Sosyal Medya

Genel

Cemre Yoldaş yazdı:  FINIS ORIGINE PENDET – SON BAŞLANGICA DAYANIR

“Bundan tam 184 yıl önce 1840 yılında Osmanlı’nın ilk kâğıt parası ‘kaimeler’ çıkarıldı. Kaimeler’in üzerinde Süveyş Kanalı resmi vardı ve…

Cemre Yoldaş yazdı:  FINIS ORIGINE PENDET – SON BAŞLANGICA DAYANIR

“Bundan tam 184 yıl önce 1840 yılında Osmanlı’nın ilk kâğıt parası ‘kaimeler’ çıkarıldı. Kaimeler’in üzerinde Süveyş Kanalı resmi vardı ve halk arasında ‘kayme’ydi.

İnsanlar o dönemde kağıt paraya çok güven duymazdı ve bu paraları benimseyebilmek için bir güvence isterlerdi. İnsanların hissetmek istediği bu güvencenin karşılığı ise genelde altındı fakat o dönemde bu güveni sağlayacak altın da memlekette yoktu. Bu sorunu çözmenin bir yolu olarak insanlara kağıt paraya karşılık olarak payitahtın gümrük gelirleri gösterilirdi.

Kısa süreliğine de olsa kaimeler benimsendi fakat bazı sorunlar vardı. Mesela kaimeler büyük kupürlere basılmıştı ve bu sebepten günlük yaşama bir uyum sağlayamadı. Bir de elle yazılmış olmaları sorunu vardı. Elle yazıldığı için paralar çok kolay bir şekilde taklit edilebiliyordu. Sırf taklitlerin önüne geçebilmek için çeşitli yöntemlerle on yıl içinde tam altı kez para basıldı fakat kalpazanları hiçbir şey yıldıramadı.

Osmanlı kaimeleri de ekonomiye bir çare olamayınca 1848 yılında devlet bütçesi çöküşe geçti. Gelirler giderleri karşılayamıyordu hatta memur maaşlarını ödeyecek para bile kasada kalmamıştı. Tüm bu sıkıntıların üste Osmanlı Devleti, Rusya ile harbe tutuşunca yaşanan maddi sıkıntıların üstüne bir de yaklaşık 11 milyon altın ihtiyacı eklendi.

Osmanlı Devleti savaş bittiği zaman ekonomisinin düzeleceğini düşünüyordu ve buna güvenerek 10 milyon 514 bin 976 kuruş değerindeki ilk krediyi Rothschild ailesinden almış oldu. Fakat savaş tüm paranın hızlı bir şekilde erimesine neden oluyordu. Bu yüzden savaşın ikinci yılında İngiltere’den 3 milyon sterlin kredi ile Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmasını gerçekleştirdi. Ne yazık ki planlar beklediği gibi gitmedi. Savaş kazanılmıştı fakat buna rağmen kasasına para sokamadı.

Ekonomi düzelmiyordu 13 Aralık 1861 tarihine gelindiğinde İstanbul’da yeni bir kriz çıktı. Öyle bir krizdi ki 11 Ocak 1862 tarihinde Abdülaziz tarafından verilen emirle memurların maaş ödemesi Mart ayına kadar durduruldu. O dönemde hazırlanan rapora göre devletin borçları 20 milyon, bütçe açığı 5 milyon ve tedavüldeki kaime tutarı ise 10 milyon liraydı.

Latinlerin dediği gibi “Finis Origine Pendet” yani son başlangıca dayanmaktaydı. Osmanlı Devleti borçlar almıştı fakat bunları ödeyemiyordu hatta borçlarına yeni borçlarda ekliyordu. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na kadar toplam 41 kez dış borç aldı. Bu borçlar için ise 1865, 1873 ve 1874 yılında tüm gelirlerini teminat göstermişti. Yirmi yıl içinde ulaşılan borç miktarı ise 231 milyon 473 bin Osmanlı lirası olmuştu. Osmanlı Devleti artık ne borç alabiliyor ne de aldıkları borçları ödeyebiliyordu. 1875 yılında moratorium ilan eden Osmanlı Devleti iflas etti, 1881 yılında ise Düyun-ı Umumiyye kuruldu.

Osmanlı Devleti Rothschild ailesinden 1891 yılında 6 milyon 316 bin 920 sterlin, 1894 yılında 8 milyon 212 bin 340 sterlin olmak üzere büyük meblağlı borçlar almıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında banknotların alım gücü 5 kat azalmıştı. Savaşı kaybeden Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kaldığında bir milyon kilometrekare toprak kaybı, 14 milyon nüfus kaybı yaşamıştı. Ayrıca bütçe açığı ise 94 milyon liraya yükselmişti.

Kurtuluş Savaşı oldukça zor şartlar altında kazanılmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ancak parasızlık bitmemişti. Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar Lozan’da gündem olmuş ancak ne borç tutanağında ne de vadesinde bir uzlaşma sağlanamamıştı. Çünkü önündeki fatura günümüz parasıyla 1 trilyon doları aşıyordu ve bu borcun içinde kaybettiği topraklarda kurulan 16 yeni ülkeye harcanan paralar da bulunuyordu. Ayrıca ülkenin durumu da hiç iyi değildi; ekmeklik un ve pirinç ithaldi, sadece 4 fabrika vardı, toplam sermayenin yalnızca %15’i yerliydi, kişi başına düşen yıllık gelir sadece 48 dolardı, traktör, biçerdöver yoktu, şeker üretilmiyordu hatta devletin resmi parasını basacak kadar bile parası yoktu.

Aradan geçen iki yıl sonra Osmanlı’dan kalan borçların, bu ülkelerden toplanan vergi gelirleri esas alınarak bölüştürülmesine karar verildi. Bu son duruma göre 161,3 milyon liralık borç toplamı 84,6 milyona düşürüldü. İngiliz parasıyla 142 milyon sterline tekabül eden bakiyenin günümüzdeki karşılığı ise 500 milyar dolardı.

Bankacılığı millileştirmeden tam bağımsız olunamayacağını bilen Atatürk, ülkenin ilk yerli ve milli bankasını kurmaya karar verdi. Açılış tarihi için ise Büyük Taarruz’un yıldönümü olan 26 Ağustos 1924 tarihi seçildi. Hintli Müslümanların Kurtuluş Savaşı sırasında gönderdiği altınlar, Türkiye İş Bankası’na sermaye olarak konuldu.

Dünya kamuoyundaki genel kanaat ise ticaretten bile anlamayan Türklerin bankacılık yapamayacağı yönündeydi. İlk başlarda bocalamış olsalar da yabancıların alaylı bakışları arasında 1925’te Sanayi Bankası, 1926’da Emlak Bankası, 1931’de Merkez Bankası, 1933’te Halkbank, İller Bankası ve Sümerbank ile 1935 yılında Etibank’ı kuran Türkler, “öğrenilmiş çaresizlik” teorisini yerle bir etmeyi başaracaktı…”

Dursun Ali Yaz “Para” isimli kitabında, yukarıdaki süreci daha detaylı kaleme almış ve süreçteki bocalama terimi su şekilde özetlenmişti: Öğrenilmiş Çaresizlik.

Depresyon çalışmalarının yapıldığı 1960’lı yıllarda Amerikalı iki psikolog olan Martin E.P Seligman ve J.B. Overmier köpeklere elektrik şoku vererek bir deney yapmaya karar vermişlerdi. Bu deneyde köpekler üç gruba ayrılmıştı. İlk gruptaki köpekler herhangi bir şoka maruz kalmazken ikinci ve üçüncü gruptaki köpekler rastgele şoka maruz kalacaktı. İkinci ve üçüncü grupta bulunan köpeklerin tek farkı olumsuz uyaranı durdurabilecek düzenekti. İkinci grupta bulunan köpekler burunlarıyla bir panele basarak şoku durdurabilecek bir düzeneğe sahipken üçüncü grupta bulunan köpekler olumsuz uyaranı durdurabilecek herhangi bir düzeneğe sahip değillerdi. Deneyin ikinci aşamasında tüm gruptaki köpekler, bariyerle ortadan bölünmüş bir odaya alındı. Olumsuz uyarana maruz kalan köpekler bariyerden zıplayarak diğer tarafa geçebilir ve böylece şoktan kaçabilirlerdi. Fakat yalnızca bir önceki deneyde şoktan kaçmayı öğrenen (ikinci grupta bulunan) köpekler zıplamaya çalıştı. Diğer köpekler bunu yapmadı. Deneyde ilginç olan kısım ise bir önceki deneyde üçüncü grupta yer almış olan köpeklerin sergiledikleri pasif davranışlardı. Bu gruptaki köpekler “pes etmiş” bir şekilde duruyor ve olumsuz uyaranları pasif bir şekilde kabul ediyorlardı. Kısaca, olumsuz durumdan kaçmak için bir çaba göstermiyordu. Pasif davranışı gözlemleyen psikologlar 1967’de geleneksel öğrenilmiş çaresizlik modelini geliştirerek insanların da maruz kalabileceği “öğrenilmiş çaresizlik” terimini psikoloji bilimine ve hayatımıza dahil etmiş oldu. Caydırıcı uyaranları veya acı verici, hoş olmayan uyaranları taşımaya zorlanan organizma, muhtemelen durumu kontrol edemeyeceğini öğrendiği için “kaçabilir” olsa bile kaçmak için isteksiz hale geldiği zihinsel bir durum hali, öğrenilmiş çaresizliğin günümüzdeki tanımlarından birisidir.

İnsanlar, olumsuz olaylara ve engellere tekrar tekrar maruz kalmaya başladığında başarısızlığı kaçınılmaz ve aşılmaz olarak algılamaya başlıyor. Çünkü bireyler kontrol edemediği olaylarda başarısızlığı tekrarlandıkça düşük benlik duygusuna sahip oluyor, yetkinlik eksikliği yaşıyor ve bir çaresizliğe sürükleniyor. Çaresizlik duygusu ise insanların zorlukların üstesinden gelmek için kullanması gereken problem çözme becerilerini kullanamaz hale gelmesine sebep oluyor. En sonunda ise insanlar pes ediyor ve pasif bir davranış sergilemeye başlıyor. Bir anlamda insanlar öğrenilmiş çaresizlik ruhunun altında eziliyor.

Martin E.P Seligman bu davranışı üç ana özelliği olan bir sendrom olarak tanımlar:

  • Daha fazla caydırıcı olayla karşı karşıya kalındığında yanıt verememek başka bir ifadeyle motivasyon eksikliği,
  • Başarılı olabilmek için kullanılan yöntemlerin doğru olmaması,
  • Acı verici olaylara karşı belirgin tepkisizlik

Yukarıda bahsedilen üç ana özelliğin yanı sıra, yatırımcılara da oldukça tanıdık gelen başka önemli bir özellik daha bulunmaktadır. O da Kontrol edilemeyen olaylara tekrar tekrar maruz kalmaktır.

Yatırım yapmadan önce hisse senetlerinin bilançosu kontrol edilebilir, detaylı ya da yüzeysel temel ve teknik analizler yapılabilir, haberler kontrol edilebilir, yatırım uzmanlarından daha detaylı bilgiler alınabilir, takas tablolarına bakılabilir ve bu liste daha da uzatılabilir. Tüm bunları yaparak yatırımlarınızda birtakım riskleri kontrol edebilirsiniz. Peki ya piyasa göstergelerini kontrol edebilir misiniz?

Yaygın olarak kabul edilen bazı piyasa göstergeleri vardır. Örneğin, ekonomik göstergelerin yayınlanması, hükümetin maliye ve para politikaları; deflasyon, enflasyon zaman zaman Skimpflasyon ve Shrinkflasyon hatta Greedflasyon endişeleri, finans sektörüne, hukuk sistemine, sosyal sisteme duyulan güven düzeyindeki değişiklikler, savaşlar ya da yaşanan doğal afetler…Ne kadar önlem almaya çalışsanız da bahsedilen göstergelerden yalnızca birkaçı bile sizleri sıklıkla Kontrol edilemeyen olaylara maruz bırakabilir. Çünkü hem öngörülmez hem de tamamen kaçınılması imkânsız olarak tanımlanan sistematik riskler piyasanın doğasında olan risklerdir.

Yatırımcılar bu tarz risklere maruz kaldığı zaman ilk başta sebebin kendinden kaynaklanmadığını düşünebilir. Fakat zaman içerisinde yaşanan devamlı başarısızlık, portföyde ciddi erimeler veya kârın beklenenden daha az olması, yatırımcıların kararsızlıklar yaşamasına sebep olacaktır. Tabii ki durum bununla da kalmayacak belli bir süre sonra yatırımcılar bu olumsuzlukların geçici değil uzun süreli, istikrarlı bir başarısızlık olduğunu düşünerek kendilerini kronik bir çaresizliğin içine sürükleyecek, zararlarından kaçması ya da zararlarını azaltması mümkün olsa bile bunu yapmayı bırakacaktır. Ayrıca daha da problemli bir durum vardır ki o da yatırımda başlayan çaresizlik duygusunun yatırımcıyı iş hayatında, ev hayatında ya da sosyal hayatında bırakmamasıdır. Bu noktada yatırımcı buralarda da vermiş olduğu ya da vereceği kararların, yapmış olduğu ya da yapacağı davranışların çevresindekiler için hiçbir fark yaratmayacağını düşünmesidir. İşte bu noktada yatırımcı öğrenilmiş çaresizliğe karşı oldukça savunmasızdır ve hayatının her noktasında pasif davranışa geçebilir.

Portföyü öğrenilmiş çaresizlikten korumak için bazı önlemler alınabilir. Öncelikle unutmamalı ki bu durum “Benim başıma gelmez” özgüveninin tam zıttı gibi gözüküyor olsa bile her ikisi de portföye ciddi zararlar verebilmektedir. O yüzden en önemli önlem kontrol duygusunu geliştirmekten geçer. Bahsedilen şey olayları kontrol etmek değil, yatırımcının kontrol duygusunu geliştirmektir. Bunun için de bir şeylerin doğru ya da yanlış gittiğini fark edebilmek oldukça önemlidir. Peki, bunu nasıl fark edebiliriz? Uzun süreli veya peş peşe yaşanan başarısızlıklardan sonra eğer yatırımcı pozisyon kapanması gerektiği halde hiçbir şey yapmıyorsa, piyasa koşulları zorlaştığı zaman bunu görmezden gelmeyi tercih edip, yatırımı yokmuş gibi davranıyor ve herhangi bir önlem almaktan korkuyorsa, yapılan işlemlerin her birinde ciddi anlamda kararsızlık söz konusuysa burada bazı şeylerin doğru gitmediği düşünülebilir. Bu aşamada yatırımcının kendisine bunun nedenini sorması gerekir. Çünkü bu soruya verilen yanıt yatırımcının iyimser ya da kötümser davranışlardan hangisini sergileyeceğini ortaya koyacaktır. Soruya verilen neden dış faktörlerden kaynaklanıyorsa bu sorunun dışsal olduğu ve yatırımcının da iyimser bir davranış içinde olduğu anlamına gelir. Bu durumda yatırımcı olumsuz koşulların geçici, olumlu olayların ise devam edeceğini düşünme eğilimi içindedir. Ancak soruya cevap olarak verilen neden yatırımcının aldığı kararlardan kaynaklanıyorsa o zaman yatırımcı kötümser bir yatırım davranışı içindedir. Bu noktada yatırımcı olumsuz koşulların kaçınılmaz olduğunu, olumsuzlukların devam edeceğini düşünür ve benlik saygısını kaybetme riski ile karşı karşıyadır.

Kötümser bir yatırım davranışına sahip olduğunu fark eden yatırımcı farkındalığını arttırmaya gayret göstermelidir. Piyasanın genel durumuna bakabilir ve zararların “kontrol edilemeyen” bir piyasa göstergesinden kaynaklandığını kendisine hatırlatabilir. Başarısızlığın kaynağının neden olduğunu objektif şekilde ele alabilmek, sorunlara karşı daha objektif bir bakış açısı sağlayabilmek için bu olay kendi başına gelmiş gibi değil, bir arkadaşının başına gelmiş gibi düşünebilir. En önemli önlemlerden birisi de hedefleri tekrar düşünmekten geçer. Öğrenilmiş çaresizlik pasif bir davranış haliyken, hedefler kişileri tekrar aktif bir davranışa sokma eğilimindedir. Bu yüzden en başa dönmek ve neden yatırım yapıldığını hatırlamak yatırımcının bu pasif halinden kurtulmasına yardımcı olabilir.

Eğer tüm bunlar yatırımcıyı kötümser yatırım davranışından çıkarmaya yetmiyorsa, yatırımcının o zamana kadar yapmış olduğu kayıplarla barışarak riskli yatırım araçlarından uzaklaşması gerekir. Kahneman ve Tversky’ın söylediği gibi “Kayıplarıyla barışamayan bir kişi, başka türlü kabul etmeyeceği riskleri muhtemelen kabul edecektir.” Yalnızca yatırımlarınızı değil hayatınızı da yeni risklerle daha çok yormanıza gerek yok.

Öğrenilmiş çaresizliği yıkmak için bazen yeni bir irade gerekir. Bazense bir şeye irade göstermek yetmez gösterilen iradenin radikal bir değişim içermesi gerekir. Yeniden başlamak, her şeye rağmen yeniden başlamak için… Bunun en güzel örneği, yıkık bir Osmanlı’nın ardından genç Cumhuriyetin bir bankacılık sistemi kurmasıdır. Öğrenilmiş çaresizlik ister makro ister mikro düzeyde olsun, kişinin içinde bulunduğu durumu değişmez bir kader olarak algılamasının önüne geçmesi gerek. Bu durum değişebilir ancak içinde bulunulan koşulları iyi okumalı, sorunlara doğru çözüm yöntemleri geliştirilmelidir. Unutmayın ki son başlangıca dayanır, başlangıç da bir sona…

Cemre,

Kaynakça

Nickerson, C. (2023, Nov 9). Simply Psychology. Retrieved from Simply Psychology: https://www.simplypsychology.org/learned-helplessness.html

Peterson, C., Maier, S. F., & Seligman, M. E. (1993). Learned helplessness: A theory for the age of personal control.

Seligman, M. E., & Maier, S. F. (1976). Learned Helplessness: Theory and Evidence. Journal ol Experimental Psychology: General, 3-46.

Yaz, D. A. (2021). Para. İstanbul: Timaş Yayınları.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler