Ekonomi
Güldem Atabay: Sanayide teknoloji odaklı kalkınma hamlesi konuşma zamanı…
Son bir haftada açıklanan makroekonomik veriler bize uygulanan programın etkileri, yarattığı maliyet ve başarısı hakkında daha net bir resim sunuyor.

Son bir haftada açıklanan makroekonomik veriler bize uygulanan programın etkileri, yarattığı maliyet ve başarısı hakkında daha net bir resim sunuyor.
Türkiye ekonomisinde çeyrekten çeyreğe büyüme 2024’ün son üç ayında %1,7 iken 2025 ilk çeyrekte belirgin şekilde yavaşlayarak %1,0’e geriledi. Önceki çeyreğe göre tarım sektöründeki %2,8 daralma, imalat sanayiindeki zayıf %0,1 büyüme Şimşek programının reel sektöre etkileri açısından ayna tutucu. Diğer yandan önceki çeyreğe göre inşaatın %2,2 büyümesi ve hizmetlerin %0,8 artması da kaynak kullanım alanlarını yansıtıyor.
Geniş tanımlı işsizlik nisan ayında önceki seviyesi %28,8’den %32,2’ye çıktı. Neredeyse her üç kişiden birinin işsiz, iş bulmaktan ümitsiz kenara çekilmesi anlamına geliyor. Çalışabilir nüfustaki aylık artışa rağmen (+43bin) hem işgücünün (-114bin) hem de istihdamın (-316bin) azalması manşet işsizlik oranını da %8,0’den %8,6’ya fırlamış görünüyor.
14 aydır daralma bölgesinde seyreden imalat sanayi PMI endeksi mayıs ayında 47,2’ye inerek küçülme eğilimini sertleştirdi.
Tüm bu rakamların anlattığı gerçek, Şimşek politikaları eşliğinde enflasyondaki yavaş ve sınırlı düşüşün, emekçi kesimler ve sanayi sektörü üzerindeki baskıyı giderek artırdığı. Buna karşın kamu, inşaat ve finans sektörleri bu bedeli eşit biçimde paylaşmıyor.
2023’ten bu yana uygulanan faiz artışları ve kredi kısıtlamalarıyla iç talep daraltılmakta, Türk Lirası’na reel değer kazandırılarak enflasyonun bu yolla baskılanması hedefleniyor. Ancak neredeyse iki yıla yayılan bu süreçte, kamu harcamalarının verimliliğini artırmaya dönük ciddi bir adım atılmadı.
Bu program çerçevesinde, normal şartlarda büyümenin itici gücü olması gereken sanayinin GSYH içindeki payı 2023’ün ilk çeyreğinde %25,3 iken, 2025’in ilk çeyreğinde %19,2’ye kadar geriledi. Aynı dönemde tarımın payı %2,6’dan %2,2’ye düşerken, inşaatın payı %5,4’ten %6,2’ye yükseldi. Kamu harcamalarının payı da %13,6’dan %15,5’e yükseldi.
Birçok iktisatçının yerinde tespitiyle, Türkiye ekonomisi bugün “yağ değil, kas eriterek” zayıflayan sağlıksız bir sürecin içine sürüklenmiş durumda. Oysa istikrar programlarının asıl amacı, üretimi artırarak halkın refahını kalıcı biçimde yükseltmek olmalı. Ancak mevcut durumda, Mehmet Şimşek’in finansal piyasa odaklı programı bu temel hedefi ıskalayarak ağır toplumsal ve ekonomik maliyetler yaratıyor.
Son dönemde başta büyük sanayi ve ticaret odaları olmak üzere reel sektörden gelen uyarılar ve şikâyetler, bu “kas kaybı”na dair ciddi bir tepkiyi yansıtıyor. Cari değeri 1,4 trilyon dolara ulaşan Türkiye ekonomisine karşılık, yalnızca 30 milyar TL’lik Kredi Garanti Fonu desteği ilanı eleştirileri dindirmeye yetmeyince, Sanayi ve Teknoloji Bakanı da kamuoyunun karşısına büyük isimli bir “Türkiye Yüzyılı Kalkınma Hamlesi” ile çıktı.
Ancak bu “hamle”, küresel ticaretteki kalıcı bölünmeler, yapay zekânın doğurduğu riskler ve fırsatlar ile iklim krizinin çerçevesi içinde Türkiye reel sektörünün nasıl dönüşeceğine dair hiçbir somut çözüm sunmuyor. İstihdamın nasıl korunacağı, çalışana nasıl beceri ekleneceği ya da üretimin değer yaratarak nasıl sürdürülebilir kılınacağı konularında elle tutulur bir yaklaşım yok. Söz konusu öneri, ciddiyetten uzak bir şekilde yalnızca ucuz kredi vaadinin ötesine geçemiyor.
Oysa Türkiye’nin gerçek bir ekonomik sıçrama yapabilmesi için, sanayi odaklı bir kalkınma hamlesinin dar ve vizyonsuz “ucuz kredi” anlayışından kurtulması şart. Bu hamle, teknoloji ve dijitalleşme merkezli yeni bir sanayi politikası olarak kurgulanmalı. Sadece makroekonomik istikrar önlemleriyle yetinilmemeli; bunun ötesinde beşerî sermayeye yatırım yapılmalı, her çocuğun erişebileceği kaliteli kamu eğitimi sağlanmalı, hukukun üstünlüğü tesis edilmeli. Ayrıca, hedef/ürün/değer zinciri/lojistik odaklı çağdaş bir teşvik sistemi kurulmalı. Bütün bu yapı, iklim yasası çerçevesinde teknoloji odaklı sanayi odaklı kalkınmayı, refahın yeniden paylaşımını destekleyecek şekilde tasarlanmalı.
Sadece 19 Mart’tan bu yana yaşananlara değil, 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçişten beri her alanda sürekli aşınan kurumsal kapasiteye bakıldığında bile, insan hayatına doğrudan dokunacak bu gerekli dönüşümün mevcut iktidar kadroları eliyle gerçekleşmesinin imkânsız olduğu açıkça görülüyor.
Kaynak: BirGün Gazetesi
Atilla Yeşilada ve Güldem Atabay tarafından kaleme alınan özel raporlarımıza abone olmak ister misiniz? Abonelik ücretlidir. Koşulları öğrenmek için bize e-mail atın: [email protected]