Sosyal Medya

Ekonomi

Prof. Dr. Öner Günçavdı: “Türkiye’nin kapsayıcı bir sanayi politikası hiçbir zaman olmadı”

Erken sanayisizleşme sorununa dikkat çeken Prof. Dr. Öner Günçavdı, Türkiye'nin kapsayıcı bir sanayi politikasının hiçbir zaman olmadığını söyledi. Prof. Dr. Günçavdı, gelinen süreçte ise dönüşümün plansız bir şekilde piyasaya bırakılamayacağını söyledi...

Prof. Dr. Öner Günçavdı: “Türkiye’nin kapsayıcı bir sanayi politikası hiçbir zaman olmadı”

Recep ERÇİN’in İTÜ İşletme Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Öner Günçavdı ile Türkiye’nin erken sanayisizleşme sorununa ilişkin aydınlık.com’da yayınlanan söyleşisinde şöyle denildi;

İTÜ İşletme Fakültesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı ile Türkiye’nin erken sanayisizleşme sorununu konuştuk. Neden bu konuyu gündeme aldık derseniz; tedarik zincirleri yeniden şekillenirken Türkiye’nin bu büyük dönüşüme nasıl ayak uyduracağı akademi dünyasının olduğu kadar siyasetin ve toplumun da gündeminde olmalı.

Öncelikle Prof. Dr. Günçavdı’yı tanıyalım: Ağırlıklı olarak Türkiye ekonomisinin gelişme ve büyüme sorunları üzerine çalışan Öner Günçavdı’nın, “Düşten Gerçeğe – Türk Sanayiinde Elginkan Topluluğu” ve “Yolun Sonu: Türkiye’nin Büyüme, Faiz, Bölüşüm Açmazı ve Yeni Türkiye Söylemi” adlı iki kitap çalışması bulunuyor. Günçavdı ayrıca, birçok Türk akademisyenin ortak hazırladığı Yol Ayrımında Türkiye adlı İngilizce yayınlanan kitaba da katkı sunan isimler arasında yer aldı.

TARIMDAN KOPAN HİZMETE GEÇTİ

Öner hocaya öncelikle erken sanayisizleşme kavramını ve Türkiye’nin erken sanayisizleşme sürecinin nedenlerini sorduk.

Prof. Dr. Günçavdı sorumuzu şöyle yanıtladı: “Ülkelerin kalkınma süreci tarımdan sanayiye, sanayi de belli bir doygunluğa ulaşınca hizmetler sektörüne geçilir. Nüfus ve ekonomik dönüşüm böyle olur. Avrupa’da kırsaldan sanayiye nüfus aktarılmıştır. 1980’ler 90’larda hizmetler sektörünün yükselişi görüldü. Üretim daha çok taşeronlaştırıldı. Küreselleşme ile üretim Çin gibi yerlere taşındı. Değer yaratma zincirinin hizmet ayağı gelişmiş ülkelerde kaldı.

Erken sanayisizleşmenin dünyada ve Türkiye’de farklı sebepleri var. Ülkeler kalkınmanın doğal akışı içinde sanayiye oradan hizmetlere ağırlık verirler. Kişi başına gelir 20-30 bin dolarlara eriştiğinde daha çok dışarıda yemek yenir, spora daha çok para harcarlar vs. 90’lı yıllarla birlikte bizim gibi gelişen ülkelerde de teorik beklentinin dışında sanayisizleşme eğilimi başladı. Tarımdan sanayiye geçip, verimlilik belli bir noktaya gelince hizmetlere geçmesi beklenirdi. 25-30 bin dolar kişi başına gelire ulaşmamız bekleniyordu. 4-5 bin dolara ulaşanlarda bunun (hizmetlere kayış) erkenden başladığını gördük. Tarımdan kopan nüfus sanayi yerine hizmetlere geçti. Erken sanayisizleşme hem üretimde hem de istihdamda sanayi yerine hizmetler sektörünün ağırlık kazanması ana motorun hizmetler olmasıdır.

SANAYİSİZLEŞMEDE ÇİFT ETKİ

Bunun sebepleri, literatüre bakınca Dani Rodrik ve Jose Gabriel Palma’nın çalışmaları var. Küreselleşme ve teknolojik gelişme sebeplerden biri. Mekanizma bunlara göre şöyle; (daha önce) küreselleşme denilen kavram olmadığı için tarımdan kopanlar sanayiye geçiyorlardı. Korumacı tedbirler vardı. Eskiden nüfus sanayiye akıyordu. Teknoloji daha yavaş geliyordu. Sanayinin istihdam yaratma kapasitesi daha yüksekti. Küreselleşme ile birlikte ülkeler imalatta bir şeyler yapacaksa uluslararası rekabet gücünü önemli bir kıstas olarak göz önüne almak zorunda kaldılar. Bu sanayideki yatırımların önünü kesti. Bir diğer unsur, teknolojik gelişme hızlandı. Bunun etkisiyle elbette üretkenlik arttı ama istihdam yaratma kabiliyeti artık eskisi gibi değil. İster istemez tarımdan kopan şehirleşen nüfusu hizmetlerde istihdam ettiler.

SOSYAL BASKIYA ÇÖZÜM İÇİN…

Uluslararası rekabetin gölgesinde gelirleri düşen tarımdan, insanlar koptu. Neoliberal argümanlar yüzünden tarıma verilen destekler azaldı. Ürün destekleri gelir transfer politikasının elemanlarıdır. Türkiye’de yanlış değerlendiriliyor. Bunlar kesilince insanlar refaha ulaşmak için çareyi şehirlerde buldular. Sanayiye uygun insan kabiliyetlerinin de değişmesi yüzünden bunlar esnaf oldu. Sermayesi olanlar işletmeler kurdular. Bunların çoğu hizmetlere yönelik oldu. Sosyal baskılara maruz kalan iktidarın bulduğu bir çözümdü bu. Genel çerçevesi böyle.

Türkiye özelinde ciddi bir dönüşüm ihtiyacı var. Tarımda ciddi bir nüfus var. Bunun kentleştirmek gerekiyordu. Bu AKP’nin değil her siyasi partinin sorunudur. Yönetimde olduğu için onlar bu politikaları yapmak zorundaydılar. Bilinçli bir takım politikalar izlediler. 2000’lerin başından 2010’a kadar uyguladılar; kırsal nüfusun şehirlerle entegrasyonunu yönetmeye çalıştılar. Sanayiye yönlendirmeleri mümkün değildi. Vasıflar uygun değildi. Geçmişte belki ama şimdi hiç uygun değil. Sanayinin istihdam kapasitesi düşmüştü. Tarımda da duramıyorlar: çünkü IMF ve uluslararası örgütlere, onların olmadığı zamanlarda sermaye hareketlerine gözetim yapan uluslararası finans kuruluşlarına, yatırım danışmanlarına iyi görünme arzusu vardı: Bütçeye yük geldiğinde kabul görmüyor. Bir ülkeyi değerlendirirken bir şablonu var, iktisadi bakmıyorlar, kalkınma temelli bakmıyorlar.

SİYASET ÜSTÜ BİR PROBLEM

Benim naçizane ayrımım; bu Türkiye’nin siyaset üstü bir problemidir. Kim iktidarda olursa olsun bir şekilde çözüm bulması gereken bir sorun. 2000’li yılların durumunda hiçbir partinin farklı tavır içinde olacağını düşünmüyorum. Plansızlık var. Bir sanayi politikası hiçbir zaman olmadı. Lokal olabilir ama kapsayıcı bir sanayi politikası olmadı. Problemlere çözüm üretecek bir sanayi politikası yok. AK Parti geçici çözümlerde bulundu. Kentlere nüfusu yönlendirdiğinizde bunun finansmanı var. Bu insanlara istihdam imkanı sağlayacaksınız. İş imkanı vereceksiniz. İş yaptıkları sektörleri karlı tutacaksınız. Karlı hale gelmeli ki tarımda elde edilemeyen refahı buradan elde etsinler. Uluslararası durum da elverdiği için bol ve ucuz finansman ülkeye getirildi. Bir taraftan toplu konutlar, inşaat projeleri, tüketici finansmanına hanelerin erişimi sağlanarak mal ve hizmet talebinin yükselmesi sağlandı. Bu projenin en büyük finansal kaynağı, TL’nin değerlenmesi oldu. Bir dönem böyle gitti. Bu imkanı gören AKP, mucizeyi kendileri yaratmış gibi angaje oldu. Mutlak ve tek çözüm ve sürdürülebilir gibi uyguladı.

SINIF YERİNE MEMLEKETÇİLİK ÖNE ÇIKTI

Neticede bu politika karşılığını buldu. Kırsal nüfusun çok ciddi oranda refaha erişimi sağlandı. Bu dönemde İstanbul’da hemşehri dernekleri kuruldu. Mahalle ve köy özelinde örgütlenmeler oluştu. Sonradan konfederasyonlar haline geldi. Sanayide olsa emek ve sermaye şeklinde bir örgütlenme olurdu. Ticaret ve esnaflık, hizmetler sektörü üzerine örgütlenmede ortak payda ancak hemşehricilikte bulundu. Üretimden gelen güçte değil, doğduğunuz şehirle buluşuyorsunuz. Bu bağlarla farklı bir toplumsal örgütlenme oluştu. Sermaye sahibi olmadan, işçi olmadan önce memleketçilik geliyor. Türkiye’de yansıması böyle. Ancak bu çok pahalı bir sistem. Pahalı ve sürekli kaynak isteyen, verimsiz bir sistem. Hizmetler sektörünü eleştirdiğimi düşünme, bu kadar büyük nüfus hareketine dayanacak hiçbir siyasi güç yoktur. O günün koşullarının getirdiği sonuç oldu.

OSB’LER YENİDEN ORGANİZE EDİLMELİ

Yeni yapılanmada bir de Yeşil Mutabakat konusu var.

Bir adım sonra Almanya’ya yaptığımız ihracatta karbon ayak izi sorulacak. Sorunun cevabı şu; bu yeni dünyanın yeni değerlerine ne kadar hızlı adapte olur ne kadar uyum sağlarsak konumumuz ona göre olur. Ama 20. yüzyılda kalırsak, hem ekonomik yapının organizasyonu hem de değerler anlamında geri kalmış ülke olarak hayatımızı sürdürürüz. Bu basit bir sermaye birikimi ile sağlanacak bir durum değildir. “Yeşil Mutabakat”a çok büyük firmalar uyum sağlamaya gayret ediyor. Uluslararası rekabete, değerlere adapte olmuş bu firmalar değil sorunumuz, onlar kendi dinamikleriyle kendi başlarının çaresine bakıyorlar. Bizim asıl sorunumuz Türkiye ekonomisinin yüzde 50’den fazlası KOBİ ve altındaki işletmeler. Schumacher işte “küçük güzeldir.” Sermaye birikiminin küçülmesi tekelleşmenin önüne engeller çıkartacaktır. Çağın bir başka problemi servet adaletsizliği. Geçmişte ölçek dediğimiz şeyi büyük işletmelerle tamamlıyordunuz. Şimdi öyle bir yere geldi ki daha ufak işletmelerle yapabilir hale geldiniz. Daha az karbon tüketimi daha az kaynak kullanımı. Bankacılıkta da inanılmaz bir dönüşüm var. Türkiye’de istihdamın kaynağı KOBİ’ler. Bir yandan şirket karlılığı artırılacak bir yandan çevreye uyumu gerçekleşecek. Bu teknoloji üzerinde hükümetin doğrudan müdahalelerde bulunmasını da beraberinde getiriyor. OSB’lerin reorganize edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin Çin’e alternatif olabilecek kabiliyeti var. Organizasyonel yönetim anlamında her zaman problem var.

DEVLETİN PROJE PLANLARI OLMALI

İktisatçı Prof. Dr. Bilsay Kuruç, 80 sonrası sanayileşmenin özel sektöre bırakıldığını ama özel sektörün bunu başaramadığını belirtir. 40 yıl sonra artık bu işe bir son vermek gerekmez mi?

Özel sektöre bırakıldı, katılıyorum. Ama ekonomi de Allah’a emanet bırakıldı. Devletin ekonomiden etkisini sıfırladığınız zaman en azından piyasalara müdahale edebilirsiniz. Siz hem özel sektör diyorsunuz hem onu yüksek faize mahkum etmişsiniz. Finansal kaynakları kamu olarak sen kullanmaya başlamışsın…. Kapsayıcı bir sanayileşmeden söz ediyorum. Sanayileşme deyince finansman imkanına ihtiyaç var. Finansmanı kamu harcaman için kullanacaksan olmaz. Ekonominin genel hedefleri doğrultusunda sadece kaynaklara yön verilmeli. Savunma sanayisinde güzel örnekler var. Kamunun kaynakları yol, köprü yerine savunmada yüksek teknolojili ürünlere kanalize etmesi doğru olur.

PLANLAMA OLMASI GEREKMEZ Mİ?

Literatür anlamında demeyeyim ama Türkiye’yi tanıyan birisi olarak, Türkiye gibi kalkınmada ciddi problemleri olan ki bunlardan söz ettik, plansız bir şekilde bu dönüşümün piyasa üzerinden olması mümkün değil. Mutlaka ve mutlaka böyle bir planlamanın faydalı olacağını düşünüyorum. Burada bir gariplik de yok. Sadece bütçe oluşturmakla olmaz. Bütçe bir yıllık. 5-10 yıllık planlarla ulaşılabilir. Devletin proje planları olmalı. Dünyada bir duruşumuz yok ki; sanayide ekonomide duruşumuz yok. Sanayiyi genişletmek o kadar kolay değil. Türkiye yapabileceğinin optimumunu yapmaya çalışıyor. Bizim sıkıntımız, sistem problemi (Başkanlık) yaşıyoruz. Anlamıyorum neden buna girdiler. Çok ciddi bir ekonomi bürokrasisi vardı. Dışarıya örnek olan kurumlar vardı.

POPÜLİZMİN KAYNAĞI BURADA

Erken sanayisizleşmeyi ekonominin bir hastalığı olarak nitelemek doğru mu?

Gelişmekte olan ülkelerde görülen hastalık benzeri bir şey, farklı bir başkalaşım.

Liberal demokrasinin oluşumu sanayileşme fikrine dayanır. Orta sınıf ideolojisizdir. Orta sınıfı sanayi yaratır, zenginliğin kaynağı sanayidir. Sanayide sermaye kolay elde edilen bir şey değil. Şimdi hizmlerde 20’li yaşlarda milyar dolara ulaşılabiliyor. Sanayileşme, liberal demokrasinin bel kemiği olan sınıfları geliştirdi. Toplumsal örgütlenme, siyasi partiler bunun etrafında ortaya çıktı. Sağ ve sol; sermaye ve işçi. Sanayiden uzaklaşınca zenginliğin kaynağı hizmetlere geliyor. Geldiğimiz yerde siyaseti nasıl kutuplaştıracaksın? Neye göre parti? Popülizmin kaynağı da bana göre bu.

İHRACATIN PAYINI YÜZDE 30’LARA ÇIKARMALIYIZ

Söz konusu erken sanayisizleşme hastalığımız olmasa salgın döneminde rezervleri yemek zorunda kalır mıydık?

Sanayimiz güçlü olsaydı zaten ihracat gelirlerimiz sağlam olurdu. Türkiye’nin sorunu ihracat gelirlerinin düşük olması. İktisadi faaliyetlere bakınca bize ihracat geliri sağlayacak kısım yüzde 22, bunu yüzde 30’lara çıkarırsak farklı bir Türkiye olur. Bundan sonra öncelik bu olmalı. Hizmetleri ekarte edelim demiyorum, yapamazsın, büyük bir nüfus var, refaha erişimi sağlamak lazım, demokratik bir hak bu. Hizmetlerin verimliliğini artırmaya yönelmek lazım.

Bütün dünyada hizmetlerde verimsizlik söz konusu.

Hizmet verimliliğinde sıfır çekmişiz. Tarımda da düşük ama bu kadar değil. Büyük bir nüfus, bu siyasi yalpalamanın sebebi de budur. Toplumsal örgütlenme olacak. Dernekleşme anlamında değil. Üretimde örgütlenme. Bu mobilizasyonun nereye gideceği oturacağı belli değil. Bu realitede siyaset konuşmak abes. 70’lerdeki siyaseti 2000’lerde beklemek hiç doğru değil.

BATI, ÇİN TARZI MODELE Mİ YAKLAŞIYOR!

Tedarik zincirleri yeniden yapılanırken Türkiye’nin kaybettiği yılları geri alabilme şansı nedir?

Dünya bir organizasyonel arayış içerisinde. ABD hegemonyasını devam ettirmek istiyor. Bunun için de gerek ekonomik gerek uluslararası siyasette İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan kurumları yeniden inşa etmek istiyor. Uzak Doğu’da Çin realitesi var. O da ABD’ye karşı değerler sunuyor. Bu daha önce Rusya’nın Sovyetler zamanındaki akla kara gibi değil. ABD ve kapitalist Batı’da bile devlet çok güçlü şekilde ortaya çıkıyor. Batı, Çin tarzı modele yaklaşıyormuş gibi izlenim ortaya çıkıyor. İki kutuplu yapıda iktisadi ve siyasi organizasyonu inşaat ettiği gibi ABD’nin inşa etmesi mümkün değil. Bunun için ABD yeni değerler ortaya çıkarıyor. Biden ile daha belirgin hale geldi. Etkisini önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Dünyadaki şartlar buna göre değişecek. ABD’nin yeni değerleri, İkinci Savaş sonrası ABD ve beraberindekilerin liberal demokratik değerleri değil. Bunun ötesine geçip; çevreyi koruyor, ekonomiyi karbondan kurtarmaya teşvik ediyor, Batı’nın üretimde ciddi avantajlara ulaşmasını sağlayacak. Çin’inki daha kitlesel, ucuz, büyük ölçüde emek ve teknolojinin sömürüsü üzerinden ve çevresinde benzer ülkeleri toplama üzerine… Batı ise çevre, iklim ile ilgili bireysel özgürlüklerin geçmişte olmadığı kadar daha da güçlendirilmesi etrafında organize etmeye çalışıyor. İslam ve İslam karşıtlığının ötesine ve AKP öncesindeki gibi demokrasi arayışı, asker karşıtlığı ve buna göre konumlanmak yeterli değil. Bunlar geçmişin problemleri. Yeni arayışımız da ister istemez devreye girecek.

 

Recep ERÇİN

Yazının Kaynağına Buradan Ulaşabilirsiniz

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler