Dünya Ekonomisi
Birleşik Krallık’ta Bitmeyen Kriz: Siyasi İstikrarsızlık ve Ekonomik Sarsıntılar
Birleşik Krallık, son yıllarda siyasi ve ekonomik açıdan derin bir kriz sarmalına girmiş durumda. Son altı yılda beş farklı başbakanın…

Birleşik Krallık, son yıllarda siyasi ve ekonomik açıdan derin bir kriz sarmalına girmiş durumda. Son altı yılda beş farklı başbakanın görev yapması, ekonomik toparlanmanın bir türlü sağlanamaması, sağlık sistemindeki çöküş ve göçmen meselesinin giderek artan bir toplumsal gerilim kaynağına dönüşmesi bu krizin başlıca unsurları arasında yer alıyor. Tüm bu gelişmeler, merkez siyasete duyulan güvenin zayıflamasıyla birlikte sağ popülist hareketlerin güç kazanmasına zemin hazırlıyor.
Göçmen Meselesi ve Brexit’in Gölgesi
Birleşik Krallık’ın yönetilemez hale gelmesinde göçmen tartışmaları önemli bir rol oynuyor. 1990’ların sonlarında iş gücü ihtiyacını karşılamak için göç teşvik edilirken, 2000’li yıllarda artan mülteci akınları konunun yönünü değiştirdi. Net göç rakamlarının yıllık yüz binlerle ifade edilmeye başlaması, toplumda “kaldıramayacağımız bir yük” algısını doğurdu. Bu noktada göçmen karşıtı gruplar, kültürel kimliğin erozyona uğradığına dair söylemleri kamuoyuna taşıdı.
2004’te Avrupa Birliği’nin doğuya genişlemesiyle Polonya, Romanya ve Bulgaristan’dan yoğun göçler başladı. Muhafazakâr iktidarların vaatlerine rağmen net göç rakamları düşürülemedi. Zamanla göçmen meselesi doğrudan Avrupa Birliği ile ilişkilendirilerek “sınırlarımızı kontrol altına almak için Birlik’ten ayrılmalıyız” söylemi güç kazandı. Bu, Brexit sürecinin en önemli dayanak noktalarından biri haline geldi.
Brexit sonrasında ise beklentilerin tam tersi bir tablo ortaya çıktı. Avrupa Birliği ülkelerinden gelen göçmenler azaldı, ancak Asya ve Afrika’dan göçler arttı. Net göç rakamları rekor seviyelere ulaştı. Böylece göçmen karşıtlığının Brexit ile çözüleceği iddiası boşa çıkmış oldu. Aynı zamanda Birleşik Krallık’ın en nitelikli iş gücü başka ülkelere yönelirken, ülkeye daha düşük vasıflı işçiler gelmeye başladı.
Ekonomide Derinleşen Sorunlar
2008 küresel krizinden sonra ABD gibi merkez ülkeler toparlanmayı başarsa da Birleşik Krallık ekonomisi uzun süreli bir durgunluk içine girdi. Kemer sıkma politikaları hane halklarının alım gücünü düşürdü. Londra Borsası son on yılda düşük performans sergilerken, ABD piyasaları ile arasındaki fark giderek açıldı.
Bölgesel eşitsizlikler de sorunu büyütüyor. Londra kişi başına düşen gelir açısından ülke ortalamasının çok üzerinde seyrederken, eski sanayi şehirleri işsizlik ve yoksullukla mücadele ediyor. Gelir artışının sınırlı kalması, buna karşılık yaşam maliyetlerinin hızla yükselmesi, geniş kesimlerde fakirleşmeyi derinleştirdi. Kiraların ve mortgage faizlerinin artışıyla yeni neslin ev sahibi olma ihtimali neredeyse ortadan kalktı. Londra’da evsizlik oranları tehlikeli boyutlara ulaştı.
Yatırımların durağanlaşması ve verimlilik artışının sağlanamaması, ekonominin uzun vadeli büyüme potansiyelini kısıtlıyor. Üstelik iş gücünde ciddi bir açık yaşanıyor. Çalışmaya uygun olmadığını beyan eden milyonlarca kişinin sosyal yardımla sistemden kopması, işçi sıkıntısını kalıcı hale getiriyor. Bu boşluğu kapatmak için ise legal göç artmak zorunda kalıyor.
Sağlık Sistemi ve Kamu Hizmetlerinde Çöküş
Ulusal Sağlık Servisi (NHS), Birleşik Krallık’ın en büyük toplumsal sorunlarından biri haline gelmiş durumda. Yetersiz personel, kısıtlı kaynak ve artan talep nedeniyle milyonlarca kişi tedavi için aylarca beklemek zorunda kalıyor. On milyonlarca başvuru dosyası çözümsüz şekilde birikmiş durumda. Bu tablo, vatandaşların kamu hizmetlerine güvenini daha da azaltıyor.
Sağlık alanındaki sıkıntılar, polis ve eğitim gibi diğer kamu hizmetlerine de yansıyor. Kaynak yetersizliği nedeniyle suç oranlarında artış gözleniyor. Hırsızlık, kapkaç ve küçük çaplı suçlarda ciddi bir yükseliş söz konusu. Kamu hizmetlerinin bu ölçüde zayıflaması, toplumsal huzursuzluğu artırıyor.
Siyasi İstikrarsızlık ve Güven Erozyonu
Brexit süreci, siyasi liderlerin hızlı bir şekilde değişmesine neden oldu. David Cameron’ın istifasıyla başlayan süreçte Theresa May, Boris Johnson, Liz Truss ve Rishi Sunak kısa aralıklarla görev yaptı. Liz Truss’ın ekonomi politikalarının piyasalarda yarattığı çöküş, başbakanlık süresinin yalnızca 49 gün sürmesine yol açtı. Bu durum, hükümete ve parlamentoya olan güveni büyük ölçüde sarstı.
Merkez siyasete olan güven kaybı, seçimlere katılım oranının düşmesine yol açtı. Son seçimlerde katılım oranı %60’ın altına indi ve bu, ülke tarihindeki en düşük oranlardan biri oldu. Halkın yarısından fazlası, siyasetçilerin söylediklerine güvenmediğini dile getiriyor. Böyle bir ortamda sağ popülist Reform Partisi yükselişe geçerek anketlerde öne çıkmaya başladı.
Geleceğe Dair Belirsizlik
Birleşik Krallık’ın karşı karşıya olduğu sorunlar iç içe geçmiş durumda. Göçmen meselesi, iş gücü açığıyla doğrudan bağlantılı. Ekonomik durgunluk, kamu maliyesini zorlarken artan borç yükü borçlanma maliyetlerini yükseltiyor. Brexit sonrası ticaret engelleri, hem büyük hem de küçük ölçekli işletmelerin rekabet gücünü azaltıyor.
Bu tablo, siyasetin her kanadında çözüm üretmeyi zorlaştırıyor. Vergi tabanını genişletmek isteyen politikalar, zenginlerin ülkeyi terk etmesine yol açabiliyor. Sosyal harcamaları artırmak isteyen yaklaşımlar ise bütçe açığı nedeniyle uygulanamıyor. Böylece hem sağ hem de sol siyaset, krizlere kalıcı çözümler üretmekte zorlanıyor.