Sosyal Medya

Genel

Prof Ali Akarca yazdı:  Seçim ekonomisini anlama kılavuzu

Chicago Illinois Üniversitesi’nden Prof. Ali Akarca, “Seçim ekonomisinin temelinde seçmen davranışı ve bundan yararlanmaya çalışan politikacı davranışı yatıyor” diyor. Hükümetlerin…

Prof Ali Akarca yazdı:  Seçim ekonomisini anlama kılavuzu

Chicago Illinois Üniversitesi’nden Prof. Ali Akarca, “Seçim ekonomisinin temelinde seçmen davranışı ve bundan yararlanmaya çalışan politikacı davranışı yatıyor” diyor.

Hükümetlerin ekonomik performanslarını değerlendirirken, seçmenler sadece son bir yıla bakıyorlar ve büyümeye, enflasyona verdiklerinden çok daha fazla bir ağırlık veriyorlar.

 

Bu da iktidarları seçim ekonomisi uygulamaya özendiriyor. Yani, gelirleri artırmak için seçimden önce gaza, bunun yaratacağı enflasyonu dizginlemek için de seçimden sonra frene basıyorlar.

 

NASIL VE NEDEN UYGULANIYOR?

 

Hükümetler, tipik olarak, seçimden önceki bir yıl içinde popülist davranmaya başlıyorlar. Bazı vergi ve harçları düşürüyorlar veya erteliyorlar. Mali cezaları, hatta bazı borçları affediyorlar. Sosyal yardımları ve tarım desteklerini artırıyorlar. Yeni kadrolar açıyorlar. Asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına yapılacak zamlarda cömert davranıyorlar.

 

Devlet bankalarına bolca düşük faizli krediler dağıttırıyorlar. Yol ve köprü gibi inşaatları hızlandırıyorlar ve istihdam yaratacak yeni projelere başlıyorlar. Devletin ürettiği ve kontrolü altında olan mal ve servislerde meydana gelen maliyet artışlarının fiyatlara aksettirilmesini seçim sonrasına bırakıyorlar.

 

Bunlar, kısa bir süre için, doğrudan ve dolaylı yollardan, geniş halk kesimlerinin gelirlerini artırıyor. Ancak enflasyonist etkileri de oluyor. Ne var ki, ilkinin oylara pozitif etkisi ikincinin negatif etkisinin birkaç katı oluyor. 1950’den bu yana yapılan, yerel, senato, milletvekili genel ve ara seçimlerini ekonometrik metotlarla incelediğimizde görüyoruz ki kişi başına reel gelirde meydana gelen her yüzde birlik büyüme iktidara bir puan kadar ilave oy getiriyor. Buna karşılık, enflasyonda meydana gelen her yüzde birlik artış iktidar partisinden sadece 0,13 puan oy götürüyor. Yani, bir puanlık bir büyüme için ekonomiye verilen uyarı 7-8 puandan daha az bir enflasyon doğuracaksa, politik bakımdan hükümet için avantajlı oluyor. Hatta fiyat artışları büyük ölçüde seçimden sonra görüleceği için, daha fazla enflasyonu bile göze alabiliyorlar.

 

Seçimden önce yapılanların birçoğu seçimden hemen sonra yavaşlatılıyor, sonlandırılıyor veya tersine çevriliyor. Diğerlerinin enflasyonist etkileri de daraltıcı maliye ve para politikaları ile telafi edilmeye çalışılıyor. Bu önlemler, bir süre işsizliği arttırıp reel gelirleri düşürse de bunlar bir sonraki seçime kadar unutuluyor. Ancak enflasyonla mücadeleye, hele yüksek olduğu bir durumda, geç başlanırsa gelecek seçime hem yüksek enflasyon hem de küçülen bir ekonomi ile girerek iktidarı kaybetmek mümkün.

 

NE ZAMAN UYGULANIYOR?

 

Seçim ekonomisi potansiyelinin olması her seçimde kullanılacağı anlamına gelmiyor. İhtiyaç olmadığında boş yere istikrarsızlık yaratmak manasız. İktidarlarını veya önemli belediyelerini kaybetme riskleri yoksa partiler seçim ekonomisi uygulamıyorlar. Mesela, AK Parti ilk on yılında uygulamadı zira oyu en büyük iki rakibinin oylarının toplamından daha fazlaydı. Ancak partinin oy oranı kritik seviyelere inince, 2014 seçiminden itibaren seçim ekonomisine geçti. Başkanlık sisteminin gelmesi ile iktidar olma çıtası 2018’de yüzde 50 artı 1’e çıkınca buna olan ihtiyacı daha da arttı. İktidarların birkaç puan oy kaymasıyla el değiştirdiği 1970’lerin ve 1990’ların koalisyon hükümetleri altında da seçim ekonomisi sıkça kullanıldı.

 

HANGİ HÜKÜMETLER TARAFINDAN UYGULANIYOR?

 

Seçim ekonomisi Türkiye’de daha çok koalisyon hükümetleri altında ve tek parti hükümetlerinin ileriki dönemlerinde görülüyor. Koalisyonlarda görülmesinin en önemli sebebi bunların ömürlerinin çok kısa olması. İçlerinde iki dönem başta kalanı yok. Bir dönem sürenleri bile nadir. Devamlı olarak, dağılma ve erken seçime gitme tehlikesi ile karşı karşıya oldukları için, her an hemen seçim olacakmış gibi davranıyorlar.

 

Çok partili hükümetlerin devamlı seçim ekonomisi uygulamalarının başka bir sebebi de seçmen teşvikleri ile ilgili. Koalisyon hükümetlerinin ekonomik performanslarını değerlendirirken, seçmenler, ödül ve cezaları iktidar partileri arasında paylaştırmakta zorluk çektiklerinden, ekonomiye daha az ağırlık verme ve küçük ortakları ana ortaklardan daha az sorumlu, hatta hiç sorumsuz tutma eğilimi gösteriyorlar. O zaman, ekonomik başarı ile fazla oy kazanamayan iktidar partileri, özellikle küçük olanları da, bunu iş, kredi, mal, sosyal yardım ve rant dağıtarak ve maaşlara zam yaparak elde etmeye çalışıyorlar.

 

Tek parti hükümetlerini seçim ekonomisi uygulamaya iten dinamikler ise daha farklı. Bu tip hükümetler uzun ömürlü oluyorlar. Demokrat Parti üç, Adalet ve Anavatan Partileri ikişer, Adalet ve Kalkınma Partisi dört dönem tek başlarına iktidarda kaldılar. İktidar süresi ile ekonomik performans arasında, özellikle demokrasisi pekişmemiş ülkelerde, ters-U seklinde bir ilişki var. Başta mevcut olan parti-içi demokrasi ve müzakere ortamı, zaman içinde gücün merkezde ve tek elde toplandığı bir duruma dönüşüyor. Reformist ruh yerini rant kavgasına bırakıyor. Yolsuzluklar artıyor. Hatalar çoğalıyor ve düzeltilemiyor. Değişen koşulların politikalarda gerektirdiği ayarlamalar yapılamıyor. Bir müddet sonra ekonomi bozuluyor. Buna iktidar yıpranması da eklenince, iktidarın oy oranı kritik seviyelere iniyor ve basta kalabilmek için seçim ekonomisi uygulamak zorunda kalıyorlar. Bu, tek parti hükümetlerinin istisnasız her birinde görülmüş bir örüntü. Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan, zaman içinde gittikçe güçlendiler. İdareleri altında hatalar ve yolsuzluklar arttı. Birinci dönemlerinde, yüzde 4,4 – 6,9 arasında büyüyen kişi başına reel gelir, daha sonraki dönemlerinde sadece 0,9 – 2,4 arasında büyüdü. Bu yüzden oyları düşünce de seçim ekonomisine yöneldiler.

 

NE ZAMAN İŞLER ÇIĞRINDAN ÇIKIYOR

 

Ekonomiyi bozmadan seçim ekonomisini uzun zaman sürdürmek mümkün değil. Ancak, bazen zamanlama hataları, bazen dış şoklar yüzünden, bazen de seçimler birbirlerini kısa aralıklarla takip ettiği için devamlı gaza basılıyor, fren yapılamıyor. O zaman enflasyon patlıyor. Ona bağlı olarak döviz kuru yükselince, akaryakıt, doğal gaz gibi ithal malların fiyatları artıyor. Bunlar pek çok malın üretiminde ve pazara ulaştırılmasında önemli girdiler olduklarından fiyatlar daha da yükseliyor. Birim enflasyonun oylara etkisi büyümeninkinden epeyce daha az ama enflasyon aşırı yükseldiğinde, politik bakımdan, büyümeden daha önemli hale gelebiliyor. Kaldı ki, yapılan popülist harcamaların ve verilen kredilerin coğrafi, sektörel ve kişisel dağılımı ekonomik değil politik saiklerle yapıldığından kaynak dağılımı da bozuluyor ve büyüme düşüyor. Yani kısa bir süre kullanıldığında iktidarlara oy kazandıran seçim ekonomisi, sürekli hale geldiğinde, bir noktadan sonra onları seçimlere hem enflasyonun hem de işsizliğin yüksek olduğu bir zamanda girmek zorunda bırakarak oy kaybettiriyor. İktidarlarını tehlikeye atıyor.

 

Türkiye’de ekonominin bozulmasında, 2014-2019 arasındaki altı yıl içinde yedi seçim ve bir referandum yapılmasının ve bir sonraki seçimin erkene alınma olasılığının önemli roller oynadıklarını söyleyebiliriz.

 

ÇARESİ VAR MI?

 

Özetleyecek olursak, seçim ekonomisinin temelinde seçmen davranışı ve bundan yararlanmaya çalışan politikacı davranışı yatıyor. İnsan doğasından kaynaklanan bu davranışları tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil ama dozları sınırlandırılabilir. Seçim ekonomisi sadece Türkiye’ye has bir şey değil. Gelişmiş ülkelerde de görülüyor.

 

Ancak onlarda sadece seçim tarihi civarında hafif bir dalgalanma seklinde geçiyor, zira bu ülkelerde devletin kredi dağıttırabileceği bankaları, üretimleri, istihdamları ve fiyatları ile oynayabileceği şirketleri yok. Olsa da, gayet az. Sosyal yardımları büyük ölçüde otomatiğe bağlanmış vaziyette. Devlet kaynaklarının önemli bir kısmı yerel yönetimlerce kullanılıyor. Biz de ise yerel yönetimlerin vergi gelirlerinin içindeki payı sadece yüzde 8 civarında. Sosyal yardımlar kanun hükmünde kararnamelerle artırılabiliyor. Mevduatların ve banka aktiflerinin neredeyse yarısı devlet bankalarında. Varlık fonuyla, devlet ülkenin en büyük holdinginin sahibi olmuş vaziyette. Seçim ekonomisi uygulamalarında aşırılığın bizde de önlenebilmesi için merkezi devletin ekonomi içindeki payının epeyce düşürülmesi gerekiyor. Bu yapılsa, rüşvet de, yolsuzluklar da, insan kayırma da, bir kişinin yapabileceği işe birkaç kişi yerleştirilmesi de, kaynakların verimsiz ellere gitmesi de, vergi yükü ve vergilerin kaynak dağılımını bozucu yan etkileri de azalır. Kısacası, ekonomik performans sadece seçim zamanlarında değil, diğer yıllarda da iyileşir.

 

KAYNAKÇA

Akarca, Ali T. (8 Haziran 2021) “Economic and Political Populism – and an Application to Turkey”, The Forum, Economic Research Forum, Kahire.

Akarca, Ali T. (2019) “Economic Voting in Turkey: Single- vs. Multi-party Governments”, Southeast European and Black Sea Studies, Cilt 19, No. 4, ss. 523–539.

Akarca, Ali T. (2019) “Political Determinants of Turkish Government Structure and Economic Performance since 1950”, Economic Miracles in European Economies, ed. M. Osinska, Springer Nature, Cham, ss. 35-60.

Akarca, Ali T. ve Tansel, A. (2006) “Economic Performance and Political Outcomes: An Analysis of the Turkish Parliamentary and Local Election Results Between 1950 and 2004,” Public Choice, Cilt 129, No. 1-2, ss. 77-105

 

 

Yazarın izniyle KARAR’dan tekrar yayınlanmıştır

 

 

Yeni ‘seçim barajı’ teklifi Meclis’te

 

Çetin Ünsalan:  Sağlıkta görünmeyen kuyruklar

 

Yöneylem Araştırma: Yüzde 54 Erdoğan’a “Asla oy vermem”

 

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler