Borsa
ANALİZ: Yapay Zekâ Yatırımlarında “Balon” Tartışması. Neden Hâlâ Para Akıyor?
Balon İddiası ve İlk Bakışta Ortaya Çıkan Çelişki Yapay zekâ etrafındaki yatırım dalgasına bakan herkes neredeyse aynı yorumu yapıyor: “Bu…
Balon İddiası ve İlk Bakışta Ortaya Çıkan Çelişki
Yapay zekâ etrafındaki yatırım dalgasına bakan herkes neredeyse aynı yorumu yapıyor: “Bu bir balon.” Büyük teknoloji şirketlerinin piyasa değerleri yapay zekâ beklentileriyle şişmiş durumda. Her çeyrekte daha büyük rakamlar telaffuz ediliyor, daha iddialı hedefler açıklanıyor. Ancak ortada şu an için bu yatırımları tamamen karşılayacak ölçekte bir gelir akışı yok. Devasa veri merkezleri kuruluyor, milyarlarca dolarlık çip siparişleri veriliyor, yeni modeller geliştiriliyor. Fakat fiili nakit yaratımı hâlâ bu harcamaların çok gerisinde. Bu tablo, dışarıdan bakıldığında tanıdık: “gelecekte çılgın para kazanacağız” vaadine inanan bir piyasa.
Buna ek olarak sektör ciddi dış riskler taşıyor. Küresel ticaret gerilimleri, çip ihracat kısıtlamaları, artan faiz oranları, telif ve veri kullanımıyla ilgili açılan davalar, altyapı darboğazları, şirket içi yönetim krizleri… Normalde bu kadar belirsizlik, bir spekülasyon balonunu patlatan kıvılcım olur. İnternet balonunda bir gazetecinin tek bir yazısı bile bazı şirketlerin iş modelinin aslında kâğıttan kule olduğunu ortaya koymuş ve zincirleme düşüş başlatmıştı. Konut balonunda subprime kredilerdeki çürüme zinciri kırmıştı. Bugün yapay zekâ alanında her gün sorunlu yönleri anlatan, riskleri vurgulayan haberler çıkıyor. Buna rağmen büyük oyuncular milyarlarca dolar harcamaya devam ediyor. Bu noktada soru şu: Eğer herkes bunun “balon” olduğunu düşünüyorsa, neden para hâlâ akıyor? Bu kadar para yöneten insanlar gerçekten kör mü, yoksa sıradan yatırımcının göremediği bir şeyi mi okuyorlar?
Nakit Dağları: Bu Sefer Borçla Şişen Bir Hikâye Değil
Öncelikle şunu görmek gerekiyor: Bu finansman döngüsünün kaynağı, önceki balonlardan farklı. Dot-com döneminde pek çok şirket, dışarıdan sürekli yeni yatırımcı parası çekerek ayakta kalıyordu. Şirketler zarar ediyor ama hisse çıkarıp yine halka satıp para topluyor, bu parayla bir süre daha yaşıyordu. Konut balonunda, konut kredileri aşırı derecede kaldıraçlı (borçlu) bir yapı üzerine kurulmuştu. Yani sistem, dışardan sürekli borç ve taze para çekerek şişiyordu. Küçük bir çatlakta her şey çöktü.
Bugün büyük yapay zekâ yatırımlarını sürükleyen ana aktörler bambaşka bir yerde duruyor. Amerika merkezli büyük teknoloji şirketleri, uzun yıllar boyunca nakit biriktirdi. Bunun iki ana nedeni vardı. İlki, vergi düzenlemeleri nedeniyle kazançlarını yurt dışında tutmaları ve o paraya dokunmamalarıydı. Bu paralar, yıllarca adeta biriktirilmiş kurşun gibi bekledi. İkincisi ise bu şirketlerin bir noktada o kadar büyüyüp pazara o kadar hâkim hale gelmeleri ki, yeni ve devasa ölçekli bir yatırım alanı bulamadıkları dönemler oldu. Yani elde kar milyarları var, ama “şimdi nereye gömelim ki gerçekten büyüme getirsin?” sorusunun cevabı yoktu.
Bu iki durumun sonucunda ortaya çıkan tablo şu: Yapay zekâ yarışına giren devler, masaya zaten hazır devasa bir savaş sandığıyla oturdu. Nakit rezervleri tarihi boyutlarda. Bu şirketler ellerindeki parayı sadece hisse geri alımında (kendi hisselerini piyasadan toplayıp fiyatı desteklemek) ya da temettü olarak ortaklarına dağıtmak yerine, artık veri merkezlerine, çip tedarik zincirlerine ve model geliştirme altyapısına gömüyor. Bu da şu anlama geliyor: Sisteme pompalanan para büyük oranda zaten şirketlerin kendi kasasındaki para. Yani bu hikâye, küçük yatırımcının sırtına yıkılmış yüksek kaldıraçlı bir kumar değil. En azından ilk aşamada değil.
Bu noktada şu itiraz haklıdır: “Tamam ama şirket kasasındaki para da sonuçta hissedarın parası; yanlış yatırım yaparlarsa küçük yatırımcı yine zarar eder.” Evet. Eğer yapay zekâ beklenen getiriyi yaratamazsa, bu para boşa gitmiş sayılacak. O zaman da bu şirketlerin değeri yeniden fiyatlanacak, hisse fiyatları aşağı yönlü düzeltme görecek. Ancak kritik fark şu: Sistem hemen göçmez. Yani bir bankacılık krizi gibi zincirleme batış yaratacak bir kaldıraç patlaması senaryosu yok. Bu, balon yok anlamına gelmez. Sadece “balon patladı = finansal felaket” denklemini zayıflatır.
Şirketler Arası Döngü: Kendi Kendini Finanse Eden Bir Ekosistem mi, Yoksa Dönme Dolap mı?
Yapay zekâ ekonomisinde dikkat çeken başka bir pratik var: Aynı oyuncular hem müşteri, hem tedarikçi, hem yatırımcı rolünde. Örneğin model geliştiren bir şirket, devasa GPU gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu gücü sağlayan çip üreticisi, o model şirketine yatırım yapıyor. Bulut altyapısı sunan firma, yapay zekâ girişiminden uzun vadeli kapasite kira taahhüdü aldığını açıklıyor, hisse fiyatı yükseliyor. O girişim o parayı yine çip ve altyapıya harcıyor. Yüzeyde bu, “biz birbirimize para gösteriyoruz, birbirimizi şişiriyoruz” gibi duruyor.
Bu tablo doğal olarak eleştiri topluyor: “Bu, gerçek talep değil. Bu, yapay olarak şişirilmiş bir gelir zinciri. Bir nevi kendi kendini finanse eden kozmetik büyüme.” Bu eleştirinin payı var. Ancak bu yaklaşımın savunulan tarafı da var. Şöyle düşünülüyor: Bu şirketler tedarik zincirinin her halkasına ortak olarak, değerin kaçabileceği alanları kapatmaya çalışıyor. Eğer yapay zekâ gerçekten dev bir ekonomik dönüşüm yaratacaksa, bu dönüşümün hangi halkasında patlayacağını önceden kestirmek zor. O yüzden hepsine yayıl, hepsinde hisse tut, hepsinin müşterisi ol, hepsinin tedarikçisi ol. Böylece risk dağıtmış olursun. 1999’da “internet geliyor” denirken, o dönemin şirketlerinin çoğu battı ama birkaç tanesi bugünün devlerine dönüştü. Geriye dönüp bakıldığında, o birkaç devde payı olanlar ayakta kaldı. Strateji şu: “Şimdiden zincirin her halkasına ortak ol ki, kazanan kim olursa olsun sen içinde bulun.”
Bu modelin karanlık tarafı şu: Rakamlar şişebilir. Şirketler birbirlerini destekleyerek kâğıt üzerinde büyüyor gibi görünebilir. Gerçek dış müşteri talebi ne kadar? O soru bazen flu. Yatırımcı açısından bu durum şu riski getiriyor: Bu karşılıklı anlaşmaların “hikâyesi” çökerse, piyasa algısı çok hızlı ters dönebilir. Fakat yine aynı noktaya geliyoruz: Bu çevrim dışarıdan gelen küçük yatırımcının mevduatıyla değil, zaten kasası dolu devlerin kendi bilançosuyla dönüyor. Yani sistemin ilk savunma hattı güçlü.
Balon Neden Hâlâ Patlamadı? Politik Koruma Kalkanı ve Stratejik Bahis Mantığı
Normalde bir balon, dış şokla patlar. Antitröst davası olur, faiz fırlar, regülasyon gelir, kredi musluğu kesilir. Burada ise çok ilginç bir tablo var: Yapay zekâ altyapısı artık sadece ticari bir ürün olarak değil, stratejik ulusal kapasite olarak da sunuluyor. Veri merkezleri, çip üretim hatları, model geliştirme yeteneği; bunlar “ülkenin teknolojik liderliği” başlığı altında anlatılıyor. Yani bu yatırımlar, “sadece kâr amaçlı riskli teknoloji harcaması” olarak değil, “ülkenin gelecekteki ağırlığını belirleyecek sanayi politikası” olarak lanse ediliyor. Bu çerçeve, siyasi karar vericilerin de sert ve ani fren yapmasını zorlaştırıyor. Kısaca: Bu kadar para gömdünüz, sonra ‘vazgeçtik, kapatıyoruz’ diyemiyorsunuz. Çünkü artık mesele sadece bir uygulama satmak değil, altyapıyı ülkede tutmak, rakip ülkeleri geride bırakmak iddiası.
Şirket yöneticileri de bu noktada hikâyeyi şöyle kuruyor: Bu aslında bir opsiyon bahsi. Yüz milyarlarca dolarlık yatırım yapılıyor. Bu yatırımların geri dönüşü, başarılı olunursa, trilyonlarca dolar seviyesinde olabilir. Yani matematik şu: “500 milyarı masaya koy, karşılığında 10 trilyon ihtimalini satın al.” Bu bakış açısıyla, beklenen değer hesabı hâlâ pozitif görülebiliyor. Bir başka deyişle, evet çok pahalı bir zar atılıyor; ama zar 6 gelirse ortaya çıkacak para, bugüne kadar görülmemiş ölçekte olacak iddiası var. Bu, klasik balon psikolojisine çok benziyor ama küçük bir farkla: Bu kez zar atanların elinde gerçekten devasa bir nakit yastığı var ve kamu otoritesinin bu alanı “stratejik” saydığı bir siyasi atmosfer var.
Sonuç: Balon Yok Demek Saflık, Sadece Balon Demek Yetersiz
Resme bütünlüklü bakınca iki aşırı uç da tek başına gerçeği anlatmıyor. “Bu tamamen sağlıklı, rasyonel bir yatırım dalgası” demek de doğru değil. Çünkü gelir-gider dengesi, piyasa beklentileri ve çarpanlar hâlâ olağanüstü şişkin. Birçok şirket, yapay zekânın gerçekten sürdürülebilir, kârlı, tekrarlanabilir iş modelleri yaratmasını daha görmeden geleceğin kazancını bugünden fiyatlıyor. Bu riskli.
Ama “bu tam bir balon, her an patlayacak ve her şey çökecek” demek de durumu tam tarif etmiyor. Çünkü bu kez sistem, büyük oranda borçla değil nakitle besleniyor. Büyük oyuncuların bilançosu güçlü. Zincir içi para döngüsü, şimdilik küçük yatırımcıyı direkt olarak kan kaybetme pozisyonuna koymuyor. Ayrıca yapay zekâ artık sadece ticari bir oyuncak olarak değil, ulusal öncelik olarak satılıyor. Bu da devletin, regülasyonların ve hatta jeopolitik söylemin bu yatırımları dolaylı biçimde korumasına yol açıyor.
Daha yalın anlatımla: Evet, ortada balon benzeri bir hava var. Fiyatlar beklentilere göre şişmiş durumda. Birçok firma gelecekteki mucizevi gelir hikâyesini bugünden satıyor. Fakat o hikâyeyi finanse eden para, büyük şirketlerin yıllardır biriktirdiği nakitten geliyor. Yani bu oyun sadece “havadan para basıp halka kakalama” oyunu değil; bu kez kumarbazlar gerçekten kendi kasalarındaki fişleri masaya sürüyor. Bu da patlama olursa bile patlamanın şeklinin farklı olacağına işaret ediyor. Klasik çöküş gibi zincirleme bankrot dalgası değil; daha çok “Beklediğimiz kadar kâr etmedik, büyüme hayal ettiğimiz kadar çıkmadı” deyip hisselerin yeniden fiyatlandığı, yöneticilerin de hissedarlara bunu açıklamak zorunda kaldığı bir ayılma senaryosu olabilir.
