Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

Emre Değirmencioğlu:  Doğurganlık oranı düşüyor: Dünya demografik bir krize mi sürükleniyor?

Toplam doğurganlık oranı, bir kadının hayatı boyunca doğuracağı bebek sayısının tahminidir. Devamlılık için gereken oran 2,1 seviyesindedir. Yani bir neslin…

Emre Değirmencioğlu:  Doğurganlık oranı düşüyor: Dünya demografik bir krize mi sürükleniyor?

Toplam doğurganlık oranı, bir kadının hayatı boyunca doğuracağı bebek sayısının tahminidir. Devamlılık için gereken oran 2,1 seviyesindedir. Yani bir neslin kendini yenilemesi için gereken seviyedir. Mesela ABD’de toplam doğurganlık oranı, 2023’te kadın başına 1,62 doğuma düşerken, son veri, kayıtların tutulmaya başlandığı 1930’lu yıllardan bu yana en düşük seviyeye gerilediğini gösteriyor. Doğurganlık oranının, 2008 küresel krizden bu yana her yerde istikrarlı bir düşüş eğiliminde olduğunu da not edelim. Genellikle gelişmiş bir ülkede doğurganlık oranı daha düşükken, ekonomik olarak daha az gelişmiş bir ülkede doğurganlık oranının ise daha yüksek olduğunu (~ %2,4) not edelim.

KKTC’de maalesef çok fazla istatistiki veri olmadığı için rakamlara da hâkim değiliz. Lâkin, Türkiye’de TÜİK’in açıkladığı “Yaşlılar İstatistikleri” baktığımda Türkiye’de de yaşlı nüfus oranının artma eğiliminde olduğunu gördüm. Ortalama yaş 2000 yılında 25,8’den 2023 yılında 34’e kadar çıkmış. Genç nüfus avantajının kaybolma eğiliminden olduğunu not edelim. Yaptığım hafta sonu okumalarında, Türkiye’nin yaşlanma sürecine 2050’li yıllarda girmesi bekleniyor olsa da, ekonomik ve sosyal koşulların gidişatı ileri sardığını gördüm.

Yine TÜİK’in açıkladığı doğum istatistiklerine göre ulusal bazda ortalaması 2000’de 2,53 olan doğurganlık hızı, 2023’te 1,51 seviyesin kadar geriledi. Son 23 yılda doğurganlık hızı %40’dan fazla azaldı. Doğurganlık hızının 2,1’in altında olması -yukarıda da değindiğim üzere- ülke nüfusunun kendini yenileyememesi yani çocuk ve gençler azalırken, yaşlı sayısının artması anlamına geliyor.

Doğum oranları dünya genelinde düşerken, otoriteler kadınları daha fazla çocuk yapmaya teşvik etmek için politikalar geliştirmeyi planlıyor.

Hafta sonu The Economist dergisi de bu konuya yer ayırmış. Trump, Beyaz Saray’a dönerse öncelikli konuların başında doğum oranlarının bulunduğunu söylerken,  Fransa’da devlet her yıl aile politikalarına GSYH’nin %3,5-4’ü kadar harcama ayırıyor. Macron, ülkesini “demografik olarak yeniden silahlandırmak” isterken, Güney Kore, her bebek için 70bin dolarlık yardımlar üzerinde düşünüyor. Yönetimler, doğurganlık oranını artırmak adına çok fazla çaba sarf etmelerine rağmen bunda başarılı olamadıklarını yukarıdaki rakamlardan anlarken, The Economist dergisi de uygulanan politikaların başarısız olma olasılığının yüksek olduğuna yer vermiş.

Mesela Elon Musk, düşük doğum oranlarından kaynaklanan nüfus çöküşünü, medeniyet için küresel ısınmadan çok daha büyük bir risk olarak gördüğünü devamlı bir şekilde paylaşırken, savaş ortamlarının kızıştığı zamanlarda da “savaşmayın çocuk yapın” tweetleri dikkatlerden kaçmıyor. Doğurganlık oranlarındaki düşüşlerin kaçınılmaz bir şekilde derin sosyal ve ekonomik değişiklikler getireceğini düşünüyorum. 1,6 düzeyinde bir doğurganlık oranı, göç olmadan her neslin bir öncekinden dörtte bir daha küçük olacağı anlamına geliyor. Mesela doğurganlık oranının 0,7 olduğu Güney Kore’de, yüzyılın sonuna kadar nüfusun %60 azalması öngörülüyor.

Yaşlanan ve küçülen toplumların dinamizlerini kaybedecekleri kesin bir argüman olsa da, vergi mükellefleri yaşlıların emeklilik ve sağlık bakımını finanse etmekte zorlanacaklarını da göz ardı etmemek gerekiyor.

The Economist’e göre, hükûmet teşviklerine rağmen bebek sayısında artış olmamış. Mesela İsveç’in olağanüstü cömert bir çocuk bakım programı sunarak  pozitif anlamda ayrışmasına rağmen, toplam doğurganlık oranı hâlâ 1,7. Öyleyse, hükümetler ne yapabilir? Yüksek vasıflı göçün mali boşlukları doldurabileceği düşünülürken, düşen doğum oranları nedeniyle bunun da sürdürülebilir olmadığı düşünülüyor. Bu nedenle, çoğu ekonomi, sosyal değişime uyum sağlamak zorunda kalacak. Yaşlıların kamu maliyesi üzerinde yarattığı yükü azaltmak için daha geç yaşlara kadar çalışmaları da belki gündeme gelecek. Yeni teknolojilerin ekonomik verimliliği artırarak veya yaşlılara bakım sağlayarak demografik geçişi kolaylaştırabilmesinin de üzerine ciddi mesai harcanması gerekiyor.

Örneğin, benim tek bir kızım var ama ikinci bir çocuk sahibi olma konusunda cesaretimi toplamakta çok zorlandım. Bunun nedeni, geleceğe dair belirsizlikler ya da ikinci çocuğuma, ilk çocuğuma sunduğum fırsatları sağlayamayacağım korkusu olabilir. Ya da doğacak çocuğa sunulacak kamusal hizmetlerde yoksunluk olacağı beklentisi, tıpkı benim gibi ailelerin çok çocuklu olma isteğini azalttığının altını kalınca çizmem gerekiyor.

Yukarıda da değindiğim üzere, göçmen hareketleri dışarıda tutulursa, kuvvetle muhtemel Türkiye’de olduğu üzere KKTC’de nüfus artışı durmuş olabilir. Türkiye’de sadece 2 yılda artış hızı binde 12,7’den binde 1,1’e indi. Ya da, Türkiye’de 2022 yılında 85,3 milyon insan yaşarken 2024’te nüfus yerinde sayarak 85,4 milyona yükselmiş. Türkiye nüfusunun önümüzdeki 10 yılda 90 milyon barajını bu gidişatla aşabilmesi muhtemel görünmüyor. Nüfus ve yeni yuva kurma artışının durduğu bir ekonomide büyümenin ne kadar zor olduğunu da bilmek için ekonomist olmaya da gerek yok! Bu bağlamda, konut, beyaz ve kahverengi eşya, tüketim veya eğitim gibi nüfus artışıyla direkt bağlantılı endüstrilerinin yeni dünya düzeninde ne kadar zorlanacağını gelin siz de etraflı bir şekilde düşünün…

 

Kıbrıs İktisat Bankası kurumsal sitesinden alıntıdır

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler