Sosyal Medya

Dünya Ekonomisi

Avrupa’nın En Sert İltica Yasası: Danimarka’nın Mülteci Gerçeği

Kaliteli yaşam denince akla gelen ilk ülkelerden biri olan Danimarka, son yıllarda bambaşka bir başlıkla gündemde: Avrupa’nın “en sert” iltica…

Avrupa’nın En Sert İltica Yasası: Danimarka’nın Mülteci Gerçeği

Kaliteli yaşam denince akla gelen ilk ülkelerden biri olan Danimarka, son yıllarda bambaşka bir başlıkla gündemde: Avrupa’nın “en sert” iltica ve göç politikalarından biri. Eğitim, sağlık, iş güvencesi ve yaşam memnuniyeti sıralamalarında zirvelere oynayan ülke, şimdi sığınma başvurularını tarihi düşük seviyelere indiren sert yaklaşımıyla tartışılıyor. Üstelik bu politikaları hayata geçirenler, klasik anlamda “sağ” değil, sosyal demokratlar.

Birleşik Krallık’ta muhalefetteki İşçi Partisi’nin de bakışlarını Danimarka’ya çevirmesi, bu modelin sınırları ve sonuçları üzerine yeni soruları beraberinde getiriyor.

Refah Cenneti, Sert Politika Paradoksu

Danimarka, kişi başına düşen gelirden eğitime, sağlıktan sosyal devlete kadar pek çok alanda dünyanın en iyi ülkeleri arasında. Sokakta rastgele konuşulsa, birçok Danimarkalı ülkesini “yaşanacak en iyi yer” diye tarif ediyor.

Ancak bu başarı hikâyesi, zamanla ülkeyi göçmenler için de cazibe merkezine dönüştürdü. Artan göç, bazı mahallelerde yoksulluk ve suç oranlarıyla birleşince, “entegrasyon sorunu” siyasetin merkezine yerleşti. Sonuçta, ülkenin genel refah algısıyla, göçmen politikalarında izlenen sert çizgi arasında çarpıcı bir tezat oluştu.

“Paralel Toplum” Yasaları: Yüzde 50 Eşik ve Zorla Dönüşüm

Danimarka’daki en tartışmalı uygulamalardan biri, “paralel toplum” olarak adlandırılan bölgelerle ilgili özel yasalar. Buna göre, belirli bir mahallede:

  • Suç oranı yüksekse,

  • Yoksulluk belirgin seviyedeyse,

  • Ve en tartışmalı kriter olarak, “Batı dışı ülkelerden gelen” göçmenlerin oranı yüzde 50’yi aşıyorsa

o bölgedeki binalar yıkılıp yeniden inşa edilebiliyor, sakinler başka yerlere taşınabiliyor. Resmî gerekçe, “entegrasyonu güçlendirmek” ve “paralel toplumların” oluşmasını engellemek.

Kopenhag’daki Mjølnerparken gibi bazı siteler bu yasaların doğrudan hedefi oldu. Kimileri için bu, güvenlik ve toplumsal uyum adına “zor ama gerekli” bir adım. Mahallede büyümüş pek çok kişi içinse “yıllardır yaşadıkları evden koparılma” hissi ve damgalanma anlamına geliyor.

Sammy’nin Hikâyesi: Mahallesinde Yabancılaşan Eski Sakin

Çocukluğundan beri aynı sitede yaşayan Sammy, bir kafede gönüllü çalışarak mahallesine katkı sunmaya çalışan gençlerden biri. Yıllardır Mjølnerparken’i “evi” olarak görmüş. Ancak bugün, kendini hem yeni gelenler hem de siyasetçiler tarafından “istenmeyen” gibi hissettiğini söylüyor.

Ülkede ırkçılığın var olduğunu bildiğini, ama bunun daha çok “eğitimsiz azınlıklarla” sınırlı olduğunu düşündüğünü anlatıyor. Asıl şoku, eğitimli, elit kesimden gelen söylemlerle yaşamış: “İnsanları göndermek isteyenin sadece marjinal gruplar değil, ‘elitler’ olduğunu görmek moral bozucu” diyor.

Sammy gibi gençler için mesele, sadece bir bina değişikliği değil; “İsteniyor muyuz, istenmiyor muyuz?” sorusuna verilen duygusal ve siyasi bir yanıt.

Avrupa Mahkemeleriyle Bilek Güreşi

“Paralel toplum” düzenlemeleri, yalnızca iç politikada değil, Avrupa düzeyinde de tartışma konusu. Yasalara karşı açılan davalar, Danimarka’nın uygulamalarının Avrupa hukukuna uygun olup olmadığını sorgulatıyor.

Bu süreç, ulusal egemenlik ile insan hakları standartları arasındaki klasik gerilimi yeniden sahneye çıkarıyor: Bir ülke, kendi göç ve entegrasyon politikasını dilediği kadar sertleştirebilir mi, yoksa uluslararası normlar bu “sertliğe” sınır koymalı mı?

Sosyal Demokratların Sağa Kayışı

En dikkat çekici noktalardan biri, bu yasaların ve genel sert göç politikasının sağ bir parti tarafından değil, merkez sol sosyal demokratlar tarafından yürütülüyor olması. Danimarka’nın sosyal demokratları, kendilerini tıpkı İngiltere’deki İşçi Partisi gibi “işçi sınıfının ve orta sınıfın partisi” olarak tanımlıyor.

Parti yöneticilerine göre, ülkenin dört bir yanındaki işçi mahalleleri, entegrasyon yükünü uzun süre tek başına taşıdı. Bu kesimlerin kaygılarını ciddiye almamak, aşırı sağ partilere alan açmak anlamına gelebilirdi. Bu nedenle, göç ve iltica konusunda daha sert bir çizgi izlediklerini açıkça savunuyorlar.

“Verileri Gizlemeyelim” Argümanı

Hükümet cephesi, etnik köken, gelir, suç oranı gibi başlıklarda “bazı verilerin konuşulmaması gerektiği” yönündeki eleştirilere de karşı. Tam tersine, farklı etnik gruplar arasındaki kişi başına gelir farklarının açıkça tartışılması gerektiğini savunuyorlar.

Resmî söyleme göre, bu veriler “sorunlu alanları göstermek” için gerekli. Eleştirmenlere göreyse, bu yaklaşım, bazı grupların “ekonomik yük” gibi etiketlenmesine ve toplumsal ayrışmanın derinleşmesine yol açabiliyor.

İlticada Geçici Güvence ve Zorlu Aile Birleşimi

Danimarka’da sığınma hakkı verilen kişiler, kalıcı bir güvenceye değil, “geçici” bir statüye sahip. Temel mantık şu: Kişi, ülkesindeki savaş ya da ağır kriz döneminde korunuyor, ancak memleketi “güvenli” ilan edildiğinde geri dönmesi bekleniyor.

Aile birleşiminde ise çok sıkı şartlar var. Danimarka’da yaşayan kişinin, en az üç yıl boyunca hiçbir sosyal yardım almamış olması gerekiyor. Bir yandan “göçmenlerin yardıma bağımlı olmaması gerektiği” vurgulanırken, diğer yandan bu koşullar ailelerin yeniden bir araya gelmesini zorlaştırıyor.

Sedra: Doktor, Mülteci ve “İki Yıllık” Hayat Planları

Ülkede yaşayan Suriyeli bir doktor olan Sedra, bu çelişkili durumu en net yaşayanlardan. Bir devlet hastanesinde görev yapıyor, topluma katkı sunuyor, hayat kurmuş durumda. Ancak hukuki statüsü geçici olduğu için, geleceğini hep iki yıllık periyotlar halinde planlamak zorunda kalıyor.

Sedra, aldığı fırsatlar için minnettar olduğunu söylüyor ama ekliyor: “Bir yandan size eğitim, iş imkânı veriyorlar; diğer yandan kendinizi burada istenmeyen, dışlanmış hissetmenize yol açan politikalar uyguluyorlar. Bu çelişki hem ülke için hem bizim için gereksiz bir stres kaynağı.”

Onun için mesele sadece oturum izni değil; “Bu ülkeye ait miyim, yoksa her an kapı dışarı edilebilecek geçici bir misafir miyim?” sorusu.

50 Yıl Sonra Bile “En İyi Yer” Diyen Göçmen

Bu sertleşen iklimde bile, Danimarka’yı hâlâ “çocuk büyütmek için en iyi yer” olarak tanımlayan göçmenler de var. Pakistan’dan 50 yıl önce gelen Mukta bunlardan biri. Beş çocuğunu burada büyütmüş, hâlâ bu ülkeyi savunuyor.

Sosyal demokratların bile göç konusunda sertleşmesini “siyasetin gerçeği” diye yorumluyor: “İnsanlar ne istiyorsa politikacılar ona göre davranmak zorunda. Yoksa oy kaybederler.” Onun gözünde bu, ülkenin temel düzeninden çok, “seçim matematiğinin” bir sonucu.

Sol Partilerin Çatlağı: Eski Siyasetçinin İsyanı

Danimarka’daki çok partili, koalisyonlu sistem, Türkiye ya da Birleşik Krallık’takinden farklı işliyor. Solun daha solunda yer alan “yeşil işçi” çizgisindeki partiler bile, hükümete girebilmek için göç konusunda taviz vermekle suçlanıyor.

Eskiden bu partilerden birinde siyaset yapan bazı isimler, göçmenlerle ilgili atılan imzalar nedeniyle partilerinden ayrılmış durumda. “Mülteci hakları pazarlık konusu yapılmamalıydı” diyen bu isimler, solun merkezle ittifak uğruna kendi ilkelerini aşındırdığını düşünüyor.

İngiltere İçin Model mi, Uyarı mı?

Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi, iktidara gelme ihtimali artarken göç politikasında daha sıkı bir çizgiye yönelme baskısı altında. Danimarka modeline bakıp “sert ama işe yarayan” bir yol haritası arayışında oldukları konuşuluyor.

Ancak iki ülkenin siyasi sistemi farklı: Danimarka’da çok partili ve koalisyonlu yapı, “sertleşen” merkez solu soldan dengeleyebiliyor ya da ona tepki üretmesine imkân tanıyor. Birleşik Krallık’ta ise çoğunluk sistemi, büyük partilerin içindeki gerilimleri daha keskin hale getirebilir.

İşçi Partisi, Danimarka’dan ilham alırken, aynı zamanda şu sorularla da yüzleşmek zorunda: Sertleşen iltica yasaları gerçekten toplumsal uyumu mu artırıyor, yoksa uzun vadede ayrışmayı ve güvensizliği mi besliyor? Göçmen kökenli, çalışan, vergi veren insanların kendini “kalıcı misafir” gibi hissetmesi, demokrasiye ve sosyal barışa nasıl yansır?

Sonuç: Sayılar mı, İnsan Hikâyeleri mi?

Danimarka örneği, sadece “başarılı entegrasyon” ya da “rekor düşük iltica sayıları” üzerinden okunabilecek kadar basit değil. Bir yanda istatistikler, oranlar, mahkeme kararları; diğer yanda Sammy’nin, Sedra’nın, Mukta’nın hikâyeleri var.

Siyasi partiler, anketlere ve oylara bakarak çizgilerini sertleştirirken, sokaktaki göçmen genç “Artık burada istenmiyor muyum?” diye soruyor. Hastanede nöbet tutan mülteci doktor, bir sonraki iki yılın sonunda valizini toplamaya hazır duruyor. Yarım asırdır bu ülkede yaşayan bir baba ise “Hâlâ burası çocuk büyütmek için en iyi yer” demeye devam ediyor.

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler