artırmak için sadece ticari anlaşmalarla değil, üretim süreçlerini değiştiren yapısal adımlar atması gerekiyor. Organik üretime yönelmek, izlenebilirlik sistemlerini geliştirmek ve yerel kaynaklara dayalı sürdürülebilir modeller kurmak, bu süreçte atılabilecek önemli adımlar olarak öne çıkıyor. Aksi takdirde “en güzel et bizde” söylemi, uluslararası pazarlarda alıcı bulmak için yeterli olmayacak.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler