Sosyal Medya

Ekonomi

Prof Mehmet Hasan Eken: Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Büyüme Üzerine Bir Analiz (2)

Türkiye Ekonomik ve Mali Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Hasan EKEN’in Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi 1923-2021 dönemi büyüme verilerini hükümetler…

Prof Mehmet Hasan Eken: Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyet Dönemi Ekonomik Büyüme Üzerine Bir Analiz (2)

Türkiye Ekonomik ve Mali Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Hasan EKEN’in Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi 1923-2021 dönemi büyüme verilerini hükümetler bazında farklı dönemlere ayırarak incelediği ve 1921-1950 arasını konu alan ilki geçen hafta yayımlanan yazı dizisinin 1951-1980 dönemini kapsayan ikinci bölümünü yayımlıyoruz.


1951-1960 Dönemi

Kuruluş ve İnşa Dönemi olarak adlandırılabilecek 1923-1950 dönemi sonrasında çok partili sisteme geçişle iktidar el değiştirmiş ve Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Aslında Demokrat Parti kurucuları da Cumhuriyet Halk Partisi kadroları arasında yetişerek başbakanlık, bakanlık ve milletvekilliği yapanlardan oluşmaktaydı.

1950 ve sonrasında savaş sonrası yeni bir Dünya düzeni oluşurken Türkiye tercihini Batı Bloğunda yer almaktan yana kullanmıştır. Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti Haziran 1950’de Kore’ye asker gönderme kararını meclisten geçirdi ve Eylül 1950’de Türk askeri Kore’ye gönderildi. Bunun siyasi sonucu olarak Türkiye 1952’de NATO’ya üye olarak kabul edildi.

Arka planda yaşanan bu siyasi gelişmeleri kısaca özetledikten sonra 1950’de iktidara gelip ülkeyi yönetmeye başlayan Demokrat Parti’nin devraldığı ülke envanteri aşağıda kısaca özetlenmektedir.

Ülke nüfusu 21 milyon iken okuma yazma oranı da %32.5 seviyesindeydi. Ülkede ulaşım altyapısı inşa edilen demiryollarıyla önemli ölçüde çözülmüşken, karayolları konusunda hala büyük eksiklikler bulunmaktaydı.

Demokrat Parti iktidara geldiğinde TCMB, 50’yi aşkın banka sayesinde önemli bir sermaye birikimine sahip olunmuştu. Ülkenin dış borcu ise neredeyse yoktu. Üstelik 1950 yılına gelindiğinde de Osmanlı’dan kalan dış borçlar neredeyse tamamen ödenmişti.

1950’ye gelindiğinde maden işleme, demir ve çelik, tekstil ve tarım sektörüne entegre pek çok fabrikayla beraber kuruluş birlikleri ve kooperatifler de Türkiye’de mevcuttu. Bu anlamda ekonomik altyapısı önemli ölçüde tamamlanmış olan Türkiye büyük bir ekonomik büyüme potansiyeline sahipti.

Böyle bir envanteri devralan Demokrat Parti 1923-1950 döneminde uygulanan ve tamamen “Yerel Kaynaklara Dayalı Üretim Politikalarına” bağlanmış olan ekonomik kalkınma stratejisini kademeli olarak bıraktı.

Savaş sonrası Avrupa’nın imarı için ABD tarafından gönderilen Marshall yardımları kapsamında %90’lık kısmı Demokrat Parti hükümeti döneminde olmak üzere Türkiye 1.5 milyar dolarlık fon elde etmiştir. Bu fonun yaklaşık 1 milyar doları hibe 500 milyon doları ise borç şeklinde alınmıştır.

Bu dönemde Marshall yardımları dışında da dış borç alan Türkiye 1951-1960 döneminde hızla dövizle borçlanmış ve 1960 yılında dış borç miktarı 1.2 milyar dolar düzeyine yükselmiştir. Nitekim hızla artan bu dış borçlar yüzünden 1958 yılında Demokrat Parti’nin Beşinci Menderes hükümeti tarafından moratoryum (ülkenin borçlarını ödeyecek gücü olmadığını) ilan etmiştir. Bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilan edilen ilk ve son moratoryumdur.

ABD’den sağlanan bu büyük dış fon sayesinde ekonomi yönetiminde sermaye sıkıntısını kolayca aşabilen Demokrat Parti hükümeti 1923-1950 döneminde titizlikle uygulanan dış borç almama prensibini rafa kaldırmıştır. Dış borcun ekonomideki kolaylaştırıcı ve hatta tembelleştirici etkileri ise 1950’li yılların sonunda ortaya çıkmaya başlamıştır.

Elbette bu dış kaynak sayesinde 1959 yılında Türkiye’de Ford Otosan tarafından kamyon ve otomobil montaj üretimine başlandığını da unutmamak lazım. Elbette dış borç karşıtı olunamaz. Ancak alınan dış borcun katma değer yaratacak yatırımlara dönüştürülmesiyle geri ödenmesi teminat altına bağlanmalıdır. Aksi taktirde geri ödemesi olanaksız hale gelen bu borçlar ülkelerin ekonomilerine ve siyasi atmosferine büyük zarar vermektedir.

Yukarıda verilen bilgiler ışığında Grafik 4’te yer alan 1951-1960 büyüme verileri aynı dönemde yaşanan TL değer kayıp/kazançlarıyla beraber ele alınıp değerlendirilecektir.

Grafik 4: 1951-1960 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı

Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.

Yukarıdaki Grafik 4’te görüldüğü gibi 1951-1959 yılları arasında TL/USD kuru sabit kalmıştır. 1 USD = 2.8 TL kuru 1946’dan 1959 yılına kadar sabit tutulmuştur. 1958 yılında ilan ettiği moratoryuma rağmen Demokrat Parti/Menderes hükümeti dolar kurunu sabit tutmaya devam etmiş.

Ancak 1960 darbesi sonrası alınan ekonomik tedbirler kapsamında ve ülkenin dış borçlarını ödenebilir hale getirmek için 1960 ve 1961 yıllarında arka arkaya iki defa %45.2 ve %43.2 olmak üzere TL’nin dolar karşısındaki değeri düşürülerek 1 USD = 9 TL’ye yükseltilerek yeni kur seviyesi belirlenmiştir.

Bu dönemde ortalama büyüme oranı %6.4 olarak gerçekleşmiştir. 1923-1950 döneminde gerçekleşen ortalama büyüme oranı olan %5.3 oranıyla mukayese edildiğinde  %1.1’lik bir fark olduğu görülmektedir. Dış borca dayalı olarak ve daha zengin bir envanterle sağlanan bu farkın çok daha büyük olması gerekirdi.

1923-1950 dönemi büyüme oranının neredeyse yok denecek ülke envanteri ve tamamen yerel kaynaklarla sağlandığı düşünüldüğünde %5.3’lük büyüme oranı bir mucize olarak değerlendirilebilecektir. Bu büyüme tamamen yerel kaynaklarla sağlanan büyüme olduğundan ve dış ülkelere kaynak transferine sebep olmadığı için ülkenin kalkınmasına da çok büyük katkı sağlamıştır. Oysa 1951-1960 dönemi için aynı şeyi söylemek çok zor.

Öte yandan 1951-1960 döneminde sağlanan büyüme 1923-1950 dönemindeki politikalarla oluşturulan zengin ülke envanteri ve büyük ölçüde dış borçlarla sağlanmıştır. Bu yönüyle bakıldığında bu iki döneme ait büyüme oranlarını karşılaştırmak da aldatıcı olmaktadır.

Uygulanan ekonomi politikalarına bağlı olarak 1951-1960 dönemini “Dış Borca Dayalı Ekonomi Yönetimi” dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Konuya ilişkin bir atasözüyle bu bölümü noktalamak istiyorum. “El Atına Binen Tez İner”. Türkiye 1958 yılında moratoryum ilan ederek bu atasözünün ne kadar doğru olduğunu deneyimlemiştir. Ama yine de dış borç ile büyüme politikalarından vazgeçilmemiştir.

1961-1965 Dönemi

Aslında bu dönemi 1962-1965 olarak belirlemek belki daha doğru olurdu. Çünkü Mayıs 1960-Kasım 1961 döneminde ülke 1,5 sene askeri rejim tarafından yönetilmiştir. Ekim 1961’de yapılan genel seçimlerde %36.7 oy oranıyla birinci parti olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri İsmet İnönü tarafından kurulan hükümette seçimi %34.8 oy oranıyla ikinci sırada tamamlayan Adalet Partisi (AP) de koalisyon ortağı olarak yer almıştır. Her iki partinin toplam oy oranı %71.5’a denk gelmekteydi.

1961 yılında gerçekleştirilen devalüasyon askeri hükümet tarafından yapılmış ve sonrasında 1961 Kasım ayında kurulan CHP-AP koalisyon hükümeti Haziran 1962’de dağılmıştır. Yerine kurulan koalisyon hükümeti CHP lideri İnönü tarafından meclisteki diğer partilerle gerçekleştirilmiştir. Bu hükümet de Aralık 1963’de dağılmıştır.

Bunun yerine ise kurulan azınlık İnönü hükümeti de Şubat 1965’te sona ermiştir. Bu defa AP liderliğinde meclisteki CHP dışındaki partilerle kurulan koalisyon hükümeti Şubat 1965’te Suat Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığında kurulmuş ve Ekim 1965 seçimlerine kadar görev yapmıştır. Bu hükümette AP Genel Başkanı Süleyman Demirel o dönemde milletvekili olmadığı için Başbakan olamamış, ancak meclis dışından güçlü ve tek Başbakan Yardımcısı olarak kabinede görev almıştır.

Ülke envanterine baktığımızda o dönemde Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1923 yılındaki envanteriyle mukayese edilemeyecek büyüklükte bir envantere sahip olduğu aşikardır. 1961 senesinde Türkiye’de 53 banka, yüzlerce fabrika, milyonlarca tarım alet ve ekipmanı bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra ülkede altyapı konusunda da önemli mesafeler alınmış ve ülkenin bütün şehirleri karayollarıyla birbirine bağlanmış durumdaydı.

Nüfus ise 27.7 milyona çıkmışken okur-yazar oranı ise %40 seviyesindeydi. Ülkede 1969 yılında 20000 kadar ilköğretim okulu, 800 lise, 7 üniversite ve çok sayıda enstitü ve akademi bulunmaktaydı.

Başta tarım ve madenciliğe dayalı sanayi olmak üzere Türkiye’de irili ufaklı binlerce fabrika ve tesis kurulmuş, bunları finanse edecek onlarca banka kurulmuş ve üretilen ürünlerin taşınması için de binlerce kilometre kara ve demiryolları inşa edilmişti.

Gelişmiş insan kaynağı, makinelerle yapılan tarım ve çıkarılan madenleri işleyecek tekniğe sahip olunmuş olan ülkede bu kaynakları verimli kullanacak bir planlamaya ve yönetime ihtiyaç vardı. Tabiri caizse bu dönem un, şeker ve yağın bolca bulunduğu bir dönemdi ve bu malzemelerle helva yapacak bir ustaya ihtiyaç vardı. O usta da Devlet Planlama Teşkilatı olarak belirlenerek 30 Eylül 1960 yılında kurulmuştur.

Arka planda yaşanan bu siyasi gelişmeler ve ülke envanterini özetledikten sonra aşağıdaki Grafik 5’te yer alan büyüme verilerine baktığımızda ülke ekonomisinin bu 5 yıllık dönemde ortalama %4.8 büyüdüğü gözlenmektedir.

Grafik 5: 1961-1965 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı

Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.

Ocak 1961’de askeri rejim tarafından Türkiye tarihinde ilk defa IMF ile stand-by anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma kapsamında Türkiye 1961 yılında IMF’den 16 milyon SDR (yaklaşık 21 milyon dolar) borç almıştır. Aynı sene yapılan devalüasyon ile TL dolar karşısında %40’ın üzerinde değer yitirmiştir. 1960 yılında %5 küçülen ekonomi ise 1961 yılında %1.7 oranında büyümüştür. 1962 ve 1963 yıllarındaysa ekonomi sırasıyla %6.1 ve %9.4 büyüdü.

Tabii bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1964 yılında meşhur Johnson mektubu ile ilgili ABD ile yaşanan kriz ve dönemin Başbakanı İsmet Paşa’nın verdiği çok sert diplomatik cevabın gölgesinin de ekonomi üzerinde olduğunu unutmamak lazım. Belki de bunun da etkisiyle 1964 ve 1965 yıllarında ekonomi sadece %4.1 ve %2.6 düzeyinde büyüdü.

Bu kısa dönem boyunca Türkiye Cumhuriyeti devleti hiç dış borç kullanmamıştır. Nitekim 1960 yılında 1.138 milyon dolar olan dış borç stoku 1965 yılında 1.050 milyon dolar düzeyine gerilemiş, yani bu dönemde dış borç stokunda 88 milyon dolarlık bir azalma gerçekleşmiştir.

Bu dönemi kapatmadan önce 9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edilen yeni anayasadan da bahsetmek gerekir. Kabul edilen 1961 anayasası genel olarak demokratik hak ve özgürlükleri artıran ve işçi sendikalarının gelişmesine olanak tanıyan bir anayasa olarak değerlendirilmektedir.

Tabii ülkenin sanayileşmesiyle beraber artan işçi kitlelerinin sendika talepleri ve bu sendikalar aracılığıyla yaptıkları hak talepleri 1960’lı yılların ikinci yarısına damga vurmuş hareketler olarak tarihte yerini almıştır.

1966-1971 Dönemi

Bu dönem Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’in kesintisiz 6 sene Başbakanlık yaptığı dönemdir.

Nüfusu 31.4 milyona ulaşan Türkiye’de okullaşma oranı %70’i ve okuma yazma oranı da %40 seviyesini aşmıştı. 1923 yılından itibaren geçen 43 senede Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıfırdan kurularak gelişim ve imarında önemli mesafe kaydedilmişti.

Bu döneme gelindiğinde Türkiye’de 1958 Moratoryumu nedeniyle yaşanan ekonomik kriz, 1960 darbesi ve sonrasında yaşanan darbe girişimleriyle oluşan siyasi krizler tamamen bertaraf edilmişti. Benzer şekilde ABD ile yaşanan siyasi kriz de küllenmeye başlamıştı.

Ülkenin artık güçlü sayılabilecek bir sanayisi ve altyapısı vardı. Ancak bu döneme gelinceye kadar elektrik enerjisi üretiminde hedeflenen seviyelere gelinememişti. Bugüne kadar Çubuk ve Hirfanlı barajları gibi birkaç baraj inşa edilmiş olsa da bu alandaki esas yatırımlar temelleri bu dönemde atılan Keban barajıyla başlamıştır.

Darbe sonrası yapılan seçim sonrası kurulan koalisyon hükümetleri döneminde temelleri atılan planlı ekonomi dönemine geçilmiş olmasına rağmen, istikrarlı bir hükümetin kurulamamış olması ve yeni kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı’nın da tam manasıyla kurulum aşamasında olması nedeniyle kalkınma ve büyüme alanında arzulanan seviyeler elde edilememiştir.

1965 seçimleri sonrasında iktidara gelen 1. Demirel Hükümeti artık deneyim kazanmış bir Devlet Planlama Teşkilatı’na da sahipti. Ülkenin sahip olduğu kaynaklarla beraber yeni bir ekonomik atılım yapmanın bütün şartları oluşmuştu.

Grafik 6: 1966-1970 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı

Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.

Sahip olunan altyapı, insan kaynağı, tarım, madencilik, sanayi, finansman ve planlama gücü kullanılarak bu dönemde ortalama %6 büyüme sağlanmıştır. 1966 yılında sağlanan %11.7’lik büyüme sonrası ekonomik büyüme adeta rölantiye alınmış ve sonraki 4 senede ortalama olarak sadece %4.6 büyümüştür.

Bu dönemde yurtdışında çalışan işçilerin ülkeye gönderdikleri dövizin ekonomik büyüme ve cari denge üzerindeki olumlu etkilerine de değinmek gerekir. Türkiye’ye bu dönemde toplam gelen işçi dövizi miktarı 800 milyon dolar düzeyindedir.

Bu dönemde o güne kadar Türkiye’de elektrik enerjisi üretimi alanındaki en büyük yatırımı olan Keban Barajı’nın temelleri 1966 yılında atılmıştır. Belki de bu dönemin sonraki yıllarında büyümede görülen düşüşün nedeni ülke kaynaklarının önemli ölçüde bu projeye aktarılmış olmasıdır.

Tabii burada şunun altını çizmek gerekir ki Keban Barajı’nın proje çalışmalarına ilk olarak 1936 yılında başlanmıştır. Muhtemelen finansal kaynak yetersizliği nedeniyle yapımına başlanamayan Keban Barajı Projesi 1963 yılında İnönü Hükümeti tarafından yeniden proje kapsamına alınmış ve ihalesi de gene İnönü Hükümeti döneminde Ocak 1965’te yapılmıştır. Keban Barajı’nın temeli ise 1966 yılında Demirel Hükümeti tarafından atılmıştır. Barajın açılışı ise 9 Eylül 1974 tarihinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit tarafından yapılmıştır.

Bu dönemin başında yani 1966 yılında 1.149 milyon dolar olan dış borç stoku dönemin sonu olan 1970 yılında %65 artarak 1.891 milyon dolara yükselmiştir. Yani bu dönemde de dış borca dayalı büyüme politikası baskın gelmiş ve ülkenin dış borcu yükselmiştir.

Nitekim bunun bir yansıması TL’nin dolar karşısında 1970 yılında %21 değer kaybetmesi olarak görülmektedir.

12 Mart 1971 Muhtırası ile sona eren bu dönemde ülke ekonomisi büyümüş olmakla beraber dış borcun da artmış olması ekonomik büyümeden vatandaşın yeterince pay almasını engellemiştir. Ki bunun etkisi 1965 seçiminde %52.9 ile seçimi kazanan Adalet Partisi’nin 1969 seçiminde oy oranlarında görülen 6.5 puanlık düşüşe ve 1973 seçimlerinde de 17 puanlık düşüşe yansımıştır.

Elbette Adalet Partisi’nin oylarındaki bu 23.5 puanlık erimenin ekonomide arzulanan büyümenin sağlanamamış olması ve vatandaşın sağlanan kısıtlı büyümeden yeterince pay alamamış olmasına tek başına bağlanamaz. Siyasi arenada ise Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığına seçilen Ecevit’in etkisini de göz ardı etmemek lazım.

Bu dönemde 1966 yılında kurulan Anadol, 1968 yılında kurulan TOFAŞ ve 1969 yılında kurulan Oyak-Renault fabrikalarıyla Türkiye’de seri otomobil üretimine başlanmıştır. Aynı şekilde 1966’da kurulan Karsan, 1967’de kurulan Otomarsan ve 1968 yılında kurulan TEMSA ile otobüs ve kamyon üretimine de hız verilmiştir.

1971-1973 Dönemi

Mart 1971 Muhtırasıyla başlayıp Ocak 1974’te kurulan Ecevit hükümetine kadar devam eden bu dönemde ekonomik büyüme ortalama olarak %5.4 olarak gerçekleşmiştir. Üç seneden biraz az süren bu dönemde toplamda dört hükümet kurulmuş ve muhtıra sonrası sivil yönetime geçiş hükümetleri olarak görev almışlardır.

Bu dönemde TL’nin dolar karşısındaki değerinin seyrine baktığımızda görülen dalgalanmada elbette Bretton Woods Sistemi’nin çökmesinin de önemli etkisi bulunmaktadır. 1971 yılında dolar karşısında %24 değer yitiren TL 1972 yılındaysa %6 değer kazanmıştır. Bu dönemde dış borç stoku ise %40 artarak 2.654 milyon dolara yükselmiştir.

Grafik 7: 1971-1973 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı

Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.

Bu dönemle ilgili siyaseten söylenecek çok şey olmakla beraber iktisadi ve mali açıdan yazılacak çok fazla bir şey bulunmamaktadır. Ancak bu dönemde başta anayasa olmak üzere yasalarda meydana getirilen değişikliklerin sadece siyasi değil aynı zamanda iktisadi açıdan da önemli sonuçları olmuştur.

Mart 1971 muhtırası verildiğinde bir sağ parti olarak Adalet Partisi iktidarda bulunmaktaydı. Bu darbenin hükümete karşı yapıldığı algısını pekiştirmiştir. Ancak muhtıra ya da darbe sonrası kurulan cunta hükümetlerinin yaptıkları siyasi değişikliler tamamen demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına dönük olmuştur.

Bu da darbenin hükümete karşı değil 1961 anayasasının sağlamış olduğu demokratik hak ve özgürlüklere karşı yapılmış olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim iktidara geldiği Ekim 1965’ten itibaren Adalet Partisi başta olmak üzere bütün sağ partiler 1961 anayasasıyla ülkenin yönetilemeyeceğini sürekli gündeme getirmiştir. İşte 1971 muhtırası sonrası kurulan cunta hükümetleri aracılığıyla tam olarak bu istekler yerine getirilmiş ve anayasa değiştirilmiştir.

Belki de 1970’li yıllarda yaşanan sağ sol çatışmalarının temelinde vatandaşın kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılmasının yarattığı kabullenememe durumu vardır. Bütün bu çatışma ve huzursuzluklar ise 1980 darbesine gerekçe olarak gösterilmiştir.

1974-1980 Dönemi

Bu dönem pek çok açıdan ele alınabilecek bir dönemdir. Siyasi açıdan sağ kesimin zayıfladığı ve solun giderek güçlendiği bir dönem olarak değerlendirilebilen bu dönemde sol yine de tek başına iktidara gelme başarısını gösterememiştir. Ancak bu dönemde bir sağ parti de tek başına iktidara gelme başarısını elde edememiştir. Bu nedenle bu döneme koalisyonlar dönemi denilmektedir. 1974’ten başlayarak 1980 darbesine kadar bu dönemde toplam 7 koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bu hükümetlerden en uzun süre iktidarda kalanı 27 ay en kısa kalanı ise sadece 1 ay iktidarda kalmışlardır.

Bu dönemde Türkiye’de yaşanan en önemli hadise 20 Temmuz 1974’te Başbakan Ecevit hükümetinin gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatıdır. Diğer bir gelişme ise 1 Temmuz 1974 tarihinde uygulanan haşhaş ekim yasağına son verilmesidir.

Bu harekat ve haşhaş ekim yasağı sonrasında ABD tarafından Türkiye’ye Ekim 1974’ten itibaren ekonomik ambargo uygulanmıştır. Daha sonra Türkiye’ye ABD tarafından 1975 yılı başında silah ambargosu da uygulanmaya başlanmıştır.

Bunun üzerine Türkiye’de Demirel hükümeti de misilleme olarak Temmuz 1975’te ülkedeki ABD üslerini kapatmıştır. Eylül 1978’de uygulanan ambargolar kaldırılmış ve bunun üzerine de Türkiye’deki ABD üsleri yeniden açılmıştır.

Bu ambargolar Türkiye’de stratejik bazı yatırımların yapılmasına neden olmuştur. Bu dönemde 1975 yılında Aselsan, Petlas gibi pek çok şirketin kuruluşu sağlanarak pek çok stratejik ürünün yerli olarak üretilmesine başlanmıştır.

Bu dönemde yaşanan diğer bir gelişme ise petrol fiyatlarında görülen rekor artıştır. 1974 yılında petrolün varil fiyatı 4 kat artarak 3 dolardan 12 dolara yükselmiştir. Bu yükseliş bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enflasyon ve cari açığa neden olmuştur.

Bu dönemin başında ülke nüfusu 40.3 milyon seviyesine gelmiştir. Okullaşma oranı %92 ve okuma yazma oranı da %64’e yükselmiştir. Bu dönemde ülkede hemen hemen her türlü sanayi ürünü üretiliyordu. Tarım sektöründe ise makineleşme süreci büyük ölçüde tamamlanmıştır.

Ancak Kıbrıs Barış Harekatı sonrası uygulanan ambargolar ve yaşanan petrol şoku nedeniyle ülkede önemli ekonomik sıkıntılar baş gösteriyordu. Bu dönemde TL dolar karşısında %444 değer yitirmiştir. 1974’te 1 dolar 13.8 TL iken 1980’de 1 dolar 75.12 TL düzeyine yükselmiştir.

Tabii bu gelişmeler ülke ekonomisine petrol ve türevlerinin kıtlığına ve kuyruklara neden olurken halkın da satın alma gücünün aşınmasına neden olmuştur. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar günlük hayatta yaşanan sağ/sol çatışmalarıyla beraber ülkede huzur ve istikrarın yok olmasına neden olmuştur. İşte bu yok olan “huzur ve istikrarın” sağlanması ise 1980 darbesinin en önemli gerekçesi yapılmıştır.

Grafik 8: 1974-1980 Dönemi Büyüme Verileri ve TL Değer Kaybı/Kazancı

Kaynak: TÜİK ve TCMB verileri kullanılarak hazırlanmıştır.

Yukarıda yer alan Grafik 8’de görüldüğü gibi ülke bu dönemde ortalama %3.6 büyümüştür. Yaşanan bunca siyasi, iktisadi ve emtia krizlerine rağmen ülke ekonomisinin yıllık bazda ortalama %3.6 büyümesi tamamen ülkenin iç dinamizminden ve gücünden kaynaklanmaktadır.

Bu dönemde ülkenin dış borç stoku ise 1980 yılında 19 milyar dolar seviyesine yükselmiştir.

Yine bu dönemde ülkeye giren işçi dövizi miktarı ise toplamda 9 milyar doları aşarak Türkiye ekonomisinin nefes almasına olanak sağlamıştır. Bu dönemde ülkeye giren bu işçi dövizleri olmasa uygulanan ambargolar ve petrol krizi nedeniyle ülke ekonomisinin toparlanması neredeyse olanaksız hale gelecekti.

Bu dönemi tamamlamadan önce 24 Ocak 1980 kararlarına da değinmek elzemdir. Bilindiği gibi “Türkiye ekonomisinin dışa açılması” gerekçe gösterilerek 24 Ocak 1980 tarihinde kabul edilen kararlarla ülke ekonomisinin yapısı değiştirilmeye başlandı. Özü itibariyle 24 Ocak kararları ekonomide devletin küçültülmesini ve dış ticaretin serbestleştirilmesini sağlamaya dönük kararlardır.

1973’te Şili’de gerçekleştirilen askeri darbe sonrası iktidara gelen cunta hükümetine verilerek Şili’de uygulamaya konulan program Milton Friedman tarafından hazırlanmıştı. Şili’de uygulamaya konulan bu program Prof. Dr. Andre Günder Frank tarafından “Ekonomik Soykırım” olarak tanımlanmıştır.

24 Ocak Kararları bu programın birebir kopası olarak hazırlanmıştır. Türkiye’de de esas olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası iktidara gelen cunta hükümeti tarafından uygulanma süreci tamamlanmıştır.

İlginç olan ise 24 Ocak kararlarını uygulamayı kabul eden Demirel hükümetinde Turgut Özal’ın Başbakanlık Müsteşarı ve darbe sonrası kurulan cunta hükümetinde de yine Turgut Özal’ın Başbakan Yardımcısı olmasıdır. Tabii bunlar 24 Ocak Kararlarını tamamen Özal’a mal olması durumunu ortaya koymaktadır.

Devam edecek…

BAKMADAN GEÇME

Benzer Haberler