Sosyal Medya

Ekonomi

Prof Öner Günçavdı:  Pamuk eller cebe

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Hayat çok hızlı akıyor ki gündemi yakalamakta zorlanıyorsunuz bazen. Özellikle ekonomik sorunların giderek daha çok…

Prof Öner Günçavdı:  Pamuk eller cebe

Türkiye gerçekten ilginç bir ülke. Hayat çok hızlı akıyor ki gündemi yakalamakta zorlanıyorsunuz bazen. Özellikle ekonomik sorunların giderek daha çok görünmeye başlamasıyla, iktidarın ekonomiye yönelik müdahalelerinin sıklığı artarken, daha da fazla olmaya başladı.

 

Uygulanan ekonomi politikası ve yönetimi kimseye güven vermiyor. Ardından krediler arttırıldıkça, o krediler yatırıma, üretime değil, daha çok döviz talebi yaratmaya gidiyor. Ekonomi yönetimine güven eksikliği ve hüküm süren yüksek enflasyon vatandaşı dövize yatırım yapmaya yönlendiriyor. Zira vatandaş yarın dövizin daha da artacağına ikna olmuş durumda. Kredi faizlerinin düşük olması, döviz alsat ile sağlanacak getirinin ödenecek olan faizlerden daha çok kazanca işaret ediyor olması, dövizin cazibesini daha da arttırıyor.

Siz faizleri düşük tutup, vatandaşa ucuz kredi sağladıkça, ekonomiden umudunu yitirmiş olan vatandaş da ele geçirdiği para ile döviz talep etmekte.

 

Elbette bu döviz talebinin tek nedeni böyle spekülasyon yapmak değil. Özellikle iktidarın desteklemek istediği üretimi yapan küçük ve orta boy işletmeler için ise hiç değil. Bu dönemde enflasyon nedeniyle firmaların çalışma sermayeleri erimekte ve bu erimeyi durdurmak için alternatif yollar aranmaktadır.

İktidarın istediği gibi kazançlarını TL’de tutsalar, düşük faiz ve var olan yüksek enflasyon sermayelerini hızlı bir şekilde tüketecek. Bir süre sonra iş yapamaz hale gelebileceklerdir. Bugün geçerli olan ekonomik koşullarda işletmelerin çalışma sermayelerini korumalarının en etkili yolu dövize ve mala yatırım yapmaktır. Kimse bunun için suçlanamaz.

 

Ülkemizdeki bazı firmalar ise döviz olarak borçlu. TCMB verilerine göre, özel sektörün döviz açığının yaklaşık 115 milyar dolar olduğu biliniyor. Onlar da borçlarını ödemede sıkıntıya düşmemek için ellerine para geçtikçe döviz satın alıp, biriktirmektedirler. Geçmişte var olan kur istikrarı böyle bir talepte bulunmalarını gereksiz kılmaktayken, bugün kurların her geçen gün artacağının beklenmesi onların önceden döviz satın almalarına ve stok yapmalarına neden olmaktadır. Elbette iktidar bunun olmasını istemiyorsa, öncelikle makroiktisadi istikrardan ödün vermemesi gerekmektedir. Bugün makroiktisadi istikrarsızlığın varlığı işletmelerin döviz taleplerinin en önemli nedenidir. Buna rağmen hale mevcut dövizlerinden şirketlerin vazgeçmesi isteniyorsa, o zamanda oluşacak kur riskini birilerinin yüklenmesi gerekecekti. Tıpkı Kur Korumalı Mevduat (KKM) sahiplerine yapıldığı gibi. Bu mümkün mü?

 

Bir de üretimi ağırlıklı olarak ithal girdiye bağımlı olan şirketler var. Onlar da ithalat yapabilmek için döviz tutuyorlar. Ama daha önemlisi, kurlarda istikrar olmadığı ve dövizin gelecekte daha da değer kazanacağı yönünde güçlü bir beklentinin olması, bu firmaları ucuzken döviz alıp kenara atmaya sevk ediyor. Şimdi bu insanların döviz varlıklarını satmaya zorlamak, ileride yapmaya zorunlu oldukları ithalatı yapamamalarına yol açacaktır. Yine ortaya çıkacak kur risklerini kim karşılayacağı sorusu karşımıza çıkacaktır.

 

Konu şirketleri ve sermayeyi ilgilendiren konular olduğu için, iktidar o meşhur “beka” söylemlerini neredeyse hiçbir şekilde kullanamıyor. Ama işletmeleri de TL talep etmelerini arzuluyor. Böyle yaparak, üstü kapalı olarak doğacak riskleri ve zararları şirketlere yüklemeye çalışıyor. Yani döviz borcun varsa döviz satın almadan, varlıklarını TL olarak biriktirmeni istiyor. Ardından gelecekte artacak döviz fiyatlarından satın alınacak dövizlerle borçların ödenmesini istiyor.

 

İthalat yapmak isteyenler için de aynı beklenti geçerli. Ama sorun şu: Bu işletmeler daha az döviz tutarak maruz kalacakları kur risklerini karşılamak için ihtiyaç duyacakları TL kazançlarındaki artışları ekonominin bugünkü halinde nasıl elde edecekler? Bunun da cevabı yok tabii. Zaten cevap verecek zaman da yok. Şu anda acil olarak çözülmesi gereken bir sorun var. O da ekonominin ihtiyaç duyduğu dövizleri bir şekilde bulmak ve ülkenin dış ödemelerinde bir sorunla karşılaşmasının önüne geçmek.

Bununla kıyaslandığında diğer sorunlar tali sorunlar olarak görülüyor. O kadar tali ki son günlerde alınan kararların iktidar üzerine yapacağı olumsuz siyasi etkiler bile göz ardı edilebiliyor.

 

BDDK’nin geçen hafta cuma günü almış olduğu karar bunlardan biri. Amaç TL kredilerin döviz talebine değil de amacına uygun bir şekilde üretime, yatırıma gitmesini sağlamak mı, yoksa işletmelerin elindeki döviz varlıklara erişim imkânı kazanmak mı? Yetkililer amacın birincisi olduğunu söylüyorlar ve yaptıklarıyla sermaye piyasaların kurumsal işleyişine ciddi bir sınırlama getirdiklerini kabul etmiyorlar.

 

O nedenle, alınan kararı mikro ihtiyati kararlar kapsamında ele almayı tercih ediyorlar. Fakat bu kararı ilginç kılan nakit kredi kullanımında sınırlama ile karşılaşacak firmaların büyüklüğünün oldukça düşük tutulmuş olmasıdır.

 

Buna göre, bankada 15 milyon TL (880-900 bin dolar) civarı döviz cinsinden mevduatı olan ve belli finansal koşulları karşılayamayan firmaların bankalardan TL kredi kullanımına sınırlama getiriliyor. Bu şekilde nakit TL kredi kullanmak isteyenlerin döviz satmalarını zorunlu hale gelmiş oluyor. Bu kısıtlamaların nedeni firmaların tasarruflarını döviz olarak değil de ağırlıklı olarak TL olarak tutmalarını teşvik etmek ve bunun için de nakdi kredileri ödül olarak kullanmak. Bu da gösteriyor ki amaç mevduatlarda bir türlü kırılamayan döviz mevduatları bozdurup sistem içine çekmek. Böylece ekonominin ihtiyaç duyduğu dövizi ülke içinden karşılamak.

 

BDDK kararında yer alan döviz varlık büyüklüğünün düşük tutulmasının da son derecede manidar olduğu kanaatindeyim. Zira 1 milyon doların altında bir varlığa tekabül eden o tanım ülkemizdeki küçük ve orta ölçekli birçok firmayı kapsamı içine alabilir. Bağımsız denetime tabi olma koşulu da getirseniz, neticede bu karar hedefine sadece TÜSİAD gibi büyük organizasyonların üyesi olan işletmeleri koymuş değil. Onlarla birlikte, bu kısıtlamadan göreli olarak çok daha fazla etkilenecek olan ve daha çok TOBB ve MÜSİAD üyeleri arasında yer alan işletmeleri hedefine koymaktadır.

 

BDDK düzenlemesini bu kapsamda değerlendirdiğimizde, AKP’nin 20 yıllık iktidarında sermaye ile ilişkilerinde bir ilkin gerçekleştiğini kabul etmek gerekir. Bu karar, iktidarın bunca yıl sermaye birikimlerine ve servetlerine ciddi katkıda bulunduğu kesimlere yönelik, iflas etmiş ekonomik modelinin finansmanına sessiz olarak gerçekleştirilmiş destek talebinden başka bir şey değildir. Aslında bu ve ardından gelen tebliğlerle iktidar, sermayenin bir kesimine “pamuk eller cebe” demektedir.

 

Sadece alıntıdır, makalenin tamamını okumak için tıklayın

 

Atilla Yeşilada: BDDK kıyamet gününü erteliyor

 

Çetin Ünsalan:  Paranın serbest bölgesi olma fırsatı

 

YORUM: Dış ticaret açığı Haziran’da $8.2 milyar, nasıl finanse edeceğiz?

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler