Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

İsrail’in İran’a Yönelik Saldırıları Yeni Güç Dengesini Gözler Önüne Seriyor

Ortadoğu’da artan askeri tansiyon, ABD’nin bölgeden kademeli olarak çekilmesiyle birlikte yeni bir güç dengesi doğurdu. İsrail’in İran’a yönelik son saldırısı,…

İsrail’in İran’a Yönelik Saldırıları Yeni Güç Dengesini Gözler Önüne Seriyor

Ortadoğu’da artan askeri tansiyon, ABD’nin bölgeden kademeli olarak çekilmesiyle birlikte yeni bir güç dengesi doğurdu. İsrail’in İran’a yönelik son saldırısı, bölge ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını artık kendi başlarına karşılama kararlılığını simgeliyor. Eski MI6 Başkanı ve Birleşmiş Milletler’de Birleşik Krallık Büyükelçisi olarak görev yapmış bir diplomatik kaynak tarafından yapılan değerlendirmelere göre, İsrail bu saldırıyla hem istihbari kabiliyetlerini hem de operasyonel kapasitesini sergilemiş durumda.

İranlı üst düzey komutanların, evlerinde insansız hava araçlarıyla hedef alınarak etkisiz hale getirilmesi, İsrail’in İran’ın iç bölgelerine sızabilme kabiliyetini de ortaya koymuştur. Bu yöntem, Ukrayna’nın Rusya toprakları içinde gerçekleştirdiği sabotaj operasyonlarını anımsatmaktadır. Saldırıların ardından İran’ın nükleer programında ne ölçüde bir gerileme yaşandığı henüz netleşmemiş olsa da, İsrail’in “çim biçme” stratejisini –yani periyodik askeri müdahalelerle İran’ın nükleer kapasitesini baskılama yaklaşımını– sürdürmeye devam edeceği düşünülmektedir.

Saldırıların henüz sona ermediği ve eğer İran’a ait enerji altyapıları hedef alınırsa, Basra Körfezi’ndeki petrol akışı başta olmak üzere çok daha geniş çaplı misillemelerin gündeme gelebileceği belirtilmektedir. Ancak şu ana kadar gelinen noktada, İsrail’in operasyonel hedeflerine ulaşmakta olduğu anlaşılmaktadır.

İran İçin Büyüyen Bedel: Stratejik Yalnızlık ve İçsel Baskılar

İran’ın mevcut duruma düşmesinde, rejimin izlediği politikaların belirleyici olduğu değerlendirilmektedir. Askeri amaç dışında yorumlanamayacak bir nükleer programda ısrar edilmesi, bölge genelinde milis gruplara silah ve finansman sağlanması ve bu gruplar üzerindeki kontrol eksikliği, Tahran’ı kırılgan hale getirmiştir. 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e yönelik gerçekleştirilen saldırının, İran’ın doğrudan çıkarlarına zarar verdiği düşünülmektedir.

İçeride ise ülkenin genç, eğitimli ve girişimci nüfusu, rejimin neden olduğu ekonomik ve sosyal geri kalmışlıktan giderek daha fazla rahatsızlık duymaktadır. İran İslam Devrimi’nin kırk yılı aşkın süredir devam eden etkileri, geniş halk kesimleri tarafından başarısızlık olarak yorumlanmaktadır.

Başbakan Binyamin Netanyahu’nun nihai hedefinin İran rejimini devirmek olduğu değerlendirilse de, dış müdahaleler genellikle halkın rejimin arkasında kenetlenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle İran’daki en gerçekçi rejim tehdidinin sokaklardan geldiği, dışarıdan gelen çağrıların ise ters tepebileceği öngörülmektedir.

İran rejiminin uluslararası destek açısından da sınırlı manevra alanı bulunmaktadır. 2015 yılında Suriye’de Esad rejimini kurtarmak için devreye giren Rusya’nın, Ukrayna’daki savaş nedeniyle bugün benzer bir müdahaleyi gerçekleştirme kapasitesine sahip olmadığı düşünülmektedir. Çin’in ise İran ile ticari ve teknolojik ilişkiler sürdürmesine karşın, güvenlik anlamında müdahil olma niyeti taşımadığı bilinmektedir.

Rejimin Çöküşü Durumunda Olası Senaryolar ve Bölgesel Etkiler

İran’da rejimin bir şekilde zayıflaması ya da çökmesi halinde, ortaya çıkacak tabloya dair ciddi belirsizlikler söz konusudur. Silahlı ve örgütlü bir muhalefetin bulunmaması, rejim sonrası dönemde askeri unsurların öne çıkma ihtimalini artırmaktadır. Bu tür bir senaryoda, İran’ın dış politikada daha az tehditkar ancak içeride daha otoriter bir çizgiye yönelmesi beklenebilir.

Daha karanlık bir senaryo ise ülkenin Libya, Suriye, Yemen veya Somali örneklerinde görüldüğü gibi parçalanmasıdır. İran’ın çok uluslu ve çok etnisiteli yapısı, bu ihtimali daha da güçlendirmektedir. Kürtler, Araplar, Beluçlar ve Azeriler gibi toplulukların kendi etnik kimlikleri etrafında yeniden örgütlenmesi durumunda, ülkenin büyük ölçekli bir dağılma sürecine sürüklenebileceği değerlendirilmektedir.

Son yirmi yılın tecrübesi, otoriter rejimlerin çöküşünün otomatik olarak demokratik ve istikrarlı bir yönetimle sonuçlanmadığını göstermektedir. Irak örneğinde dahi, Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından istikrarın sağlanması yaklaşık 20 yıl almıştır. İran’ın daha karmaşık etnik ve sosyal yapısı göz önüne alındığında, böyle bir sürecin çok daha yıkıcı olabileceği düşünülmektedir.

ABD’nin Bölgeden Çekilmesi ve Güç Boşluğunun Bölge Ülkelerince Doldurulması

İsrail’in saldırısı, aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu’daki rolü hakkında da önemli soruları beraberinde getirmektedir. Netanyahu ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki kişisel ilişkilerin mesafeli olduğu, Trump’ın diplomasi ve müzakere odaklı yaklaşımının Netanyahu tarafından dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.

Trump yönetimi, İran ile bir tür mutabakat arayışına girmiş olsa da, İsrail’in askeri müdahalesi bu süreci fiilen sekteye uğratmıştır. Tel Aviv yönetimi, olası bir “yarım yamalak” anlaşmanın yaratabileceği stratejik riskleri bertaraf etmek adına inisiyatifi doğrudan ele almıştır.

Bu durum Körfez ülkeleri tarafından da dikkatle izlenmektedir. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başta olmak üzere bölge liderlerinin Trump’la temaslarını sürdürdüğü, ancak bu temasların artık tam bir güven ilişkisine dayanmadığı belirtilmektedir. ABD’nin Çin’le yaşadığı jeopolitik gerilimlerin gölgesinde, Ortadoğu’daki ağırlığını daha da azaltması beklenmektedir.

Sonuç olarak, İsrail’in İran’a yönelik müdahalesi yalnızca iki ülke arasındaki gerilimi değil, bölgesel güvenlik mimarisinin dönüşümünü de gözler önüne sermektedir. ABD’nin çekilmekte olduğu sahada boşluğu artık bölge ülkeleri doldurmakta, bu yeni düzende her ülke kendi çıkarlarını korumak adına daha bağımsız ve cesur adımlar atmaktadır.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler