Paraanaliz

Murat Kubilay: Sermaye kesimi iktidarın arkasından çekiliyor mu?

Demokratik bir ülkede iktidarların meşruiyeti toplumsal destekle sağlanır. Servet gücünün baskın olduğu kapitalist ülkelerde bu meşruiyetin bir diğer parçasını sermaye sınıfı oluşturur. Hatta finansal serbestleşme sonucunda küresel sermaye de bu mutabakatın bir parçası haline gelir. Tıpkı bir devletin diğer ülkelerle yapmış olduğu ikili ve çoklu sözleşmelerle kendi egemenlik alanını sınırlayıp, diğer devletlere ve devletler üstü kuruluşlara alan bırakması gibi sermaye de özel bir alana sahiptir. Bu yazının konusu Türkiye’de sermaye sınıfının bazı tutum ve kararlarının iktidarla yol ayrımına girdiğine dair gösterge olma ihtimali.

İktidar partisi AKP sandıktan çıkan sonucu ‘milli irade’ olarak niteleyip, tüm uygulamalarını meşrulaştırmak için uzun yıllardır kullanıyor. Son dönemde devlet imkânlarından faydalanılması, medya özgürlüğünün kısıtlanması ve yargı bağımsızlığının şüpheli hale gelmesinin AKP lehine yarattığı ortama rağmen seçim anketleri, iktidarın yeniden seçilmesinin zorlaştığını gösteriyor. Ötesi, ‘Ekonomiyi en iye AKP’nin yönetebileceği ve ülkeyi bu iktisadi buhrandan ancak Erdoğan liderliğinin çıkarabileceği’ önermesinin toplumsal desteği azalıyor. Yalnızca ekonomi değil, dış politikada da benzer bir durum var. Özetle, ekonomi ve dış politika seçmen tercihlerinde oldukça belirleyici, her iki alanda da iktidarın hareket alanı kalmadı, ötesi toplumda AKP’nin bu iki alanı düzeltebileceğine ilişkin kanı da azalıyor. Haliyle iktidarın seçmen desteği gün geçtikçe eriyor ve bu eğilim muhtemelen sürecek.

Peki ya sermaye ile ilişkiler? Sermayenin karar alma mekanizmalarındaki baskın gücü demokratik olmamasına rağmen Türkiye’de hep etkin oldu. 1979’da Ecevit hükumetinin TÜSİAD ilanlarıyla yıpratılması, bunun en açık göstergesiydi. 90’larda da TOBB ve TÜSİAD etkisi ile koalisyon hükumetlerinin kaderi bir derece şekillenebiliyordu. Erdoğan’ın baskın çıkması ve otoriterleşmesiyle, Türkiye sermaye sınıfı zenginliğinin zirvesine çıktı, fakat politik düzlemde mevzi kaybetti. Buna karşılık yalnızca yandaş sermaye değil, seküler yaşam tarzına sahip İstanbul sermayesi de iktidarın uygulayıcısı olduğu gevşek kurallı kapitalizmden oldukça nemalandı. Erdoğan’ın, “Biz OHAL’i grevlere izin vermemek için yapıyoruz” sözleri çok açıktı.

Diğer taraftan fazla kuralsız ve haliyle fazla belirsiz kapitalist bir ekonomi, özellikle yurt dışı ile iş ilişkisindeki özel sektör için zorlayıcı oluyor. Dolar kurunda yaşanan ataklar ve yüksek seyreden faizler, varlıklı kesimin şahsi gelirlerini artırsa da şirketlerin faaliyetlerini güçleştiriyor. Buna rağmen Türkiye’de sermaye kesimi uzun süre iktidara karşı sessiz kalmayı tercih etti. İstanbul Sözleşmesi gibi yalnızca belirli alanlarda doğrudan açıklamalarda bulunuldu; çoğunlukla finansal istikrar ve AB üyeliği gibi kavramlarla olağandışı ekonomi ve dış politika uygulamalarına imalı tepkiler gösterildi.

Bu sessizliğin tarihsel nedeni hükumetin mali denetim gücü. Türkiye gibi kayıtdışılığın yaygın olduğu bir ülkede bir şirketin veya sahibinin açığını bulmak zor değil. Muhtemelen bu nedenle, 90’lı yıllarda en büyük patronların başkanlık ettiği TÜSİAD’a uzun süredir başkan bulmak zorlaştı, nihayetinde patronlar değil profesyonel yöneticiler veya en büyük patronlar değil orta halli zenginler başkan olmaya başladı. AKP döneminde mali denetime ek olarak kamu bankalarının gücü de özel sektör üzerinde açıkça kullanıldı. 2018 sonrasında özel bankaların kredi vermekteki isteksizliği ve siyasi etki ile hareket edebilen kamu bankaları neticesinde özel sektör hizaya getirildi. FETÖ iltisaklı kurumlar ile Uzan Ailesi’ne yapılan uygulamaların sermaye kesiminde endişe yaratması muhtemel. Fakat AKP’nin kendisiyle doğrudan rekabete girmedikçe hiçbir grubun sermaye mülkiyetine dokunmadığını belirtmek gerek.

Peki, son dönemde iktidarla ‘milli sermaye’ arasındaki sessizlik karşılığı kredi uzlaşmasında bir sorun var mı? Memnuniyetsizliğin olduğu aşikâr, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan normal şartlarda fazla teknik detay sayılabilecek bir konu olan para politikasında ‘uzun süre sıkı duruş’ vurgusunda bulundu. Çünkü dış ödemeler dengesi krizinden korkuyor. İktidarla daha iyi geçinen TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ise pandemi dönemindeki kapanmalarda ötelenen vadeli çekler sonucu oluşan aksamalara tepkisini Twitter’dan verdi. Çünkü iç ödemeler sisteminin bozulmasından endişe ediyor. Yani dış ödemeler dengesi ve iç ödemeler sistemi belli ki sermayenin kırmızı çizgileri.

Fakat mühim olan söylemlerin ötesindeki açık eylemler. ‘İktidara yakın olan varlıklı kesimin sermayesini yurt dışına çıkarmaya çalıştığı ancak Erdoğan’ı bunu engellediği iddiası‘ epeydir mevcut. Bunu veri ve haberlerle doğrulamak kolay değil, ancak ‘ya hep beraber çıkacağız ya da hep beraber batacağız’ tarzı Erdoğan için gayet uygun. Diğer taraftan söylentilerin de ötesinde geçtiğimiz hafta iki olay yaşandı. İlki, servetinin önemli bir bölümünü Rusya’da kazanmış ve son 10 yılda iktidara yakınlaşarak, burada da büyük işler üstlenmiş Erman Ilıcak’a ait Rönesans Holding ile ilgili. Rönesans Holding, kendi portföyünde bulunan ve toplam yatak kapasitesi 9 bin 500’e ulaşan şehir hastanelerini Danimarka merkezli bir şirkete sattı. Böylece olası bir iktidar değişimi halinde muhalefetin şehir hastanelerindeki sözleşmeleri güncelleme talebine ilişkin risklerden kaçınmış oldu. Bu alanda büyük yatırımları olan Akfen Holding patronu Hamdi Akın da 27 Ocak 2021 tarihinde Bloomberg HT televizyonunda, konu şehir hastanelerine geldiğinde oldukça moralsiz bir ses tonuyla, “Muhalefetin muhalefet ettiği kısımlar güncellenebilir” imasında bulunmuştu. Bunlar, ‘olası iktidar değişiminin iş dünyasında da konuşulduğu ve kendi çıkarlarını korumak için eyleme geçtikleri şeklinde’ yorumlanabilir.

Geçtiğimiz haftanın diğer önemli haberi ise yerli otomobil projesi TOGG’un ortaklığından İnan Kıraç’a ait Kök Ulaşım şirketinin ayrılması oldu. Böylece ‘iktidar projesi’ denilebilecek bir alanda özel sektördeki ortak sayısı bir azaldı. Diğer ortaklar Turkcell, Vestel, BMC, Anadolu Holding ve TOBB. BMC’nin yeni sahibi Fuat Tosyalı, Türkiye Varlık Fonu (TVF) yönetiminde. TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu da TVF yönetiminde. Turkcell’de ise hâkim ortak TVF. İktidara yakın olan Nazif Zorlu’ya ait Vestel ve mesafeli olan Tuncay Özilhan’a ait Anadolu Grubu yola devam ediyor. Projenin sonunu açıkçası ben de merak ediyorum.

 

M. MURAT KUBİLAY

Yazının Devamına Buradan Ulaşabilirsiniz

Exit mobile version