Sosyal Medya

Genel

Recep Erçin yazdı: Paris hurafeleriyle zaman kaybediyoruz

      Türkiye bir yandan Yeşil Mutabakatı gündemde tutuyor diğer yandan ise Paris İklim Anlaşmasını Meclis’e getirmekte ayak sürüyor.…

Recep Erçin yazdı: Paris hurafeleriyle zaman kaybediyoruz

 

 

 

Türkiye bir yandan Yeşil Mutabakatı gündemde tutuyor diğer yandan ise Paris İklim Anlaşmasını Meclis’e getirmekte ayak sürüyor. Dünya iklim tehlikesi çerçevesinde yeniden şekillenirken Ankara’nın 20-30 yıllık bir vizyonla dünya sahnesine çıkması gerekiyor. Yoksa geç kalmanın maliyeti ağır olacak

 

Paris İklim Anlaşması sonrası dünya yeni bir iktisadi üst yapıya bürünüyor. Avrupa bir yandan Yeşil Mutabakat için kuralları oluştururken, finans şirketleri de fonlamalarını yeşil teknolojilere kaydırmaya başladı. EY (Ernst & Young) ve Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) işbirliğiyle, 33 ülkeden 88 bankanın üst düzey risk yönetimi uzmanları ile yapılan ankete göre, risk yöneticilerinin yüzde 91’i iklim değişikliğini gelecek beş yıl için en önemli tehlike olarak görüyor. Türkiye’de birçok özel sektör STK’sı yanında, bakanlıklar da Avrupa Yeşil Mutabakatı temelinde yol haritaları oluşturmaya başladılar.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Direktörü Prof. Dr. Güven Sak, Dünya gazetesinde yayımlanan, “Şirketlerimiz Yeşil Mutabakata Hazır Mı?” başlıklı yazısında, “Paris İklim Anlaşması’nın Türkiye için olumsuz sonuçları olacağına dair tespit, Enerji Bakanlığı kaynaklı olarak 2017-2018 gibi ortalığı sarmış isabetsiz bir ‘inanca’ dayanmaktadır” tespitini yaptı.

 

PARİS’İ ONAYLAMANIN MALİYETİ SIFIR

Prof. Dr. Sak’a konuyu sorduğumuzda, TEPAV ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFİA) tarafından hazırlanan, “Paris İklim Anlaşması’nda çok tartışılan, az bilinen doğrular” adlı SEFİA Direktörü Bengisu Özenç’in kaleme aldığı çalışmaya dikkatimizi çekti. Buna göre, kamuoyundaki algının aksine, Paris Anlaşması taraf ülkelere belli bir emisyon azaltım hedefini zorunlu tutmuyor. Türkiye anlaşmayı onaylarsa mutlak emisyon azaltımı yapmak zorunda değil. Yani ortada KYOTO’da olduğu gibi zorlayıcı veya yaptırım içeren herhangi bir mesele yok. Şu halde imzacı olduğu halde Türkiye neden hala bir takım sanayisi geri kalmış ülkeler gibi Paris İklim Anlaşmasını TBMM’ye getirmiyor?

Bunun en önemli nedeninin Türkiye’nin Turgut Özal döneminde Birleşmiş Milletler nezdinde OECD ülkeleri arasına girerek “gelişmiş ülkeler” kategorisinde kendini sınıflandırmış olması. O dönem ve sonrasında bunun hatalı bir sınıflandırma olduğu açık. Türkiye bu gelişmiş ülkeler sınıfında yer aldığı için Paris Anlaşması uyarınca gündeme gelen, “Sanayisi gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş ülkelere fon desteği sağlama” taahhüdünden yararlanamayacak. Ancak, Türkiye’nin bu üçüncü ülkelere fon aktarması gibi bir durum da şimdilik söz konusu değil. TEPAV ve SEFİA’nın çalışmasında şu not yer alıyor: “Sözleşme altında gelişmekte olan ülkelere mali ve teknolojik yardım yapması yönünde bir yükümlülüğü bulunmuyor. Ayrıca, Paris Anlaşması’nda gelişmiş-gelişmemiş ülkeler listesi gibi bir ek bulunmuyor. Paris Anlaşması, ülkelerin sorumlulukları ile ilgili olarak BMİDÇS’deki (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) bu listeye de atıf yapmıyor.”

 

UZAKLARA GİTMEYE GEREK YOK

Türkiye ise, fon desteği alabilmek için daha önce yer aldığı gelişmiş ülkeler listesinden çıkmak istiyor. Bunu için bir pazarlık yürüdüğü belirtiliyor. O nedenle bizimkiler Paris’i Meclis’e getirip onaylamadılar. Ancak TEPAV ve SEFİA’nın çalışmasında da belirtildiği üzere, Türkiye buraya harcadığı enerji ile çok daha büyük bir fırsatı kaçırıyor. Bir defa gelişmiş ülkelerin geri kalmış ülkelere fon desteği sağlayıp sağlamayacağı muallakta bir konu. Burada 100 milyar dolardan söz edilse de araştırmaya göre, şu ana kadar 10.3 milyar dolar taahhüt edildi ve bunun ise 8.4 milyar doları teyit edildi. Türkiye’nin Ek1 Listesinde (gelişmiş ülkeler) yer aldığı için faydalanamadığı Yeşil İklim Fonu’ndan öyle bolca para da verilmiyor. Belli orta ölçekli projelere kaynak aktarımı söz konusu.

Oysa çeşitli kalkınma bankaları, yerel finansman kaynakları eliyle yeşil ekonomiye dair projelere çok daha büyük tutarlarda finansman elde etmek mümkün. Özenç’in kaleme aldığı çalışmada, “Almanya, Fransa, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası ortaklığında tasarlanan çok daha yüksek miktarlı özel bir “finansal paket”in 2019 yılında Türkiye’ye sunulduğu raporlanmaktadır” notu yer aldı.

 

DAHA İYİSİNİ YAPABİLİRİZ

 

Çalışmaya göre, “Türkiye, BMİDÇS sekretaryasına sunduğu ulusal katkı beyanında, hiç önlem almadığı senaryoda (referans senaryo) 2030 itibarıyla 1.175 milyon ton CO2 seviyesine ulaşan emisyonlarını, önlemler altında yüzde 21 azaltımla 929 milyon ton CO2 seviyesine indirebileceğini beyan etti. Referans senaryo altında emisyonlarını iki kattan fazla artıracağını söyleyen Türkiye’nin bu beyanı uluslararası camia tarafından oldukça yetersiz olarak değerlendiriliyor. Eğer tüm ülkeler Türkiye gibi, yetersiz hedefler sunarsa ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 4 dereceyi geçebilir. Oysa çalışmalar, Türkiye’nin bu taahhüdünden daha iyisini yapabileceğini gösteriyor. Hiçbir azaltım tedbiri almadan Türkiye’nin toplam emisyonunun 2030’da 709 milyon ton CO2 olabileceği raporlanıyor. Bu hesaplamaları resmi veriler de doğruluyor.

TÜİK’in 2020 yılında yayınladığı en son sera gazı emisyonu envanterine göre 2018 yılında toplam emisyonlar, 2017 yılına göre azalarak, 520.9 milyon ton CO2 olarak gerçekleşmiştir. Bu seviye, niyet beyanında azaltım patikasında öngörülen 2018 seviyesinin de altında.”

 

GELECEK KAYNAĞI NASIL ARTIRIRIZ?

SEFİA Direktörü Özenç çalışmasında şunları not ediyor: “Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylamadığı ve iklim tartışmalarının parçası olmadığı sürece üzerinde çalışılan yeni modeller konusunda da söz sahibi olamayabilir. Bunun yanında güncel şartlar altında gözden geçirilmemiş ve iyileştirilmemiş emisyon azaltım hedeflerinin de Türkiye’yi gelecek dönemde finansmana erişim konusunda zora sokacağı beklenebilir. Her ne kadar Türkiye’nin enerji dönüşümü için ihtiyaç duyduğu fonlara ulaşamaması ilk bakışta adil gözükmese de yeşil dönüşüm için güçlü ve inandırıcı politika yaklaşımına sahip olmaması, fonlara erişim konusundaki müzakere gücünü zayıflatmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Ek 1’den çıkarak fona erişebilmesi, bu kaynağa en çok ihtiyaç duyan en az gelişmiş ülkeler ve küçük ada devletlerinin de onayını gerektirdiğinden, nihayete erdirilebilecek bir strateji gibi görülmemektedir.” Yani boşa uğraş verildiğini ortada. Uzmanlar, Türkiye bu fondan kaynak alabilmek için boşa kürek çekeceğine zaten Avrupa’nın halihazırda dönüşüm için projelere vermeye niyetlendiği milyarlarca doları nasıl 3-4 katına çıkarabileceğine odaklanması gerektiğini ifade ediyorlar.

 

CUMHURBAŞKANI’NA KİM ARZ EDECEK?

Bu bilgiler ışığında “Türkiye neden Paris’i Meclis’e getirmekte ayak sürüyor?” diye baktığımızda esasen Ankara’da bir karar alıcının olmamasından kaynaklı bir durum var ortada. Yani bürokrasi inisiyatif alıp da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündemine “Şu mesele vardır” diye koyamıyor, durumu izah etmekten çekiniyor. Yani Ankara’da değişen dönüşen dünyaya dair bir pozisyon alma problemi var. Bu siyasi önderlik anlamında değil bürokrasi tarafında var. Bu yüzden şimdilerde Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumları daha bir arar olduk. Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve bu kapsamda Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatına uyum sürecinde özel sektörün çok daha aktif olması gerekiyor. TOBB, TİM, TÜSİAD gibi yapılar bu işin doğrudan muhatabı olduklarından sürece dahil edilmeliler. Ancak Ticaret Bakanlığı’nın Yeşil Mutabakat kapsamında oluşturduğu yol haritasında özel sektöre yönelik bir oluşum göremiyoruz. Bu işi de herhalde bakanlık bürokratları masa başında çözecek!

 

ÇİN OLAYIN FARKINDA

Gelinen noktada Avrupa’ya tedarik anlamında Türkiye’nin en büyük rakibi Çin. Asya’nın üretim devi, yeşil taahhüt konusunda dünyanın bir adım önünde. Tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği ortamda “yakından tedarik” eğilimine güvenip boş durmamızın maliyetinin ne olacağını iyi hesaplamamız gerekiyor. Çin dünyanın nereye gittiğinin farkında. Prof. Dr. Sak’a bu meseleyi sorduğumda cevabı ne oldu: Bu işi yapamazsak Çinliler de buraya gelmez.

 

Buradan bakınca maalesef Türkiye, Avrupa nasıl olsa bir şekilde bize dönüşüm için bir plan çizecek ve finansman verecek rahatlığında gibi görünüyor. Bu şekilde kalırsa bize biçilen role razı olmuş olacağız ve hazırlanmış planlara uymak zorunda kalacağız. Oysa Türkiye, dünya yeniden şekillenirken kendi oyun planını ortaya koymalı. Yeşil Mutabakat ve ABD’nin “yeşil kuşak yol girişimi”, Çin’in yükselişini dengelemek için tarife dışı engeller çıkarılması şeklinde yorumlanıyor. Türkiye’yi bu saflaşmada nerede yer alacağını iyi planlamalı. Çünkü bu yeni düzen ticarete tarife dışı engeller çıkarsa da Avrupa kendi şirketlerine de ek maliyetler yüklemiş oluyor. Çin de bu gelişmeye ayak uyduruyor. Asya üretimin merkezi iken yakın gelecekte pazarın da merkezi olacak.

 

BAKAN KURUM BUNU BİR DÜŞÜNMELİ

Türkiye bu anlamda eski anlayışla giderek dünya sıralamasındaki yerini koruması zor. İşe nereden başlamalı diye baktığımızda bize 20-30 yıllık bir vizyon gerekiyor. Hemen bugün işe koyulmak lazım. Örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, geçenlerde İtalya’nın Napoli şehrinde G20 Çevre, İklim ve Enerji Bakanları toplantısındaydı. Orada şehirleri iklim değişikliğine hazırlamak için projeler konuşuldu. Yakın zamanda Türkiye’den kamu bankaları Avrupa ülkelerinden yeşil kentsel projeler için krediler temin etmeye başladılar. Türkiye, deprem gerçeğinden de hareketle iklim değişikliğine uygun dev bir kentsel dönüşüm projesi ile iki işi birden hallederken, bunun için finansman da elde etmiş olur. Elbette bunun için Ankara’nın enerjisini doğru hedeflere yöneltmesi gerekiyor.

 

 

Yazarın izniyle linkteki kaynaktan yeniden yayınlandı

 

FÖŞ anlattı:  Her Fani Küresel Isınmanın Acısını Çekecek

 

İklim değişikliği küresel gıda sektörüne korkunç darbeler vuruyor!

 

Bankaların risk gündeminde iklim değişikliği en üst sırada

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler