Sosyal Medya

Genel

Ali Bilge:  “Merkez Bankası, enflasyona çalışan bir Merkez Bankası ise bu ülkede durum vahim ötesidir”

Kaynak:  podcast servisi: iTunes / RSS (18 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.) Ömer Madra: Günaydın Ali…

Ali Bilge:  “Merkez Bankası, enflasyona çalışan bir Merkez Bankası ise bu ülkede durum vahim ötesidir”

Kaynak:  podcast servisi: iTunes / RSS

(18 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba, günaydın Ömer bey!

ÖÖ: Günaydın!

AB: Günaydın Özdeş, Feryal günaydın!

ÖM: Evet, haftanın ekonomi diyelim, haberleri önde geliyor, mali haberleri… Şimdi son dakikada gelen bir haber de ‘Dolar’da yeni zirve 9.28 oldu diye 8:45 itibariyle düşen bir haber var. Herhalde Merkez Bankası’nın durumundan filan da bahsetmekle başlamak iyi olabilir.

AB: 2018 Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra, o seçimden sonra “ülkenin bu sistemle yönetilemeyeceğini söylemiştik bu lokomotif vagonları çekemez”demiştik. Vagonlar da tek tek savruluyor. Merkez Bankası vagonu da bunlardan biri.

Son zamanlarda Osmanlı sultanlarının yetkileri üzerine okuyorum, sultanın bürokrasiyle ilişkilerini, Osmanlı bürokrasisi tarihi üzerine okumalar yapıyorum. Örfi ve şeri hukukta padişahın yetkilerinin nerelerde sınırlandıklarına bakıyorum. Bu arada Sultan 1. İbrahim’i de okuyorum. Sultan İbrahim okumalarını ağırlıklı İlber Ortaylı ve Çağatay Uluçay üzerinden yapıyorum. 1. İbrahim enteresan bir yaşam öyküsüne sahip. Yazarlara göre tahta geçtiğinde Osmanlı tarihinin en anlamlı taht duasını yapıyor; diyor ki “Yarabbim biraz sonra, iki dudağım arasından bu kadar memleketin ve tebaanın kaderini etkileyecek sözler çıkacak, ben buna layık mıyım?”. Üstat Reşat Ekrem Koçu’ya göre bu sözler bilgece sarf edilmiştir. Turhan Oflazoğlu’da dönemi anlattığı üçlemesinde bu sözleri “bilinçli bir cinnetti” diyor.

Aslında tarihçiler padişahın sinirlerinin çok bozuk olduğunu söylüyorlar. Ani hiddeti yüzünden devletin kıymetli yöneticilerini kaybettiğini belirtiyorlar. Padişah İbrahim ülke için kararlar alırken ve Devlet adamlarıyla istişare ederken hiddet ve sinir buhranlarının esiri olduğunu, bu tür kararların sonucunda da devletin üst kadrolarının idam edildiklerini belirtiyorlar.

ÖM: 1. İbrahim, Deli İbrahim midir?

AB: Evet, böyle adlandırılan padişah, ama bazı tarihçiler deli olmadığını iddia ediyorlar. Sinir buhranları, tutkuları ve saplantıları nedeniyle sorunları olduğunu iddia edenler var. Bürokrasiyle olan ilişkisinde bu ruh hali, padişahın karar alma süreçlerine etkide bulunuyor. Ne yapacağı belli olmayan, kızdığı zaman kimseyi tanımayarak masum insanları idam ettiren korkutucu birisi olduğunu anlatıyorlar. Gerçekten deli miydi? Yoksa sadece sinirleri yıpranmış bir padişah mıydı? Tarihçi Çağatay Uluçay’ın incelemelerine dayanarak yapılan analizlerde Sultan İbrahim’in psikonevroz hastası olduğu ileri sürülmektedir.

“Merkez Bankası, merkez bankası olma hüviyetini kaybetti”

Uzun yıllar Ankara’da yayıncılık ve gazetecilik yapmamız nedeniyle ömrümüz ekonomik karar birimlerini, ekonomi bürokrasisini takip etmekle geçti. Hatta öğrencilik hayatımızda, okulumuzla Merkez Bankası banknot matbaası dip dibeydi. Merkez Bankası’ndaki en son görevden alma kararlarında şaşılacak bir durum yok, çünkü son yıllarda çokça benzer olayları yaşadık. Erdem Başçı AKP iktidarınca atanan ikinci başkandı. Başkanlığı bırakırken Erdoğan’ın ısrarıyla Merkez Bankası kanunundaki başkanlık maddesi tanımı değiştirildi. Ekonomi tahsil etmek, zorunluluk olmaktan çıkarıldı. Yeni atanan başkan için yapıldı bu değişiklik.

Başçı sonrası tüm atamalar Erdoğan’ın bizzat seçerek yaptığı atamalardı. Ben o zaman ve sonrasında da T.C. Merkez Bankası’nın Merkez Bankası olma hüviyetini kaybettiğini, sarayın Merkez Bankası olduğunu, sarayın bankası olduğunu söyledim. Yapılan atama ve görevden almaların hepsi Erdoğan’ın bizzat kontrolünde olan atamalardı. Bağımsız bir Merkez Bankası hüviyetiyle anlayışıyla yapılan atamalar değildi. En son görevden almalarda “yok efendim faiz indirimine karşı çıkan bürokratlar” görevden alınmış vs. bunlar hikaye… Görevden alınan bürokratlardan iki tanesi yurt dışında yaşıyor. Para kurulu toplantılarına yurt dışından geliyorlar. İşin başka bir tarafı, bu şahıslara harcanan paranın da haddi hesabı yok. Ayrıca bu kişiler önceki faiz indirimlerine karşı da çıkmadılar. Faiz indirimi ile ilgisi yok… Sarayın isteği böyle. Bu iki kişiye belli ki kızmışlar. İsteklisi de çok. Çok kaymak görevler bunlar. Sözde bir Ekonomi Bakanı var; Merkez Bankası sözde ona bağlı, onun bile haberi yok. Ekonomi Bakanı Lütfü Elvan’ın da bu konuda en ufak bir haberi yok, danışılmıyor, görüşülmüyor.

 

 

Bugünkü rejimde bakanların ve bürokratların aslında durumu içler acısı. Kukla değişkenler, yeni bir durum da değil; keyfi tek adam rejiminde böyle. Dolayısıyla gelişmelere büyük bir şaşkınlık içinde bakanlara şaşmak gerekiyor. Merkez Bankası’nın asli görevi -ekonomi birinci sınıf öğrencilerinin bildiği- fiyat istikrarını sağlamaktır. Bugün Merkez Bankası, fiyat istikrarını sağlamaya çalışan, enflasyonla mücadele eden kurum olmanın ötesine çıkmış, enflasyonu artıran politikalar uygular hale gelmiş durumda. Böyle merkez bankası olmaz. Nitekim politika düşüyor ama diğer faizler yükseliyor, taşıt kredileri, konut kredileri, ticari kredilerin faizleri yükseliyor ve kur hedefleri darmadağın oluyor. Orta vadeli programda belirledikleri, sık sık revize ettikleri kur hedefi 8.25 idi!

Merkez Bankası, enflasyona çalışan bir Merkez Bankası ise bir ülkede durum vahim ötesidir. 90’larda dergide yaptığımız tartışmalar vardı; “enflasyon mu önemli ihracat mı?”. Bu soruya nasıl bir para politikası, kur politikasıyla ayar verilebilir? Merkez bankası kalkınmaya, büyümeye odaklı mı olmalı, yoksa fiyat istikrarına mı? Çok önemli tartışmalardı ama geride kalan tartışmalardı. Şimdi Erdoğan’a fısıldanan şu: “Pandemiye çok kötü bir ekonomik durumda girdik. 2020 yılında üretim, ihracat, turizm kayıpları oldu, gelirlerde ciddi azalmalar oldu. Düşük kur politikası uygularsak ihracatı, üretimi arttırabiliriz, bu şekilde döviz gelirlerimiz artar! Ucuzlayan Türkiye’ye daha fazla turist gelir, dövizimiz artar, zaten eksilerdeyiz!” Zihniyet bu. Gelişmekte olan ülkeler içinde en ucuza turist ağırlayan ülke olduk. Diğer ülkelere 1500 Dolar kişi başına turist geliri sağlarken sanırım bizde 350 Dolar’a düşmüş durumda ki Türkiye’nin ortalaması 600-700 Dolar civarındaydı. Ucuza çalışıyoruz, ucuz ücretlerle. Düşük kurla ihracat yapmaya çalışıyorsunuz. Neden? Yeter ki ekonomi biraz büyüsün, ihracat, turizm artsın, döviz girsin. Erdoğan iktidarını kaybetmesin. Ancak, kur artışlarıyla ithal girdi fiyatları artıyor.

 

Üretiminiz ve ihracatınız ithalata bağımlı, onların fiyatları artıyor. Bu şekilde ihracatı artırmanın limiti var. Düşük kur ve düşük ücretle ihracatta ve turizmde rekabet etmenin de bir limiti var; bir süre sonra rekabet edemiyorsunuz. Cari açığınız artıyor, düşük ücretle insanlar daha da yoksullaşıyor. Ayrıca bütün bunlar enflasyon artışına yol açıyor. Türkiye’de veri ve bilgi steril değil. Veri güvenliği olmadığı için gerçek enflasyon rakamları açıklanmıyor. Türkiye, para politikası denemeyecek zihniyetle adeta intihar ediyor. Böyle devam etmesi çok mümkün değil. Erdoğan’ın bu zihniyetle erimiş döviz rezervlerini arttırmaya çalışıyor, otoriter rejimini ve iktidarını korumaya çalışıyor. Seçimlere giderken (ki olursa) “boş kasayı biraz nasıl, doldurabilir miyim” diye çareler arıyor. Düşük kur politikasını yeğleyerek ekonomik hareketliliği sağlamak istiyor. Ama çok geç ve yanlış; kur patlıyor, fiyat mekanizması bozuluyor, enflasyon yükseliyor. Açık bir ekonomi politikası yok. Belirsizlik hakim ve işler uzmanlara, işin ehline devredilmiş değil. Osmanlı padişahları yetkilerini bazı alanlarda devrediyor en azından. Erdoğan rejiminde böyle bir şey yok. Tek kişi üzerinden yürüyor işler. Otokratik liderler popülizmi, dini ve etnik milliyetçilikle birleştirince, geçici başarılı dönemler olabiliyor ama sonunda ekonomi felaket bir noktaya sürükleniyor. Gelecek 10’lu yıllarda bunların faturasını ödeyeceğiz.

ÖM: Evet, yani Hazine ve Maliye Bakanı’ndan da çeşitli rivayetler dolaşıyor ortada; nerede olduğu bilinmiyor filan ve kendisinin hiçbir şeyden haberi olmadığına dair dedikodu nitelikli değerlendirmeler var. Gerçekten de pek sesi duyulmuyor değil mi?

AB: Evet evet, yeni rejimde bakanların herhangi bir ağırlığı söz konusu değil. Üç yılda kaç bakan değişikliği yaşadık, azli yaşadık; bakanların hükmü yok, ki Naci Ağbal Erdoğan’ın göz bebeğiydi, prensiydi, onu getirdi merkez bankasına, 4,5 ay sonra azletti. Artık istifa da edilemiyor biliyorsunuz azlediliyorsunuz. Değersiz Türk lirasıyla, kur politikasıyla, her ne olursa olsun büyüme sağlansın, hareketlilik olsun. Merkez Bankası ve kamu bankaları eliyle seçimi finanse edelim, otoriter rejimimiz ve iktidarımız ayakta kalsın. Anlayış bu. Seçime yaklaşırken bunları görüyoruz. Aynı zamanda seçime yakın zamanlarda harekat, savaş görüyoruz. Suriye Harekatları oluyor. Bir de siyasi cinayetler, toplu katliamlara gündeme geliyor.

 

 

Murat Sağman:  Faiz kararı sonrası Dolar 10 olur mu?

TL’ye bir kötü haber daha: Türkiye kara para aklamada “gri liste”ye alınabilir

 

Piyasa Bülteni: TCMB PPK bugün 14:00’da toplanıyor. Rasyonel bir karar beklenmeli mi?

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler