Güldem Atabay
Güldem Atabay yazdı: Suriye-ABD-Ankara Üçgeninde Kürt Sorunu
Suriye'ye yaptırımların kalkması Türkiye için büyük bir fırsat, fakat Ankara Suriye Kürtleri konusunda istediğini elde edemeyecek. Bu üçgende Barış Süreci ilerleyebilir mi?
Geçici Suriye yönetiminin Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, bu hafta Beyaz Saray’da Trump tarafından ağırlanacak. Dün basına verilen el-Şara’nın ABD’li üst düzey askerlerle basketbol oynarken ki görüntüleri yeni dönemin kodlarını da aslında ilan ediyor. Keza ziyaret hem Suriye’deki iç savaşın ardından oluşan yeni dönemin, hem de ABD’nin bölgedeki öncelik değişiminin sembolü. Son on yılın Orta Doğu denkleminde yeni bir sayfa.
Washington, uzun süre “rejim değişikliği” hedefiyle Esad’ı tecrit etmişti. Şimdi ise Suriye’yi yeniden yanına çekmeye, hatta IŞİD’le mücadele koalisyonuna resmen entegre etmeye hazırlanıyor. Bu dönüşüm, hem ABD’nin bölgeye bakışındaki “gerçekçilik” vurgusunu güçlendiriyor, hem de Suriye’de iç dengeleri sarsıyor.
Şara’nın Washington’a inişiyle neredeyse eş zamanlı olarak, Şam yönetimi ülke genelinde IŞİD’e karşı geniş kapsamlı operasyonlar başlattı. Bu operasyonlar bir güvenlik gerekliliği kadar, diplomatik bir jest niteliğinde. 60’tan fazla noktaya yapılan baskınlar ve 70’i aşkın gözaltı, Şara’nın ABD’ye “biz artık aynı tehditlere karşıyız” mesajı vermesini sağladı. Bu mesaj, Washington’daki görüşmede Suriye’nin resmen IŞİD karşıtı koalisyona katılmasıyla tamamlanacak.
Trump cephesinde bu ziyaret, iç politikada “dış politika başarısı” olarak parlatılacak. Özellikle İran’la gerilimin sürdüğü, Rusya’nın sahada yeniden etkinleştiği bir dönemde, Washington’ın eski bir düşmanını yanına çekmesi stratejik bir hamle olarak sunulacak. Bu zemini, Şara ve İçişleri Bakanı Hattab’a yönelik yaptırımların kaldırılmasını öngören ve geçen hafta BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen karar hazırladı. Böylece ABD, “terör listesinde yer alan bir liderle masaya oturuyor” görüntüsünden sıyrıldı.
Trump’ın bu hamlesinin ardında Türkiye’nin de dolaylı katkısı olduğu konuşuluyor. Ankara, Esad sonrası dönemde Şara’nın meşruiyet kazanmasını başından beri desteklemişti. Bu sayede Beyaz Saray’daki görüşme, Trump açısından hem diplomatik bir başarı hem de Erdoğan’la kurduğu bölgesel işbirliği hattının yeni halkası olarak değerlendiriliyor.
Şara açısından bu görüşme hayati ve belki de Esad sonrası dönemin gerçek başlangıcı olarak okunabilir. Suriye artık yalnız değil ama istikrarlı da değil. Ülkenin kuzeyi Türkiye, güneyi İsrail, sahili Rusya, doğusu ABD etkisi altında. Şara bu karmaşık coğrafyada “herkesle konuşabilen lider” olma iddiasında. Ancak hem ABD’ye hem Rusya’ya aynı anda yakın durmak uzun vadede sürdürülebilir bir denge değil. Yine de ülkesinde ekonomik çöküş ve dağınık güvenlik ortamı sürerken, dışarıda tanınmak onun en büyük meşruiyet kaynağı. Beyaz Saray fotoğrafı, Suriye’ye uluslararası arenada “geri dönüş bileti” sunabilecek önemde. Yaptırımların kaldırılması, finans sistemine yeniden erişim ve yeniden inşa sürecine yatırım akışı gibi somut hedefler bu ziyaretin perde arkasında duruyor.
Fakat yeni yakınlaşmanın bölgesel etkisi en çok Ankara’da hissediliyor. Hakan Fidan’ın, Şara–Trump görüşmesiyle aynı gün Washington’a gitmesi tesadüf değil. Türkiye, Şara’nın ABD ile kuracağı yeni ilişkinin, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlere anayasal statü kazandırmasından endişeli. Ankara, Şara’nın SDG ile dolaylı diyalog kanallarını açık bırakabileceğini ciddi bir ulusal güvenlik riski olarak görüyor.
Fidan’ın ziyareti bu nedenle bir “ön alma” çabası. Türkiye, Şara’nın Batı ile yakınlaşmasını reddetmiyor; ancak bu yakınlaşmanın kendi çıkarlarını zedeleyecek bir noktaya evrilmemesini istiyor. Ankara’nın mesajı net: “Suriye’nin yeniden inşasına tamam, ama siyasi zeminde Kürtlere statüye hayır.” Bununla birlikte Ankara, Suriye’ye yönelik yaptırımların kalkmasının ekonomik fırsatlarını da göz ardı etmiyor. Yeniden inşa sürecinde Türk şirketlerinin rol alması beklentisi güçlü.
Şara’nın ziyareti, sadece ABD–Suriye hattını değil, Ankara’nın son dönemde şekillendirdiği “Terörsüz Türkiye” vizyonunu da etkiliyor. Bu proje, Suriye ve Irak’ta terör tehdidini sıfırlamak, sınır ötesinde kalıcı güvenlik hatları kurmak ve bu düzeni uluslararası meşruiyete oturtmak hedefiyle kurgulanmıştı. Ancak ABD’nin Şara’ya kapı açması, bu denkleme yeni bir aktör soktu. Artık Washington, sahada sadece SDG’yi değil, Şara yönetimini de muhatap alıyor. Bu durum, Türkiye’nin tek merkezden kontrol ettiği güvenlik stratejisini zorluyor.
“Terörsüz Türkiye Projesi”nin tıkanması da tam burada görünür hale geliyor. Ankara, güvenliği uzun süre askeri kontrol ve diplomatik tecrit üzerinden kurmaya çalıştı. Oysa ABD ve Avrupa, artık Suriye’de güvenliğin “diplomatik yeniden entegrasyonla” sağlanabileceğine inanıyor. Bu, Türkiye’nin yaklaşımını yeniden tanımlamasını zorunlu kılıyor.
Dolayısıyla Şara’nın Beyaz Saray ziyareti, Suriye’nin uluslararası meşruiyet arayışındaki bir dönüm noktası olduğu kadar, Türkiye’nin güvenlik merkezli dış politikasının sınırlarını da gösteriyor. Eğer “Terörsüz Türkiye” hedefi bu yeni dönemde ayakta kalacaksa, askeri reflekslerin yanına diplomatik esneklik, demokratik adımların da eklenmesi kaçınılmaz. Çünkü Şara’nın Washington’da attığı her adım, Türkiye’nin güney sınırında yeni bir siyasal denge kuruyor. Ve o dengeye hazırlıksız yakalanmak, Ankara açısından yalnızca güvenlik değil, bölgesel nüfuz kaybı anlamına gelebilir.
AİHM kararlarından öteye bugünkü “yargı devleti” Türkiye’sinde Demirtaş ve Yüksekdağ’ın tahliyeleri olasılığı da işte bu arka planda şekilleniyor.
