Sosyal Medya

Genel

Güldem Atabay:  Siyasette  Yeni Dönemin Kodları

Güldem Atabay AB'yle ilişkileri içerde AKP-MHP gerginliği ve Barış sürecinde gelinen noktanın otopsisini yaptı

Güldem Atabay:  Siyasette  Yeni Dönemin Kodları

 

Almanya ile yeniden: “İmtiyazlı” ortaklıktan “stratejik” ortaklığa

Beştepe’de gerçekleşen Merz–Erdoğan buluşması, diplomatik nezaketle örülü ama politik hesapların dikkatle saklandığı bir görüşmeydi. Almanya Başbakanı Merz’in başbakan sıfatıyla Türkiye’ye yaptığı bu ilk ziyaret hem tanışma hem de yön belirleme niteliği taşıyordu. Görüşme sonrası verilen mesajlar yüzeyde yapıcı görünse de iki tarafın da kendi stratejik ajandasını test ettiği oldukça dikkatli bir diyalog yürütüldü. Merz, Türkiye’ye Avrupa kapısının yeniden aralanabileceği umudunu doğrudan vermeden sıcak bir dil kullandı. Erdoğan ise Almanya’nın dillendirdiği “stratejik ortaklık” ifadesini memnuniyetle sahiplendi; zira bu kavram, Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerini yeniden “üyelik değil ama eşit ortaklık” zeminine taşıma fırsatı sunuyordu.

Masadaki başlıklar hem klasik hem güncel konular. Güvenlik ve savunma sanayii işbirliği, göç yönetimi, ekonomi ve AB süreci görüşmenin ana eksenlerini oluşturdu. Almanya, Türkiye’nin bölgesel etkinliğini artık bir risk değil, paydaşlık fırsatı olarak tanımlamak istiyor. Savunma sanayii alanında ortak üretim ve teknoloji paylaşımına açık bir dil kullandı. Göç konusu ise Berlin’in birincil önceliği. Almanya, geri kabul mekanizmalarını hızlandırmak ve Türkiye’yi bu konuda daha fazla sorumluluk üstlenen bir ortak haline getirmek niyetinde. Ekonomi başlığında ise Merz’in “devasa potansiyel” sözleri önemliydi. Pandemi sonrası kırılgan arz zincirleri ve enerji krizleri, Türkiye’nin üretim kapasitesini ve sanayi altyapısını Almanya açısından yeniden cazip hale getirmiş durumda.

“Stratejik ortaklık” kavramı ise Merkel döneminde gündeme gelen “imtiyazlı ortaklık” fikrinin güncellenmiş, jeopolitik koşullara uyarlanmış bir versiyonu olarak okunmalı. Ancak bu defa vurgu farklı: Türkiye artık “aday ama eksik” değil, “üyelik uzak ama işbirliği zorunlu” bir ülke olarak görülüyor. Merz’in “jeopolitik bir dönemde stratejik ortaklıklarımızı geliştirmeliyiz” sözlerinden de anlamamız gereken: güvenlik, savunma sanayii ve ekonomi. Yani bu teklif, AB üyeliğinin alternatifi değil, belirli alanlarda yakın işbirliğine dayalı, pragmatik bir ortaklık modeli.

Merz’in stratejisi, CDU’nun klasik çizgisiyle uyumlu biçimde, Türkiye’ye tam üyelik kapısı açmadan ama onu Batı ekseninde tutacak bir komşuluk politikası kurmak üzerine kurulu. Göç baskısını azaltmak, enerji tedarikini çeşitlendirmek ve Avrupa güvenliğinde Türkiye’yi yanına çekmek istiyor. Erdoğan cephesinde ise bu yeni format, içeride “Batı’yla bağ kopmadı” mesajını vermek ve dışarıda “jeopolitik değerimizi pazarlık gücüne çevirmek” için işlevsel bir araç. Merz “biz işbirliğine açığız, ama reform ve demokrasi adımlarını sizin atmanız gerekiyor” deyip topu Türkiye’ye atarken; Erdoğan da topu doğrudan taca yolladı. Yeni tur ilişkileri içinde demokrasi içeren bir “AB’ye dönüş” projesi olarak değil, iş yapacağı “stratejik masa” olarak okudu.

Ziyaretten somut bir anlaşma çıktığını söyleyemeyiz ama yeni bir diyalog formatı doğdu. Dışişleri bakanlıkları arasındaki “stratejik diyalog” mekanizması yeniden başlatılacak, yüksek düzeyli ekonomi forumu yeniden toplanacak ve göç ile güvenlik konularında teknik görüşmeler sıklaştırılacak. Ancak AB üyelik süreci hâlâ kapalı dosya. Merz’in “AB’ye giden yol Kopenhag kriterlerinden geçer” sözleri, bunun altını net biçimde çizdi. İki tarafın da zaten bu konuda adım atmaya hevesi yok, ancak                 reel politik gereği ilişkiler gündelik sorunların çözümü için derinleşecek.

Anlaşıldığı kadarıyla “stratejik ortaklık” ifadesi sıcak bir diplomatik söylem olarak yankı bulsa da içeriği oldukça rasyonel ve sınırları belli. Almanya için Türkiye, Avrupa güvenliği ve göç yönetiminde vazgeçilmez bir ortak; ancak demokrasi ve hukukun üstünlüğü kriterleri yerine getirilmeden, “üye” değil “ortak” kalmaya mahkûm. Erdoğan içinse bu durum, AB’den dışlanmış bir ülke görüntüsü yerine, “eşit şartlarda masada oturan bölgesel güç” algısı yaratmak açısından değerli. Kısacası, Merz–Erdoğan buluşması bir bahar havası yaratmadı ama çıkar odaklı, temkinli bir normalleşme sürecinin başladığını söyleyebiliriz.

Terörsüz Türkiye projesinde tüm oklar 2026’da yeni Anayasa projesine işaret ediyor

Mehmet Uçum’un son pazar günü açıklaması, “Terörsüz Türkiye” sürecinin artık sadece güvenlik ekseninde değil, politik bir “geçiş süreci” haline dönüştürülmek istendiğini gösteriyor. Uçum, TBMM’deki “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun, dinleme faaliyetini tamamlamadan önce Öcalan’ı İmralı’da dinlemesinin beklendiğini açıkça söyledi. Bu cümle, devletin sürecin geldiği noktayı anlatan ve bu aşamadan sonra yeni bir platformda ilerletilmesi planlanan sürecinen net göstergelerden biri.

Samimi biçimde söylemek gerekirse, Uçum’un çıkışı “çözüm süreci” ifadesi kullanılmadan, aslında o dönemin yeni bir versiyonunun gündeme alındığını ima ediyor. Ancak bu kez “barış süreci” değil, “terörsüz Türkiye” gibi daha kontrollü, devlet merkezli bir isimle yürütülüyor. Bu, Erdoğan’ın artık çözümü “karşılıklı taviz süreci” değil, devletin inisiyatifiyle yürüyen bir yeniden yapılanma olarak tarif etmek istediğini gösteriyor.

Uçum’un sözleri, Erdoğan’ın İmralı heyetiyle yeniden görüşme yaptığını vurguladığı ve “olumlu, umut verici bir görüşme” dediği açıklamayla birleşince, sürecin “artık sona yaklaştığı” mesajı veriliyor. Yani devlet, bir yandan “PKK silah bıraktı, güvenlik riski azaldı” noktasına gelirken, diğer yandan “siyasi ve hukuki yeniden yapılanma” aşamasına geçileceğini söylüyor. Uçum’un “Terörsüz Türkiye bir sonuç değil, başlangıçtır” sözü aslında bu niyetin özeti.

Uçum’un açıklamaları okuduğunda iki şey netleşiyor:

  1. Erdoğan’ın yeniden seçilme hakkı tartışmasıyla “yeni anayasa” hedefi iç içe geçmiş durumda. Erdoğan hem bu yeni anayasa sürecini kendi siyasi geleceği açısından bir “meşruiyet zemini” olarak kullanmak istiyor, hem de Kürt seçmenle yeniden bir diyalog alanı kurmak için uygun bir çerçeve yaratıyor. Yeni anayasa tartışmasının “demokrasiyi geliştirme raporu”yla aynı anda gündeme gelmesi de tesadüf değil; bu, “anayasa üzerinden demokratik açılım” formülünün hazırlığı gibi görünüyor.
  2. Yeni Anayasa Komisyon Raporu’ndan başlayacak. DEM Parti’nin aylardır dile getirdiği beklenti “PKK silah bıraktıysa demokratik adımlar atılmalı” henüz karşılık bulmadı. Uçum’un açıklamalarında bunun doğrudan cevabı yok, ama “TBMM Komisyonu’nun demokrasiyi güçlendirme raporu yazmaması eksiklik olur” demesi, bu demokratik adımların komisyon raporları üzerinden, yani anayasa ve hukuk reformu sürecine taşınacağı anlamına geliyor. Yani açık bir siyasi müzakere değil, kurumsal raporlarla ilerleyen bir meşrulaştırma süreci işletilmesi planda.

Özetle Uçum’un açıklaması, “çözüm süreci bitti” değil, “farklı biçimde yeniden başlıyor” mesajını netleştirmek ve gündeme taşımak amaçlı. Ancak bu kez Erdoğan, 2013’teki gibi siyasal risk alarak değil, kurumsal zeminler ve kendi kontrolündeki bir “hukuk-anayasa” çerçevesi üzerinden ilerlemeyi tercih ediyor. Bu modelin içinde Kürt siyasetinin demokratik taleplerine bir alan açılabilir, ama o alan Erdoğan’ın yeniden seçilme hesabıyla doğrudan bağlantılı.

Dolayısıyla “Terörsüz Türkiye” Erdoğan için yeni bir anayasa sürecini kendi liderliğinde başlatmanın aracı haline gelmiş durumda. DEM Parti’nin beklediği demokratik adımlar bu yıl bitmeden gelmezse, bu açılımlar muhtemelen 2026’da “Yeni Anayasa” başlığı altında, Erdoğan’ın üçüncü dönem tartışmalarıyla eşzamanlı bir pazarlık olarak yeniden gündeme taşınacak.

Uçum’un “yeni aşamadayız” dediği şey bir barışın ilanı değil, kontrollü bir siyasi mimarinin zemin hazırlığı. Bu zeminde hem Erdoğan’ın yeniden seçilmesi hem de Kürt meselesinin “yeni anayasa” üzerinden yumuşatılması aynı stratejinin iki ayağı haline gelecek gibi görünüyor.

CHP’li Komisyon üyesi MV Bayhan’ın aşağıdaki sözleri de tıkanmanın tescili niteliğinde. DEM Parti Anayasa değişikliği pazarlıklarına girmezse isteklerini alamaz hale getirilerek bir anlamda köşeye sıkıştırılmış durumda. Öcalan’ın sürecin bu aşamaya evrilmesine razı olduğunu düşünmek için de Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” sözlerini eleştirisini hatırlamak yeterli. Bu da bizi yeniden tıkanmanın neden yeni Anayasa ile aşılmasının planlandığı tezimize getiriyor.

AKP içinde taht oyunları ve MHP’nin geleceği tartışmaları

Uzun zamandır siyaset kulislerinde konuşulanı gazeteci Serdar Akınan birtakım iddialar eşliğinde afişe etti: Beştepe’den karar netleşti, Erdoğan sonrası için aday Bilal Erdoğan.

Baba Erdoğan ve /veya oğul Erdoğan’ın ardı ardına gireceği seçimlerde kazanmaları için İmamoğlu başta olmak üzere olası rakip adayların “temizlendiği” de uzun süredir konuşulan “komplo teorileri” arasında.

Kulislerde diğer çokça konuşulan konulardan bir tanesi de Bahçeli’nin tavrı. 29 Ekim’de Erdoğan’ın yanında yer almayan Bahçeli hediye yollasa da çıkan dedikodulardan kurtulmayı başaramadı. Bahçeli otoriter bir rejime karşı olmamakla birlikte, Cumhur İttifakı içinde kendisinin yaşamsal desteğine gerek kalmayacağı endişeyle bu rejimin “aile merkezli” kurulmasına karşı.  Bahçeli’nin gönlü Azerbaycan tipi değil Rusya tipi bürokratik bir otoriter rejimden yana.

Kıbrıs konusu da Bahçeli-Erdoğan arasını açan bir ayrı konu. Ada’daki seçimde muhalefet liderinin kazanması ile iki devletli çözüm fikrine de basarak seçimlerin tanınmamasını ve KKTC’nin Türkiye’ye bağlanmasının öneren Bahçeli Erdoğan’dan bir yanıt alamadı. Şimdi bir de muhafazakar Washington Examiner dergisine göre Trump Erdoğan’a bir Kıbrıs planı sunma aşamasında. Makaleye göre Trump yönetimi Ankara’ya Türk askerinin adadan çekilmesi şartıyla “BM’nin yıllardır teklif edemediği bir paket” sunacak. Paketin kapsamında “artırılmış savunma işbirliği, Avrupa destekli enerji anlaşmaları ve ticaret kolaylıkları” yer alacak.

Son günlerde eski ortağı CHP’ye açık eleştirilerle dikkat çeken, 29 Ekim resepsiyonunda Şimşek ile görüntü veren Babacan da Milet İttifakı içinde aldığı MV’leri ile MHP’nin yerini almaya aday yine komplo teorilerine göre. DEVA’nın 8 ve MHP’nin 47 milletvekili sahibi oluşları bu iddiaları baştan çürütse de Babacan’ın değişikliği ve sosyal medya ekibi üzerinden sesinin nasıl arttığı dikkatlerden kaçacak gibi değil.

Bir diğer senaryo da tüm bu gelişmeler paralelinde CHP-İYİP ve MHP Meclis’te yeni bir ittifak kurarak AKP ve bileşenlerine karşı blok oluşturacakları şeklinde.

Her biri deli saçması da denebilecek bu senaryoların bolluğu siyasette taşların nasıl yerinden oynamakta olduğunu yansıtması açısından önemli. 2026 ufkunda beliren yeni Anayasa ile birlikte siyaseti çok sancılı günlerin beklediğini söyleyerek tüm bu senaryoların nereye doğru şekilleneceğini izlemeye devam edeceğiz.

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler