Sosyal Medya

Para Politikasi

Doç.Dr.Evren Bolgün | Finansal Piyasalarda Yönetilen ve Yönlendirilen Müdahale Dönemi

Son yıllarda Merkez Bankalarının, ekonomi yetkililerinin, kamu bankalarının piyasalara doğrudan veya sözlü bir şekilde sık sık müdahalelerde bulunduklarını görmekteyiz. Bundan…

Doç.Dr.Evren Bolgün | Finansal Piyasalarda Yönetilen ve Yönlendirilen Müdahale Dönemi

Son yıllarda Merkez Bankalarının, ekonomi yetkililerinin, kamu bankalarının piyasalara doğrudan veya sözlü bir şekilde sık sık müdahalelerde bulunduklarını görmekteyiz. Bundan 5-6 yıl öncesine kadar şeffaf bir şekilde gerçekleşen bu türdeki müdahaleler son 3-4 yıldır ülkemizde yatırımcıların akıllarını zorlayacak bir şekilde irrasyonelitenin tavana vurduğu bir seviyede sürdürülmektedir.

Ekonominin her alanında olduğu gibi finansal piyasalarda da ana amaç kaynak dağılımının etkinliğini olabildiğince etkin bir şekilde sağlamaktır. Haliyle bu noktada karşımıza çıkan en önemli sorun doğru fiyatların ancak ve ancak mükemmel bir öngörü ve bilgi durumunda saptanabileceğidir. Finans literatüründe gayet iyi bir şekilde bilinen “Etkin Piyasalar Hipotezi” de temel çıkışını buradan almaktadır.

Etkin piyasalar hipotezinin temel teorik temelleri aşağıdaki gibi özetlenebilmektedir; (Salmon, 2001: 4)

  1. Yatırımcılar rasyonel ve finansal yatırımlarını da rasyonel olarak değerlendirmektedir.
  2. Bazı yatırımcılar rasyonel olmayabilir, ama bu durum rassaldır ve bunların yaptığı işlemler birbirlerinin etkilerini yok eder ve sonuçta fiyatlar bu durumdan etkilenmemektedir.
  3. Bazı yatırımcılar irrasyonel ise de bunların rasyonel yatırımcılarla etkileşimi sonucunda fiyatlar üzerindeki etkisi sınırlı olmaktadır.

Özellikle hisse senedi işlemleri yapmakta olan yatırımcıların çok iyi bildikleri bu teoremi ülkemizde menkul kıymetler borsası dışında artan şiddette faiz, döviz, emtia, e-ticaret,..vs. şeklinde genişletebileceğimiz türde kamu otoritesince genel piyasa müdahaleleri altında “Etkinsiz Piyasa Hipotezi” tarzında yeniden yazmakta yarar olacaktır.

Finansal piyasalardaki müdahalelerin ağır abisi konumunda olan merkez bankaları, bankaların kendi aralarındaki borç verme işlemlerindeki akışkanlığı sağlama, devletin para ihtiyacı ile ilgili düzeni sağlama yanında kısaca kredi genişlemesine sınırlar koyma ihtiyacını karşılamak üzere kurulduklarını söyleyebiliriz. Tarih boyunca hükümetler merkez bankalarını ya kendilerine borç vermeye zorlamışlar ya da ülkede tasarruf açığının olduğu dönemlerde resmi faizi müdahaleler ile olabildiğince düşük tutmaya zorlamışlardır. Bu yaklaşım bir yandan enflasyon ateşini körüklerken, bir yandan da özel sektörün kıt kaynaklarını düşük kalitedeki borçlanıcılara kullandırılması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak ekonomi genelinde kamu müdahaleleri ile metazori bir şekilde sürekli verilen düşük faizli krediler etkin olmayan projelerde verimsiz bir şekilde kullanılmaktadır. Aynı zamanda verilen adrese teslim kredilerin geri dönmeme oranlarında artışlar yaşanması da kaçınılmaz olmaktadır. Böylesi bir durumda düzenleme otoritesi kredilerin risk ağırlıkları ile oynama ve/veya vade ötelemesi şeklindeki müdahaleler ile piyasalardaki etkinsizliğe ilave katkılarda bulunabilmektedir.

İktidarların merkez bankalarının ana ilkeleri (fiyat istikrarı/tam istihdam) ile çelişen bir şeklide aldıkları müdahaleci kararlar ile sürekli oynamaları, tasarruf sahiplerinin getirisi çok tartışmalı olmakla beraber ana riskin uzun vadede kendilerine yüklendiği piyasa ortamına yönelinmesine neden olmuştur.

Günümüz finans piyasalarında yaşanan ani süprizlerin, piyasadaki likiditenin sıkıntılı olduğu dönemlerde yarardan çok zarar getirdiğini ve bu durumun olumsuz etkilerinin reel sektöre de hızla sirayet edeceğini bilen merkez bankaları, piyasalardaki süprizleri her zaman olabildiğince azaltmak amacıyla hareket eder bir hale geldiler. Artık merkez bankaları aldıkları kararların gerekçelerini ve gelecekte alacakları kararlarının katılımcılar tarafından önceden tahminine katkıda bulunabilecek tüm bilgileri kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşmaktadırlar. (yönlendirilen ve yönetilen piyasa beklentisi politikası)

Her ülkede merkez bankaları devletin piyasa ile olan ilişkilerinde aracılık rolünü üstlenmektedir.  Burada en önemli rolü aldıkları kararlar neticesinde kısa vadeli faiz politikalarıyla devletin, şirketlerin, vatandaşların piyasadan borçlanma maliyetine etkide bulunurlar. Bu yüzden normal bir ülkede politika faiziyle ilgili tahminde bulunurken merkez bankasının enflasyon ve büyüme konusundaki stratejisini bilmek, iyi tahmin edebilmek büyük önem arz etmektedir. Ayrıca gelişmekte olan ve gelişmek istemeyen! ülkelerde merkez bankalarının iktidardan ne kadar ayrı duruş sergileyebildiklerine de (bağımsız olduklarına) dikkat etmek gerekir.

Merkez bankalarının bir diğer önemli rolü de döviz rezervleri ve dış borçların idaresi ile ilgili sorumluluk alanlarıdır. Merkez bankaları devletin dış borç ödemeleri ile ilgili döviz tedarik etmek ve hatta bunun planlamasını iyi yapmak durumundadırlar. Bu yüzden döviz kuru seviyesi ile ilgili politikalarını devletin dış borç servisiyle enflasyon politikasıyla ve dış ticaret dengesiyle etkin bir ilişkilendirme yapmak zorundadırlar.

20.yüzyılın son çeyreğinde merkez bankaları enflasyonla olan savaşı kazanmak için birçok yolu denediler ve en sonunda enflasyonunun kendisini hedeflemenin en etkin para politikası olduğuna karar verdiler. Daha önce para arzı, döviz kuru, dış ticaret dengesi gibi hedefleri tutturmaya çalışmak için merkez bankaları ellerindeki faiz, likidite, para arzını yönlendirme ve döviz kuruna müdahale araçlarını yoğun olarak kullanmışlardı.

1992 yılında ABD Stanford Üniversitesinden Profesör John Taylor, enflasyon hedeflerini tutturmayı kolaylaştırmak üzere bir kural önerdi. Bu kuralın kökü Philips Eğrisi denen enflasyonla büyüme arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu savunan teze dayanıyordu. Bu hipoteze göre enflasyona müdahale ekonomik büyümeye de müdahale anlamına gelecektir ve enflasyonu düşürmek için büyümeden fedakarlık yapmak gerekecektir. Taylor bunu kabul etmekle birlikte önerdiği kuralla, enflasyonu azaltmak amacına ulaşırken ekonomik büyüme kayıplarını en düşükte tutulabileceğini savundu.

Phillips Eğrisi

1990’lı yıllarda Taylor’un tezi FED’de kabul gördü, denendi ve Covid-19 dönemi öncesine kadar kullanılmaktaydı. Geçmişte pek çok ülkenin merkez bankası da bu tezden faydalandı. Bu kurala göre, enflasyon ve büyüme ilişkisi aynı anda gözetilecek ve kuralın nasıl işlediği kamuoyu ile paylaşılacaktır. Kural merkez bankasının faizinin nasıl hesaplanacağını anlatmaktadır. Ancak tezin temel amacı piyasa katılımcılarının FED faizini tahmin etmesine yardımcı olmak değil, aksine FED’in faizinin ne olabileceği konusunda önceden kamuoyuna güvenilir bilgi vermesine yardımcı olmaktır.

Çünkü FED’de kuralın parametrelerindeki gelişmeleri önceden %100 bilemez ancak düzenli olarak makro ekonomik tahminlerde bulunmaktadır. Özellikle FED tahminlerinin ve yönlendirmelerinin isabetli çıkması halinde piyasa faizinin ne olabileceği konusunda kamuoyuna doğru yönlendirici bilgileri zamanında verilebilmektedir.

Esasında bu şekilde yıllardır ilerleyen süreç piyasalarda rasyonel beklentilerin etkin biçimde oluşumuna oldukça yardımcı olan bir mekanizmadır. Zira düzgün işleyen ekonomik bir sistemde piyasa katılımcılarının çoğunluğu gelecekle ilgili yaklaşık tahminlerini paylaşacaklardır. Piyasalarda ortak tahminlerin gerçekleşmesinin görülmesi de ekonomide iniş ve çıkış hareketlerini yumuşatacaktır.

Günümüzün hızla değişen piyasa koşulları merkez bankalarının bir sonraki dönemde hangi politika faiz oranını uygulayacağını tahmin etmeyi zorunlu kılmaktadır. Her ne kadar merkez bankaları kendi kararlarının ne olacağı konusunda toplumu bilgilendirme eğiliminde olsalar da bazı piyasa katılımcıları zaman zaman yanılmakta ve bu da istenilen sonucun elde edilmesini oldukça zorlaştırmaktadır. Ekonomilerde kısa vadeli faizlerin belirleyiciliğinin yükselmesi maalesef ki piyasalarda güç dengesinin az sayıdaki etkin katılımcıların eline geçmesine neden olmuştur.

TCMB Politika Faizi, Ticari Kredi Faizi, TÜFE

Ekonomide yaşanan enflasyon artışına müdahale ise, ancak senkronize bir şekilde merkez bankasının faiz yükseltmesi, hükümetin mevcut bütçe açığını daraltması, güvenilir, tutarlı bir makroekonomik istikrar ekonomi programı uygulanması ile gerçekleşebilir. Bu durumda ekonomide harcamaları kısmak veya vergileri arttırarak tüketimi daha pahalı hale getirmek şeklinde hayata geçirilebilir. Açıkcası günümüzde hiçbir hükümet büyüyen bir ekonomiye vergi salarak çomak sokmak istemeyeceğine göre ekonomilerde enflasyonist büyüme sürecini yönetmek halkoyu ile seçilmeyen merkez bankalarının üzerine kalmaktadır.

Merkez bankaları da politika faizlerini yükselterek piyasadaki tasarrufları çekebilir. Piyasada yeni yatırımlar için para bulmanın maliyetini yüksek hale getirerek üretim artışına ve enflasyona aktif olarak müdahale edebilir.

Bir ülkede döviz kuru politikası yurtiçinde üretimi, yatırımları ve enflasyonu etkileyeceği için her zaman çok ön plandadır. Dış borç yükümlülüklerinin ülkenin potansiyel borç geri ödeme kabiliyetini aşma endişesi gündeme geldiğinde ise, dış fazla verip dış borcu azaltmak çabaları daha önem kazanır. Bu süreçte üretim veya enflasyon ile ilgili hedeflerden belli bir fedakarlık yapmak söz konusu olabilir.

BAKMADAN GEÇME

  • Neden Online İngilizce Platformları Artık Bir Adım Önde?

    Klasik kursların yerini artık online İngilizce platformları alıyor, hem de haklı sebeplerle. Çünkü insanlar artık zamana değil, zaman onlara uysun istiyor. Online platformlar da tam bunu sağlıyor: Esneklik, erişilebilirlik ve kişisel tempo. Sadece bilgisayar ya da telefonla, istediğin yerde, istediğin saatte derslere katılabiliyorsun. Üstelik canlı oturumlar, interaktif içerikler ve anında geri bildirimlerle öğrenme deneyimi hiç olmadığı kadar kişisel hale geliyor. Bu yazıda, online İngilizce platformlarının neden bir adım önde olduğunu yakından inceleyeceğiz.

  • Merkez Bankası Rezervleri Yükseliş Gösterdi

    Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) toplam rezervleri, 12 Aralık haftasında önemli bir artış kaydetti. Bir önceki haftaya kıyasla 4 milyar…

  • FT: Yapay zekâ veri merkezleri uzaya taşınırsa ne olur?

    Google’ın uzayda, güneş enerjisiyle çalışan bir yapay zekâ veri merkezi kurma fikri, AI patlamasının enerji ve altyapı sınırlarını zorladığını gösteriyor. Karada enerji, su ve arazi engelleriyle karşılaşan teknoloji devleri, çözümü yörüngede ararken; uzay çöplüğü, çarpışma riski ve yönetişim eksikliği gibi yeni ve çok daha büyük sorunlar gündeme geliyor. Uzay veri merkezleri, AI’nin “sınırsız ölçeklenebilirliği” anlatısına güçlü ama tartışmalı bir metafor sunuyor.

  • İngiltere Merkez Bankası’ndan Faiz İndirimi

    İngiltere Merkez Bankası (BoE), 2025’in son para politikası toplantısında politika faizini 25 baz puan indirerek %3,75’e çekti. Karar, zayıflayan ekonomik veriler, yumuşayan iş gücü piyasası ve beklenenden hızlı gerileyen enflasyonun etkisiyle alındı. Faiz indirimi, özellikle mortgage borcu olan haneler ve kredi kullanan şirketler için kısa vadeli bir rahatlama sağlarken, tasarruf sahipleri açısından getirilerin düşmesi anlamına geliyor.

  • Zengin ülkelerde güven tavan yapıyor, Türkiye’de dipte: Toplumsal güven neden çöküyor?

    Pew Research Center’ın 25 ülkede gerçekleştirdiği kapsamlı araştırma, toplumsal güvenin ülkeler arasında keskin biçimde ayrıştığını ortaya koyuyor. Yüksek gelirli ve eğitim düzeyi yüksek ülkelerde “insanlara güven” yaygınken, Türkiye bu alanda dünyanın en düşük seviyelerine sahip ülkeler arasında yer alıyor. Araştırma, güvenin kültürel bir özellikten ziyade ekonomik refah, eğitim ve kurumsal yapı ile doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor.

  • Türkiye Özgürlük Endeksinde 165 Ülke Arasında 144cü Sırada

    Cato Enstitüsü’nün Aralık 2024’te yayımlanan Human Freedom Index 2024 (İnsan Özgürlüğü Endeksi), Türkiye’nin hem kişisel hem de ekonomik özgürlükler alanında küresel ölçekte en zayıf ülkeler arasında yer aldığını ortaya koydu. Endekste Türkiye 165 ülke arasında 142’nci sırada yer alırken, 2025 ölçümlerinde bu sıralama 144’e geriledi. Rapora göre Türkiye, 2007’den bu yana özgürlüklerde en sert düşüş yaşayan ülkeler arasında Çin, İran ve Venezuela ile birlikte anılıyor.

  • İktidarın hedefi: “Sadık sermaye” yapılanması mı?

    T24'ten Gökçer Tahincioğlu'na göre, Son aylarda Türkiye’de operasyonların odağı belediyelerden finans, medya ve özel sektör şirketlerine kaymış durumda. İktidara ve iktidar ortağı MHP’ye yakın olduğu düşünülen kişi ve kurumların da hedef alınması, kulislerde farklı senaryoların konuşulmasına yol açıyor. En dikkat çekici iddialardan biri ise iktidarın, siyasi geleceğini garanti altına alacak “kendisine sadık bir sermaye yapısı” oluşturma arayışı.

  • Küresel Jeopolitik Görünüm: Ateşkes Arayışları, Bölgesel Gerilimler ve Kırılgan Denge

    2025 sonuna yaklaşılırken küresel jeopolitik tablo, diplomatik temasların hız kazandığı ancak kalıcı çözümlerin hâlâ zor olduğu bir dengeye işaret ediyor. Rusya-Ukrayna savaşından Orta Doğu’daki kırılgan ateşkeslere, ABD-Çin rekabetinden enerji ve ticaret hatlarının yeniden şekillenmesine kadar birçok başlıkta riskler yüksek seyrediyor. Küresel sistem, çatışmaların yayılmasını sınırlamaya çalışırken, yapısal belirsizlikler ve bölgesel krizler kırılganlığı artırıyor.

  • Goldman Sachs: Gelişen piyasalar 2025’te sürpriz yaptı, 2026 için beklenti korunuyor

    Goldman Sachs’a göre gelişen piyasa hisseleri 2025’te beklentilerin de ötesinde güçlü bir performans sergilerken, bu ivmenin 2026’da da sürmesi bekleniyor. Zayıflayan dolar, düşen emtia fiyatları, Çin’in ihracat gücü ve küresel faiz indirim döngüsü; gelişen piyasaları, ABD’de yapay zekâ ve teknoloji hisselerinde yoğunlaşmanın yarattığı oynaklığa karşı portföylerde dengeleyici bir unsur haline getiriyor.

  • Ernst & Young: 2026 küresel ekonomik görünüm

    Ernst & Young (EY) Parthenon’un küresel görünüm raporuna göre dünya ekonomisi 2026’da ılımlı bir yavaşlama sürecine giriyor. Küresel büyümenin %3,1’e gerilemesi beklenirken, ticaret gerilimleri, demografik baskılar ve jeopolitik riskler aşağı yönlü riskleri artırıyor. Buna karşın yapay zekâ yatırımları, orta vadede verimlilik ve büyüme açısından önemli bir fırsat alanı olarak öne çıkıyor.

  • Ticaret Bakanlığı’ndan Yeni Düzenleme: Elektronik Defter Dönemi Başlıyor

    Ticaret Bakanlığı, 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren kurulacak tüm şirketler için Elektronik Ticari Defter Sistemi’nin (ETDS) zorunlu hale getirileceğini duyurdu.

  • 🏆 Saxo Bank’tan Dev Altın Analizi: “Sadece Bir Yatırım Değil, Sistemin Yeni Köşe Taşı!”

    Küresel piyasaların dev ismi Saxo Bank, altının son iki yıldaki %110’luk rallisini analiz ederek 2026 sonu için 5.000 dolar hedefini yineledi. Rapora göre altın, artık geçici bir korunma aracı olmaktan çıkıp küresel finans sisteminin stratejik merkezine yerleşti.

  • Asya Kalkınma Bankası’ndan Türkiye’ye Dev Finansman: Deprem Bölgeleri İçin Destek Verecekler

    Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası (TKYB), 6 Şubat 2023’te yaşanan depremlerin ardından toparlanma sürecini hızlandırmak, enerji ile imalat sektörlerindeki yatırımları desteklemek amacıyla Asya Kalkınma Bankası’ndan (AKB) toplam 325 milyon dolarlık kaynak sağladığını açıkladı.

Benzer Haberler