Genel
Uzmanlar uyardı: Gelecek kaygısı doğurganlığı vuruyor!
Ekonomik belirsizlik, ataerkil yapılar ve kadınların eğitim-işgücü süreci Türkiye’de doğurganlık hızını tarihi dip seviyeye çekti. Uzmanlara göre düşüşün sebebi kadınların çalışması değil, sistematik güvencesizlik ve gelecek korkusu.

TÜİK’in 2024 yılı verilerine göre Türkiye’de toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 iken, 2024’te 1,48’e kadar gerileyerek nüfusun yenilenme eşiği olan 2,1’in çok altına düştü. Uzmanlara göre bu gerilemenin ardında kadınların işgücüne katılımı değil; ekonomik belirsizlik, sosyal eşitsizlikler ve gelecek kaygısı yatıyor.
Greenwich Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Oyvat, doğurganlık hızındaki düşüşün, bazı kesimlerce kadınların iş yaşamına katılımıyla ilişkilendirilmesini bilimsel temelden yoksun buluyor. Oyvat, “OECD ülkelerinde kadınların işgücüne katılımı ile doğurganlık hızı arasında pozitif bir korelasyon var. Yani kadınlar çalıştıkça doğum oranı düşmüyor” dedi.
Oyvat’a göre Türkiye, kadınların işgücüne en az katıldığı ülkeler arasında olmasına rağmen doğurganlık oranı dramatik biçimde düşüyor. “İran, Hindistan, Tunus ve Nepal gibi ülkelerde de benzer düşüşler yaşanıyor. Sorunun temelinde ekonomik güvencesizlik ve kent yaşamının getirdiği maliyetler yatıyor” diye ekledi.
Eğitim Düşmanlığı Çözüm Değil
Oyvat ayrıca, kadınların eğitim süresiyle doğurganlık arasındaki ilişkiyi de değerlendirdi:
“Kadınların eğitimden uzaklaştırılması, ne kalkınma vizyonuna ne de ekonomik gelişmişliğe katkı sağlar. Türkiye kadınların işgücüne katılımını artırarak hem sosyal adaleti sağlayabilir hem de demografik istikrarı yeniden yakalayabilir.”
Çoklu Kriz ve Gelecek Kaygısı Etkili
Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Başkanı Ayşe Kaşıkırık da doğurganlık düşüşünü çok yönlü bir kriz sürecine bağlıyor. “Enflasyon, ekonomik darboğaz, belirsizlik… Bunlar insanların gelecek planlarını etkiliyor. Ayrıca kız çocuklarının eğitime erişimi, erken evlilik gibi sosyokültürel faktörler de doğrudan etkili” diyor.
Kaşıkırık’a göre, “Refah seviyesi ve toplumsal eşitlik arttıkça doğurganlık politikasına ihtiyaç kalmaz. Örneğin Kuzey Avrupa ülkeleri, kadını destekleyen sosyal politikalarla bu süreci yönetiyor. Bizde ise kadının hayatı hâlâ kontrol altında tutulmaya çalışılıyor.”