Sosyal Medya

Ekonomi

Prof. Dr. Oğuz Oyan: Türkiye’yi zor günler bekliyor

Yeni Ekonomi Modeli adı altında sunulan deney hakkında Diken’den Atan Sancar, CHP eski milletvekili ve iktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan’a…

Prof. Dr. Oğuz Oyan: Türkiye’yi zor günler bekliyor

Yeni Ekonomi Modeli adı altında sunulan deney hakkında Diken’den Atan Sancar, CHP eski milletvekili ve iktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan’a ekonomide neler olduğunu, yaşananlara ‘ekonomik kriz’ denip denmeyeceğini ve olası çıkış yollarını sordu. Prof. Dr. Oyan, iktidarın büyük oranda faiz artırımına gitmek zorunda kalacağını ve aynı oranda cebre dayalı politikaları öne çıkaracağı görüşünde. Kendisinin olası bir iktidar değişikliği için de uyarıları var.

Röportaj aşağıda.

Yaşadığımız sürecin adını doğru koyacak olursak ne gibi bir süreç yaşıyoruz? Yani siz bu sürecin adını nasıl koyarsınız?

Bu krizin adı ‘milli parayı korumaktan vazgeçmek üzerine yaratılan bir döviz krizi‘ olarak konulabilir. Çünkü henüz ekonomik kriz diyebileceğimiz bir durum ortaya çıkmadı. Yani ekonomik kriz deyince, ekonomik büyümenin negatife geçtiği bir dönemi anlıyoruz. Oysa şu an geçen yıla kıyasla ve baz etkisinin de katkısıyla 2021’de yüzde ona yakın bir büyümenin gerçekleştiği bir yıl. Böylesine bir döviz krizinin yaratılabilmesi bayağı beceri isteyen bir şey aslında. Yönetim bunu gerçekleştiriyor. Yoksa çok daha kontrol altında götürebilirlerdi.

Ne yapmak istiyorlar?

Seçimlere kadar ki ben normal zamanda yapılacağını sanıyorum, “Acaba 2022 yılını da bir büyüme rampasına sokabilir miyiz?” düşünceleri var. Çünkü 2021’de baz etkisiyle yüksek büyüme geldi, ama bu istihdam yaratmayan bir büyüme. 2022’de de bütün kaynakların gösterdiğine göre, yüzde 3’ler civarında bir büyüme beklenecek. Dolayısıyla “Biz bu yüzde 3’leri, yüzde 5 ya da 6’ya çıkarabilir miyiz?” düşüncesiyle seçime endeksli kredi pompalaması düşünüyorlar. Kredi pompalaması üzerinden ekonomiyi 2022’de canlandırma hedefleri var. Bütçenin ve orta vadeli programın öngördüğünün dışında şeyler bunlar. Canlandırmak ve mümkünse bu bağlamda ihracatı teşvik etmek, ithalatı caydırmak istiyorlar. Dolayısıyla cari açığı azaltmak, mümkünse sıfırlamak gibi hayaller peşindeler.

Bu daha önce denenmedi mi?

2017’de ve 2021’de denediler. Ekonomide kredi pompalaması üzerinden bir canlılık yarattılar. Bunu tekrar yapabilmeyi umuyorlar. Fakat hesaba katmadıkları şey, artık bir döviz rezervinin olmadığı. 2021 yılında kuru 6,90 TL’de tutmak için haziran, temmuz ve ağustos aylarında piyasaya döviz verdiler. Evet, kuru tuttular, tuttular ama bu tuttukları kur üzerinden kimler yararlandı? Önce yabancılar yararlandı. Türkiye’den çıkış için fırsat kolluyorlardı ve çıktılar. Dolar cinsinden borcu olan yerli şirketler yararlandılar. Ucuz kurdan alıp borçtan önemli ölçek kapattılar. Yani açık pozisyonlarını kapattılar. Dolayısıyla önemli ölçüde çarçur edildi. Tabii başka kötü niyetli kullanımları ayrıca hesaba katmak da gerekebilir, ama ana iki olay buydu.

Türk lirasını koruma amacı taşıdıklarını dile getiriyorlar...

Bu büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. Sonuçta, Lütfi Elvan ve Naci Ağbal’ı getiren süreç yaşandı. Ağbal da faizleri yüzde 19’a çıkartarak bu süreci, yani TL’nin değer kaybı sürecini durdurdu. Çünkü elde döviz kalmamıştı. Tek araç faizdi. Fakat bu devam etmedi. 2021’de Ağbal dönemi sona erdirildi. Şimdiki Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu’nun gelişiyle başlarda çok büyük bir fırtına kopmadı. Türk lirası yine hızlı değer kaybetti, ama “Faizleri enflasyonun altında tutmayacağız” sözünü verdiği için işi idare etti.

Ne zamana kadar?

2021’in eylül ayına kadar. Eylül ayında sözünden döndü. Önce “Biz çekirdek enflasyona bakacağız” dedi. Sonra ondan da döndü, çünkü çekirdek enflasyonu da resmi olarak yüzde 17 civarındaydı. Sonra onun da altına inildi ve yüzde 15’e geldi. Ve hâlâ “İndireceğiz” diyorlar. Strateji değişmiş gibi görünüyor. Daha önce kuru tutmak için döviz pompalıyorlardı. Şimdi ellerinde döviz de yok. O nedenle “Madem elimizde döviz yok, bırakalım gitsin. Ne olacak canım?” diyorlar. Erdoğan’ın bütün demeçlerinde “Kur bir çıkar bir iner, bir yerde istikrar kazanır” diyor.

Doğru mu?

Merkez Bankası çok zayıf mühimmatla, kendi parası olmayan emanet dövizle yaptığı birtakım müdahalelerle geriliyor. Geriliyor ama 14 lira platosundan çıkmıyor. Buradan gerilere dönmüyor. Dolayısıyla döndüğü yer plato içinde küçük geri gelişler ama ileri fırlayışlar yaşanıyor. Yani artış eğilimi sürmekle yalnızca hızını azaltıyor. Tekrar ‘8,50 TL eşittir 1 dolar’ seviyesine dönmek mümkün değil. Düşünün daha iki ay önce bu noktadaydık. Bir ay önce 10 lira seviyesindeydi dolar kuru. Şimdi ise tutulamaz vaziyette. Artık 14 lirayı geçmişiz.

Bu sıçramaların maliyeti nedir?

Türkiye’nin dış borçları açısından bakarsanız, 6 lira civarında bir kur artışı var. Bunu 450 milyarla çarpsanız, 2 trilyon gibi ekstra bir maliyet üstlendi Türkiye. Bu inanılmaz bir rakam. Kamunun dış ve iç borçları var döviz cinsinden. Kamuda 750 milyar lira civarında bir ilave yük yüklendi hazine. Nihayetinde bunu da bizlerden, yani vergi mükelleflerinden karşılayacak. Dolayısıyla bu iniş çıkışlara bel bağlayarak devam edilemez. Artık inişi zayıf, çıkışı kuvvetli bir eğilimden bahsediyoruz. Her seferinde yeni bir platoya sıçrıyor. Yılsonuna kadar 15’e kadar gelecek.

Durdurmak istenirse ne yapılacak?

Bunu durdurmak için daha önce iki kez yaptıkları gibi faize yüklenecekler. 2018’de yüzde 8’den 24’e fırlatmışlardı. 2021’de yüzde 19’lara fırlatmak zorunda kaldılar. Burada da faizleri yukarı çıkarıp durdurmak zorunda kalacaklar. Ellerinde başka araç yok. Ekonomiyi dışa kapamadıkları ve sabit dolar kuru vesaire ilan etmedikleri sürece başka türlü götüremezler. Faiz dışında bir araçları yok.

Bu hafta bunu bekleyebilir miyiz?

Bence biraz daha deneyecekler, bu yolda gidecekler. Daha da çılgın bir durum ortaya çıktığında bahsettiğim yola dönecekler. Fakat bu defa artık yüzde 19’luk faizlere dönmek yetmeyecek. Artık 29 mu yaparlar 30 mu bilemem. Onu göreceğiz artık.

Emanet para konusu da önemli. Size ait olmayan demek emanet. Bunu kullanmanın ne gibi sonuçları olacak?

Eksi rezervler büyüyecek. Zaten milyarlarca dolar eksi rezerv söz konusu. Brüt rezervler filan artıda gözüküyor olabilir, ama bu bir şey ifade etmiyor. Sonuçta herkes kaynağın neresi olduğunu biliyor. Birincisi swaplar, ikincisi de bankaların döviz mevduatlarının karşılıkları üzerinden Merkez Bankası’na emanet paralar. Siz kendinizi olmayan bir parayı harcıyorsunuz aslında. Bankalar mevduat topluyorlar ve bankalar açısından emanet paradır. Bu mevduatı kendi sermayesi gibi harcayamaz. Kendi sermayesi gibi davranamaz. Yani “Bu benim sermayem. Ben istersem kendi şirketlerime veririm ya da ben bunu teminatsız kredilere veririm” diyemez. Herkes Merkez Bankası’nın müdahale edecek döviz rezervinin kalmadığını biliyor. Herkes bildiği için de çok rahat davranıyor. Spekülatif kazanç peşinde olanlar da bunu çok rahat götürüyorlar. Çünkü böyle dönemlerde kapitalizmin mantığına çok uygundur spekülatif kazançlar.

Peki hane halkı ve şirketlerin durumu…

Onlar da can havliyle kendini garantiye almaya çalışırlar. Hane halkı, elindeki TL’leri ya dayanıklı tüketim mallarına yatırıyor ya da ihtiyaçlarını öne alarak harcamaya çalışıyor. Az biraz tasarrufu varsa da yükselen dövize bile yatırım yapıyor.

Şirketler de özellikle açık pozisyonu olanlar can havliyle kapatmaya çalışıyorlar. Çünkü nerede duracağı belli olmayan bir yarış başlamış durumda.

Hane halkının tavrı önemli. Bir de stokçuluk tartışmaları var…

Üç tür stokçuluk vardır. Bunlardan biri hane halkının bu tür panik anlarında girdiği “Bu işin sonu kötü, ben açlık tehlikesiyle karşılaşmayayım ve gıda stoklayalım” mantığıdır. Bu çok yaygın olursa ki hane halkı derken milyonlardan bahsettiğimizi de düşünürsek, bunun çok önemli bir etkisi olur. Bu durum, herkesin birden gidip bankadan mevduatları çekmesine benzer. Ciddi bir kıtlık yaratabilir.

İkincisi ise kötü niyetli kişilerin stokçuluk yapmasıdır. Yani bunlar karaborsacılardır, ama bunlar şu an hâkim unsur değil. Hane halkının stok yapması kadar büyük rakamları doğurmaz. Burada hâkim bir unsur yok.

Üçüncüsü ise şirketlerin normal stok politikalarıdır. Yani her şirket belli stoklarla çalışır ki sattığı ürünün devamının olmasını ister. Dolayısıyla bu şirketleri stokçulukla nasıl suçlarsınız? Stok yönetimi yapmak zorundalar. Ben daha önce TARİŞ’i yönettim örneğin. TARİŞ, ürünü alır ve bir yıl boyunca o stokları iyi yöneterek stokları eritir. Ama hepsini birden piyasaya vermez, veremez çünkü kendi aleyhine çalışır fiyat mekanizması. Aldığı fiyatın altında satmak zorunda kalır. Dolayısıyla stok yönetmesi gerekir. Yönetimin her şeyi stokçuluk ile suçlaması ve “Bu stokçular teröristtir” gibi bakması ya da tek suçluyu burada görmesi bir iktidarın çaresizliği ve yönetememe krizidir.

Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası ile bankalar arasında faiz oranları tartışıldı. Bu konuyu da açmanız mümkün mü?

Merkez Bankası, “Ben faizleri yüzde 15’e ben çektim” diyor. Bankaları yüzde 15 üzerinden fonluyor. Bankalar yüzde 15’ten alıp, yüzde 22 ile hazineye yatırım yapıyorlar. Yani bu tam bir soygun düzenine dönüşüyor. Çünkü piyasada yüzde 15’lere inmedi kredi faizleri. Yüzde 20’lerin üzerinde. Devlet de yüzde 20’lerin üzerinde borçlanıyor. Piyasayı ikna edememişsiniz, faizleri indiremiyorsunuz. Orada yüzde 15’lik bir faiz var, ama etkisi yok.

‘Reçete hazırlayın’ deseler, bu mevcut durumu toparlayacak reçete nasıl olurdu?

Uluslararası kuruluşlar, faizleri yüzde 25’e çıkarmaktan bahsediyor Ben biraz önce 29’u da 30’u da telaffuz ettim. Yani yüzde 25 bile yetmeyebilir. Çünkü resmi enflasyonun bile 25’leri aştığını göreceğiz. Eğer çok fazla hile dozunu çok kaçırmazlarsa, Aralık veya Ocak aylarında bu rakamları göreceğiz. Dolayısıyla yüzde yirmi beşlik bir düzeye gelmesi kesmez. Bu bile, kuru 10 liranın altına indirmez. Yani bir ay öncesine bile götürmez. Dolayısıyla sadece belirli bir seviyeye getirir ve gidişatı frenler ve 13 lira olunca davul zurna bayram yapabilir iktidardakiler.

IMF tarzı, “Neoliberal paradigma içinde kalarak biz bu işi daha iyi yönetiriz. Yolsuzlukları önleri, Kötü yönetimi önleriz” düşüncesi ile sadece zaman kazanılabilir. Türkiye çok sarsıldı. Dünya bile neoliberal politikaları tartışıyor. Türkiye’nin burada daha radikal bir çıkışa ihtiyacı var. Yani o liberal politikaları tartışmaya, bunun dışında patikalara ihtiyaç var. Dolayısıyla bugünkü muhalefet partilerinin de bunu artık düşünüyor ve tartışıyor olması gerekir.

Peki, biz siyasetçi olarak ‘Bu ekonomik politikalar bilinçli uygulanıyor muhalefetin yönetilemeyecek bir ülke devralması sağlanmak isteniyor’ gibi konuşulan komplo teorilerine ne diyorsunuz?

İktidar hâlâ kendini kurtarmayı düşünüyor. Yani buradan bir çıkış yakalayabileceğine inanıyor, ama bu çıkışı yakalayamayacak. Çünkü yatırım iklimi çok bozuldu. Türkiye’de piyasa beklentileri çok bozuldu. Dolayısıyla buradan bir çıkış yakalayamayacak. Ama Türkiye’nin varını yoğunu satacaktır. Burada aklınıza gelen gelmeyen her şeyi satacaktır. Ayrıca her türlü cebri, yani şiddete dayalı yöntemleri, hileleri, hurdaları da kullanacaktır. Bunun yanında göz boyamak için hamleler yapacaktır, ama asgari bile tartışmanın anlamı yok bu koşullarda. Asgari ücreti 4 bin de yapsa 5 bin de yapsa, Ocak 2021’deki dolar bazlı asgari ücreti yakalayamayacağı anlaşılıyor. Düşünün ki 6 bin lira olduğunda 2021 Ocak seviyesini yakalayacak.

Belli kesimlere bütçe açığını büyüterek transferler yapacak, ama buradan çıkış yok. Gelecek iktidarı enkaz bırakma tavrıyla gitmese bile gelecek iktidara bir enkaz kalacaktır. Bu AKP’nin geldiği döneme kıyasla çok daha kötü bir dönem. Çünkü AKP krizden çıkıldığı bir dönemde geldi. Bütün yükü geçmiş koalisyon yüklendi. Dünya konjonktürü de çok müsaitti. Elinde özelleştirilecek kurumlar vardı. Buradan önemli gelir sağladı. Dolayısıyla o imkânlar gelecek iktidarın elinde olmayacak. Dünya da kötü bir döneme gidiyor. Enflasyon artıyor, faizler artacak. Dış kaynak bulmanın da zor olduğu bir dönemde iktidar devralınacak. Gelen iktidar açısından durum iç açıcı değil. Enkazı temizleme gibi bir görevi olacak. Dolayısıyla Türkiye’yi ve halkı zor günler bekliyor.

Diken

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler