Sosyal Medya

Ekonomi

Doç Dr Evren Bolgün: İktisatçı Düzenlemelerin Düzensizliği

Bu başlığı tam 4 yıla yakın bir süre önce İstanbul’daki bir üniversitede gerçekleşen uluslararası konferans kapsamında yapmış olduğum sunum içerisindeki…

Doç Dr Evren Bolgün: İktisatçı Düzenlemelerin Düzensizliği

Bu başlığı tam 4 yıla yakın bir süre önce İstanbul’daki bir üniversitede gerçekleşen uluslararası konferans kapsamında yapmış olduğum sunum içerisindeki alt başlık ifadesi olarak kullanmıştım.  “Düzenlemelerin Düzensizliği” başlığının kapsamına sadece devlet yönetimindeki ciddiyetsizliklerin son yıllarda arşa ulaşması açısından yaklaşmamak gerekir. Devlet idaresinde kanunların, yönetmeliklerin, tebliğlerin, düzenlemelerin sık sık değişmesi sadece iş idaresindeki ciddiyetsizliklerin, kanun tanımamazlıkların, işe göre yasal düzenleme getirmelerin ve siyasi kayırmacılıkların önünün açılmasına imkan sağlamamakta diğer taraftan da zamanla iş ahlakının bozulması ile birlikte işini, hayatını dürüstçe yaşamakta olan iş insanları ve vatandaşlar ile diğer kesim arasındaki ahlaki erozyonun da derinleşmesine sebep olmaktadır.

Toplumda bu düzeyde bir derinleşmenin oluşmasının önüne geçebilmek adına filozoflar, entellektüel insanlar ahlak arayışını üzerine tarih boyunca ömürlerini tüketmişlerdir. Ahlak felsefesinde yüzyıllar öncesinden günümüzde değin “Din ve Toplumsal Sözleşme” çok önemli bir yer tutmaktadır. Jean Jacgues Rousseau tarafından yazılan “Toplum Sözleşmesi” başlıklı eser, ahlak felsefesinin önemli mihenk taşlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Din, ise bireyin hem vicdani hem de içinde yaşadığı toplumla olan ilişkilerini düzenleyen bir inanç sistemidir. Huzurlu, vicdanlı bir toplum inşa edebilmek için ise bir ahlak yasasına ihtiyaç vardır. Bu felsefeye göre toplumların ekonomik ve kültürel açıdan gelişmelerinin tek yolu ahlak yasasına tabi olmalarıdır. Aksi taktirde birçok toplumda görüldüğü gibi yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.

Konuya felsefi açıdan kısa bir yaklaşım getirdikten sonra sizlerle bu haftaki yazıma düzenlemelerin düzensizliği başlığını atmamdaki diğer bir nedeni açıklamak isterim. Daron Acemoğlu ve James A.Robinson 2019 yılında “The Narrow Corridor: States, Societies & Fate of Liberty” başlıklı Dünya çapında çok ses getiren Türkçe’ye de “Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği” başlığı altında çevrilen kitapta yer alan düşüncelerin Türkiye’nin özellikle 2018 yarısından itibaren Başkanlık sistemine geçtiğimizden itibaren bir bir olarak gerçekleşiyor olması gerçeğini tekrar sizlere hatırlatmaktır. Kitabın içerisinde yazarların ana hatlarıyla sordukları 3 temel soruyu önümüzdeki seçime kadar kendimize sormadığımız taktirde doğru yolu bulmakta oldukça zorlanacağımızı düşünüyorum.

Bazı toplumlar özgürken, diğerleri neden otoriter yönetimler altında veya anarşi içerisinde yaşadılar ve yaşıyorlar?”

Özgürlük Batı’ya özgü bir durum mu?”

Özgürlüğün ve Demokrasinin akıbeti ne olacak?”

 

Siyasal Sistemlere Göre Sayısal Dağılım

 

Yazarların kitap içerisinde ülkelerin tarihsel süreçleri bağlamında oldukça kapsamlı bir şekilde inceledikleri “Dar Koridor” içerisinden geçerek Demokrasiye, Özgürlüklere, Refaha erişebilmek çok kolay bir iş değildir. Son yıllarda ülke liderlerinin büyükçe bir bölümünün devletin gücünü arttırarak toplumun gücünü geriye çekmek suretiyle otoriter yönetim anlayışına doğru ilerlemekte olduklarını görmekteyiz. ABD ve İngiltere gibi ülkeler dar koridor içerisinden geçerek bu süreçte başarılı olurlarken, Çin gibi bir ülke devletin gücünü toplum üzerinde arttırmak suretiyle koridor dışından otokrasiye doğru ilerlemeyi tercih etmektedir.

 

Dar Koridor (1)

Kaynak: Dar Koridor, Daron Acemoğlu, James A.Robinson

 

2020 sonu itibarıyla Dünya’da 8 Milyara yakın insanın yaklaşık 1.08 Milyar kadarı liberal demokratik sistem altında yaşarlarken, 1.42 Milyara yakın insan ise, seçime dayalı demokratik sistem altında yönetilmektedir. Geri kalan yaklaşık 5.28 Milyar insan ise, seçime dayalı otoriter sistem ile kapalı otoriter sistem içerisinde yönetilmektedir. Sonuç olarak Dünya’da insanların sadece %28’i Demokrasi ile tanışık vaziyettedir. Özellikle 2008/2013 yılları arasında yaşanan ABD ve Avrupa’dan kaynaklanan finansal krizler Dünya’da ülkeler arasında adil bölüşüm problemleri, refah artışı kesintileri ve vahşi kapitalist sistemin arızalarının ortaya dökülmesi neticesinde popülist ve otoriter yönetim anlayışlarının hızla yaygınlaşmasına zemin hazırladığı kanaatindeyim.

Böylece düzenlemelerin düzensizliği kavramını incelemeye çalışırken, Türkiye’nin son 20 yıl içerisinde geçirmekte olduğu dönüşümü açıklamayabilmek için Dünya’daki gelişmeleri de sizlere kısaca aktarmaya çalıştım.

Türkiye’ye de geldiği konferansların bir tanesinde başbaşa görüşme imkanı bulduğum Prof.Dr.Daron Acemoğlunun çalışmalarından bir tanesinden alıntı yaparak konuya devam etmek istiyorum. Türkiye 2001 finansal krizi ile birlikte “Dar Koridora” girmek üzere kendine fırsat yaratmıştı. Türkiye öncesinde ordu ve bürokrasinin egemenliğindeki “Despotik Leviathan” ile yola çıkmıştı. Türkiye 2000-2001 ekonomik krizinden sonra, bir dizi gerçekleştirdiği reform sonucu hem ekonomisinin güçlü biçimde toparlanmasından hem de Avrupa Birliğine (AB) giriş sürecinin teşvik ettiği siyasi reformlardan oldukça yararlanmıştı. Bir süre sonra Türkiye koridora girebilecek gibi görünmüştü. Ancak böyle bir geçiş için gerekli siyasi irade ve uzlaşılar bir türlü AKP tarafından gerçekleşemedi. 2018 yılında ise, Başkanlık Sistemine geçilmesi ile birlikte Türkiye koridora girme fırsatını da kaçırmış oldu.

Son yıllarda yaşamakta olduğumuz “Düzenlemelerin Düzensizliği” başlığına çok uygun olan şu görseli de sizlerle paylaşmak isterim. Dünya Bankasının Türkiye’de her gün yayınlanan Resmi Gazete verileri üzerinden yola çıkarak yapmış olduğu bir araştırmaya göre, Türkiye’de iş dünyasını ilgilendiren yasa, kararname, yönetmelik, genelge, düzenleme gibi değişiklikler 2001 krizi öncesinde 100 adet/yıl altında iken, 2001 krizinden sonraki 2002-2010 yılları arasında ortalama 500 adet/yıl altında seyretmiştir. Ancak 2010 yılından itibaren gerçekleştirilen yasal değişikliklerin sayısı 2011-2019 yılları arasında 2000 adet/yıl üzerine çıkarken son yıllarda sayının 5000 adet/yıl sayısına doğru hızla yükselmekte olduğunu gözlemlemekteyiz.

Özellikle son 2 yıl içerisinde yaşadığımız ortak süreç akşamları 24:00 sonrasında Resmi Gazete’ye bakmadan yatmamak, sabah kalktığımızda basın-yayın organlarının Son Dakika haberlerine bir göz atmadan kahvaltıya başlamamak gibi sürreal bir yaşantı halini almış bulunmaktadır.

Doğal olarak yap-boz şeklinde özellikle iş dünyasını yakından ilgilendiren ve sık sık değişikliklere uğrayan bu tür kararlar ekonomide bir türlü tesis edilemeyen “Güven” duygusunu derinden zedelemektedir.

 

Türkiye’de Yasa, Yönetmelik, Genelge Değişiklikleri (yıllık)

Kaynak: Dünya Bankası , Resmi Gazete

 

Son yıllarda bu kadar sık gerçekleşen değişikliğin ardından özellikle bu hafta gelen değişikliklerden de kısaca bahsetmeden yazıyı tamamlamak olmazdı.

Döviz ile Ödeme Yasağı Geldi”

Hazine ve Maliye Bakanlığı, TL’nin kıymetini koruma kanunu kararı gereğince hazırlanan kambiyo mevzuatının temel amacına uygun olacak bir şekilde serbest piyasa koşulları çerçevesinde Türk Lirasının kullanımını önceliklendirmeye ve dolarizasyonla mücadeleye yönelik çalışmalar kapsamında; 19 Nisan 2022 tarihli ve 31814 sayılı Resmi Gazete’de Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ’de değişiklik yapılmasına dair tebliğ yayınladı. Türk Parası Kıymetini Koruma hakkında 32 sayılı karara ilişkin tebliğ’in “Döviz Cinsinden ve Dövize Endeksli Sözleşmeler” başlıklı 8. Maddesinin 9. Fıkrasının sonuna “Ancak sözleşme konusu ödeme yükümlülüklerinin Türk Parası cinsinden yerine getirilmesi ve kabul edilmesi zorunludur” cümlesi ilave edilmiş oldu.

Yapılan bu değişiklik neticesinde, menkul kıymet satış sözleşmelerinde sözleşme bedellerinin döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılmasına olanak tanıyan istisna, piyasanın işleyişini ve ticaretin devamlılığını aksatmamak amacıyla korunmuş oldu. Fakat bu sözleşmelerdeki ödeme yükümlülüklerinin Türk Parası cinsinden yerine getirilmesi ve kabul edilmesi zorunlu hale getirildi. (2)

Türk Parası Kıymetini Koruma Kararında Değişiklik

Kaynak: T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı

 

Nedim Türkmen’in yazısında da ifade ettiği biçimde bu hafta getirilen bu değişiklik ile iktidar TCMB’nın Swap yükümlülükleri düşüldüğünde eksi $53.8 Milyar düzeyinde bulunan net döviz rezerv pozisyonunu seçime kadar büyük bir döviz hareketi daha yaşamamak için bir an önce arttırma gayreti içerisindedir. Ancak ekonomi yönetimi züccaciye dükkanına giren fil gibi her tarafa saldırarak sürekli yeni bir karara imza atmaktadır. Bir önceki hafta malum Hazine ve Maliye Bakanımız Kur Korumalı Mevduat (KKM) büyüklüğüne ilişkin açıklamaları ile birlikte ihracatçıların ve turizm şirketlerinin döviz gelirlerinin %40’ının TCMB’na satılması zorunluluğu kararına imza atmıştı. Şirketlerin üretim maliyetlerini, işletme sermayesi finansmanlarını, nakit akışlarını sektörel ve ölçeksel farklılıklarını dikkate almadan bir sabah küt diyerek alınan bu kararlar neticesinde haliyle şirketlerin finansman yöneticileri de bankalar ile günlük sat/al kur pazarlıklarına girişmiş bulunmaktadır. Ancak bankalardaki döviz alım/satım farklarının %2 seviyelerine kadar çıkmış olması bu türdeki yasal değişikliklerin uzun vadede ters sonuçlar üreteceğine hep birlikte hazırlıklı olmamız gerektiği gerçeğini de bizlere gösterecektir.

Bu hafta içerisinde şirket sahipleri, yöneticileri, profesyonelleri ve tanıdıklarımdan bu değişiklik ile aldığım soru ve serzenişlere Nedim Bey’in yazısının en sonunda çok güzel bir cevap verdiğini görerek sizlerle paylaşmak isterim. Şöyle düşünelim: ticari faaliyetinizde alış ve satışlarınızı döviz cinsinden gerçekleştiriyor olsanız bile, ödeme yapmadan önce bankada ödeyeceğiniz dövize karşılık gelen Türk Lirasını bulundurmak zorundasınız. Ayrıca tahsilatı Türk Lirası yaptıktan sonra yurtdışına dövizle ödemeniz var ise, yine döviz almak zorundasınız. Bankalarda yapacağınız döviz alış ve satış işlemleri sırasında alış ve satış kuru arasındaki makasın açıklığı dikkate alındığında ilave bir maliyet ortaya çıkacağı da aşikardır. (minimum %2)

Her zaman söylediğim gibi vatandaşı olmasak Türkiye’yi dışarıdan seyretmek oldukça heyacan vericidir! Ancak vatandaşı olunca da geçen zaman içerisinde insanların kafalarını sağlam tutmaları her geçen yıl daha da zorlaşmaktadır.

Hafta içerisinde Sayın Cumhurbaşkanından YUVAM hesabı ile yeni bir açıklama daha geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Yurt Dışında Yerleşik Vatandaşlar Mevduat ve Katılım (YUVAM) hesabının “döviz cinsi yüzde 4 getiri garantisi” verdiğini söyledi.

Sayın Cumhurbaşkanı ve TCMB’nın YUVAM hesapları hakkında bilgilendirme kitapçığı içerisinde ifade edildiği şeklinde, yabancıların Türkiye’de açacakları döviz hesaplarına verilecek olan “faiz” kavramı “ilave getiri” şeklinde kendine has ideolojik bir biçimde yer bulmuş oldu.

 

YUVAM Hesabının İşleyişi

Kaynak:TCMB

 

Özel bir bankanın bugün web sitesi üzerinden aldığım e-Vadeli Hesap USD faiz oranları 91 güne kadar %0.01, 184 güne kadar %0.25, 364 güne kadar %0.50 ve 12 ay için de %0.75 şeklindeydi.

Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin dolar cinsinden ihraç etmiş olduğu 23.03.2023 vadeli Eurobond tahvilinin faizi %4.36, 10.08.2024 vadeli Eurobond tahvilinin faizi %6.95, 24.09.2027 vadeli Eurobond tahvilinin faizi %8.09, 20.09.2033 vadeli Eurobond tahvilinin faizi ise, %8.49 üzerinden işlem görmektedir.

 

Türk Eurotahvilleri

Kaynak: İş Yatırım

 

Yapılan bu son düzenlemeyi yukarıdaki fiyatlar üzerinden şu şekilde kısaca özetlememiz mümkündür. YUVAM’dan uzun süreli kaçanlar Dolarına %8.50$/yıllık düzeyine kadar bir faiz elde edebilirken, YUVAM’a 2 yıl süreli kesin dönüş yapanlar %4$/yıllık düzeyde bir faiz kazancı elde edebilirken, YUVAM içerisinde zorunlu ikametgah yapmak durumunda kalan çoğunluk da yurtiçi bankaların verdiği %0.75$/yıllık dolar faizi ile yetinmek durumunda kalacaklardır. Yurtiçinde kur korumalı mevduata halen geçmemiş olan vatandaşlar için o kadarcık bir faiz ile yetinmeleri de artık onların cezası olacaktır.

Konuyu daha fazla uzatmadan bu haftaki yazımı sevgili Prof.Dr.Hakan Kara hocanın kişisel twitter sayfasından paylaştığı bir görsel ile bitirmek isterim. 1980 yılında Türkiye kişi başına gelirde Dünya’da 53.sırada yer almaktaymış. Türkiye 2000 yılında 65.liğe düştükten sonra en son 2022 yılında 87.liğe gerilemiş durumdadır. Bu sonuç ile birlikte de Türkiye’nin milli gelirinin Dünyadaki sıralaması da 23.lüğe gerilemiş durumdadır. 2022 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin G-20 toplantılarına katılımı bu ekonomik büyüklük ile mümkün olmayacaktır. (Öte yandan G-20 grubu artık daha dar bir kapsamda G-7 şekline doğru evrilmektedir.) Aradan geçen 42 yıllık zaman zarfında Türkiye’nin gelir artışı, refah yükselişi ve kalkınma hamlesini halen gerçekleştiremeyerek orta gelir tuzağında debelenmekte olan bir ülke konumundan kurtulması için zaman hızla daralmaktadır.

 

Türkiye’nin Kişi Başına Gelirde Dünya Sıralaması (3)

 

Son Söz: Yanlış bildiğin yolda herkesle yürüyeceğine, doğru bildiğin yolda tek başına yürümelisin

 

Kaynaklar

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler