Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

John Plender: Kamu Borcunda Tehlikeli Eşik Aşıldı mı?

Gelişmiş ekonomilerde kamu borcu sürdürülemez bir noktaya mı ulaştı? ABD ve Avrupa’daki borç dinamikleri, savaş dönemleriyle sınırlı olması beklenen borçlanmanın artık kalıcı hale geldiğini gösteriyor. Düşük büyüme, yüksek faizler ve genişleyen bütçe açıkları, gelecek nesiller için ağır bir yük yaratırken; enflasyon, finansal baskılama ve yapay zekâ kaynaklı verimlilik artışları gibi “klasik çözümler” de giderek etkisini yitiriyor.

John Plender: Kamu Borcunda Tehlikeli Eşik Aşıldı mı?

Gelişmiş ekonomilerde kamu borcu sürdürülemez bir noktaya mı ulaştı? ABD ve Avrupa’daki borç dinamikleri, savaş dönemleriyle sınırlı olması beklenen borçlanmanın artık kalıcı hale geldiğini gösteriyor. Düşük büyüme, yüksek faizler ve genişleyen bütçe açıkları, gelecek nesiller için ağır bir yük yaratırken; enflasyon, finansal baskılama ve yapay zekâ kaynaklı verimlilik artışları gibi “klasik çözümler” de giderek etkisini yitiriyor.


Gelişmiş ülkelerde kamu borcu artık yapısal olarak yönetilemez bir noktaya mı geldi? Bu soru, son yıllarda açıklanan borç verileri dikkate alındığında hiç de abartılı görünmüyor. Zira artık kamu borcu yalnızca savaş dönemlerinde artıp barış zamanlarında azaltılan geçici bir yük olmaktan çıktı.

ABD: Savaş Sonrası Dönemin Tam Tersi

ABD örneği bu dönüşümü açık biçimde ortaya koyuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1946’da GSYH’nin %106’sına ulaşan kamu borcu, güçlü büyüme sayesinde 1990–91 döneminde %21,6’ya kadar gerilemişti. Ancak bu tablo tersine döndü.

Finansal kriz, Covid-19 ve yapısal bütçe açıkları nedeniyle ABD’nin borç/GSYH oranı bugün yeniden %100’e yaklaşmış durumda. ABD Kongresi Bütçe Ofisi’ne (CBO) göre bu oran 2055 yılında %156’ya çıkabilir. Bu seviye, yalnızca mali sürdürülebilirliği değil, ABD tahvillerinin küresel finans sistemindeki “güvenli çıpa” rolünü de tehdit ediyor.

Sorun yalnızca borcun büyüklüğü değil. ABD’de ve diğer gelişmiş ekonomilerde:

  • Büyüme, savaş sonrası on yıllara kıyasla daha zayıf

  • Faiz oranları daha yüksek

  • Bütçe açıkları daha geniş

Bu kombinasyon borç dinamiklerini hızla bozuyor.


Avrupa: IMF’den Uyarı

Avrupa’da tablo farklı değil. IMF, mevcut politikalar değişmezse Avrupa ülkelerinde kamu borcunun önümüzdeki 15 yılda ortalama olarak ikiye katlanacağını öngörüyor. Bu senaryo:

  • Daha yüksek borçlanma maliyetleri

  • Daha düşük büyüme

  • Artan finansal istikrarsızlık
    anlamına geliyor.

Sonuç ise açık: Gelecek nesiller için taşınamaz bir yük.


Borç Nasıl Azaltılırdı? Klasik Reçeteler

Kamu borcunu azaltmanın bilinen yolları aslında yeni değil:

  • Faiz dışı fazla vermek

  • Ekonomik büyümeyi hızlandırmak

  • Reel faizleri büyümenin altında tutmak

Bunlara ek olarak, tarihte sıkça kullanılan iki yöntem daha var:

  • Enflasyon yoluyla örtük temerrüt,

  • Finansal baskılama, yani yatırımcıları devlet borçlanma araçlarını piyasa faizinin altında almaya zorlamak.


İngiltere Örneği: Enflasyonun Gücü

İngiltere’nin savaş sonrası deneyimi bu dinamikleri net biçimde gösteriyor. Ülkenin borç/GSYH oranı:

  • 1946’da %250’nin üzerindeyken,

  • 1970’lerin ortasında %42’ye kadar geriledi.

Araştırmacılar Barry Eichengreen ve Rui Esteves, bu dönemde İngiltere’nin büyük ölçüde faiz dışı bütçe fazlası verdiğini, buna rağmen borç azaltımının %80’den fazlasının enflasyon sayesinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor.

Ancak 1955 sonrasında tablo değişti. Yükselen faizler, enflasyonun borç azaltıcı etkisini nötrledi ve asıl katkıyı bütçe disiplini ve büyüme sağladı.


Kim Bedel Ödeyecek?

Bu tür borç ayarlamaları, özünde bir gelir paylaşımı mücadelesi anlamına geliyor:

  • Rantiyer mi kaybedecek?

  • İşçi mi sıkılacak?

  • Girişimci mi vergilerle baskılanacak?

Günümüzde bu ayrım daha karmaşık. Zira rantiyerlerin önemli bir kısmı artık emeklilik fonları ve tasarruf sahipleri.

Buna bir de:

  • Yaşlanan nüfusun emeklilik ve sağlık harcamaları,

  • Jeopolitik gerilimlerin maliyeti,

  • İklim değişikliğiyle mücadele faturası
    ekleniyor.


Yapay Zekâ Kurtarıcı Olabilir mi?

Yapay zekâdan kaynaklı bir verimlilik patlaması, bu tabloyu tersine çevirebilir mi? Deutsche Bank Research Institute için yapılan bir çalışmaya göre, yapay zekâ verimliliği yıllık %0,5–0,7 artırabilir.

Ancak bu etki, borcun yükselişini durdurmaktan ziyade yavaşlatabilir. Yani mucizevi bir kurtuluş söz konusu değil.


Merkez Bankaları da Sıkışmış Durumda

Borçla büyümenin normalleştiği bu ortamda:

  • Siyasi kutuplaşma, daha fazla harcama ve daha az vergi talebi yaratıyor.

  • Merkez bankaları, piyasalardaki her sert düşüşte devreye girerek risk iştahını besliyor.

Öte yandan enflasyon hedeflemesi, borcu enflasyonla eritme seçeneğini de zorlaştırıyor. Çünkü enflasyon sürpriz olmazsa, faiz artışları etkisini nötrlüyor. Bu da borç azaltımını ya merkez bankası hatalarına ya da siyasi baskıyla yapılan borç finansmanına bağımlı kılıyor.


Son Perde: Tahvil Piyasaları

Bu koşullarda borç disiplinini sağlayacak olan şey siyasi irade değil, tahvil piyasalarının acımasız disiplini olabilir. Bu da zaman içinde:

  • Finansal krizler

  • Siyasi istikrarsızlıklar
    anlamına geliyor.

İsveçli ekonomist Anders Åslund, bugünkü tabloyu 1929 öncesine benzetiyor. Bu görüş aşırı bulunabilir, ancak şu tespit zor reddediliyor:
Bu süreç iyi bitmeyecek.


Kaynak: Financial Times – John Plender

Atilla Yeşilada ve Güldem Atabay tarafından kaleme alınan özel raporlarımıza abone olmak ister misiniz?
Raporlarımız kurumsal müşterilere yöneliktir. Abonelik ücretlidir.
Koşulları öğrenmek için bize e-mail atın: [email protected]

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler